- 974 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Hiç Kimseye Mektup
Hiç kimseye mektup…
Mektubunu aldığım günden bu yana tam bir ay geçti. Bulutların yarışı hiç durmadı. Güneş gözlerimin afakında bir görünüp bir kaybolmaktan hiç yorulmadı. Postacının sesiyle kalbim, incelik dolu bir kalp çarpıntısıyla o güzel sabaha şarkılar besteledi. Bit yerimden fırladığım bir de son cümlelerin hatırımda şimdi. Dostluğa susamış bir şair gibi dayadım ağzımı muhabbet çeşmesine. Hem ben senden gelen her mektubu okumuyor duyuyor, yüreğimle yorumluyorum. Zarfın üzerindeki güller solmadılar hala. Capcanlılar. Öylesine kokuyorlar bir de tıpkı cennet bahçeleri gibi. Kırmızılarda hem. Ne renk ama… Hayret…
Gülümser oldu birden çehrem. Yataktan yeni kalkmışların aynadan duyduklarının aksine. Mektuba yalnız kâğıtlar sığmıyor. Söz dinlemez birkaç nefes, sevgi dolu birkaç bakış da giriyor içeri. Bana da olduğu gibi gözlerimden içeri. Bakışlarım şefkatle okşadı önce tüm satırları sonra avuçladım duygularını bütün. Ne de güzel yazmışsın öyle. Belli ki dilinden dökülmemiş daha önce böyleleri, belli ki ilk bana yazıyorsun. Elektrik tellerini mesken tutmuş bir posta güvercinin imreniyor postacının kırmızı bisikletine. Çok seviyor insanlara mektup götürmeyi. Onları sevindirmeyi. Gülümsemelerine şahitlik etmeyi. Güneşli havaları da seviyor. Kara haber genelde utangaç oluyor böyle havalarda. Ancak bulutlu havaları hiç sevemiyor. Bir madencinin alnı gibi alınyazısı gibi kapkara bulutlar, kara tirenin düdüğü acele ediyor kara haberin hınzır gülüşünü tez yaymaya. Duyguları taşıyor, şehit haberlerini… Kırk gramlık sinesinden kırk kilo yağ eriyor her seferinde. Öyle ki bu işi bırakmak geliyor bazen içinden. Sonra bir postacıya takılıyor gözleri yeniden, öylece dalıp gidiyor güvercin. Tabi güvercin işin nostaljisi. Senden geliyor olduğunu biliyor olduğum bir mektubu kimin getirdiğinin ne önemi var. Daha muhabbetin nihayetine gelmeden- sabırsızlıkla- sorduğun bir soru vardı. Nasıl bir dünya? Nasıl bir dünyada yaşamak isterdin? Bir kaza gibi ani oldu bu sorunu gözbebeklerime bir buse kondurması ardından beynimin kıvrımlarında dolaşması. Gönlüme hoş gelen-ki genelde boş olan- birçok şey düşünmüşümdür ama böylesi hiç aklıma gelmemişti. Gelmişse dahi düşünmemiştim. Yazı yazdığım süre hariç el ense yapan fikirlerim biraz yorulacak anlaşılan.
Bir dünya düşlüyorum… Kaldırımlardan, sokak lambalarından, gecekondulardan, caddelerden uzak olsun ama bir o kadar yakın. Benim olsun bu dünya. Bir tablo olsun fezasını billurlar kaplamış bir manzara. Dilediğim gibi boyayayım onu. Fırça yüreğimim dilini bilsin ona göre yönetsin bileğimi. Huzurlu olsun dağların yankısı. Huzur dolsun insanın içi, dört bucağı. Ülkem olsun burası yine Türkiye. Evim olsun yine aynı parkın karşısı. Kulaklarımı doldursun çocukların çığlıkları. Oyun oynasınlar imam namaza susayana dek. Sesleri bulutlara yükselsin sıkılmadan. Tertemiz olsun elleri, toprak koksun parmakları. Çamurdan kek yapıp suyu da çay diye içsinler yanında. Sabah annelerinin sesini duyarak uyansınlar. ‘Oğlum 13-14 ü getir’ diyen ustanın değil. Bakışlarına damlamış nur gibi bal damlamış bir bardak süt içsinler uyumadan önce babaannelerinin ninnisine eşlik etsin rüyaları motor seslerine değil. Okula gitsinler o mavi önlüğe hasret kalmasınlar. Aniden bozulan bir okul taşıtı dükkâna geldiğinde ne usta ortalıkta çırağı arasın ne de o çırak arabanın arka kenarın da ağlıyor olmasın. Gizlice binsin o da gitsin okula.
Sonra savaşlar olmasın. Üzülmesin çocuklar. O güzel gözlerine yaş değmesin. Dedelerinin namaz kıldığı camiler, tarih kokan kütüphaneler bombalanmasın. Sarıkız’ın su içtiği yalak sağlam kalsın. O yaşta yetim kalmasınlar. Babalarına kurşun atan o adamın kinini beslemesinler içlerinde büyüyene dek. Düşman olmasınlar kimseye. Mülteci olarak bilmedikleri ülkelerde mendil satmasınlar yine bilmedikleri insanlara. Sonra o bilmedikleri insanlarda onlardan iğrenmesinler. Ya biz olsaydık onlar yerinde diye düşünsünler. Bir evladı sevindirmenin, gözlerinden yükselen ışıkta kendilerini görmenin o sihirli büyüsünün etkisine kapılıp bu zevki bir defa daha yaşasınlar. Dünyayı bir çocuk tasarlasın yeniden çocuklar için. Nazım Hikmet’e dönsün mikrofonlar desin ki ‘ Dünyayı çocuklara verelim.’ Çayırlar olsun ufuklara dek. Kır atları koştursun hayaller doludizgin.
Bazıları olsun. Bizleri dinlesin değer versin. Siz anlamazsınız yahut yaşınız değil demesin. Kabul takdir de etmesin. Ama evet desin. Onlarda farkında desin. Bilsinler bu işin yalnızca yetişkinlerin faaliyetinde ancak genç yaşlı herkesin fikrinde olduğunu. Hakkın haksızlığın sadece ders kitaplarında gördüklerimizden ibaret olmadığını biliyoruz. Ve paranın kudurmuşluğunun ardından şan ve şöhretin azgınlığının geldiğini iştahla. Zalimin kılıcının mazlumun başına inmesi, bir insanın teninden dolayı ırkçı, dininden, dilinden, inancından dolayı öteki çamuruna bulanması bizi de üzüyor. Babamızın televizyon ekranında gördüklerine savurduğu küfürler havada kalmıyor destekliyoruz yer yer. Evet, bir sorun var ve ben düşlediğim dünyada bunları istemiyorum.
Vay be ne çok ta yazmışım diyorum dönüp baktığımda. Biliyorum. Bu yaş için biraz fazla bu sözler. Ama dilimi kesmek yerine kulağınıza küpe diye takın bu ucuz metali. Bundan burada utanın yüce divanda terleyeceğinize.
Neyse şimdilik hoşça kal cevabını bekliyorum..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.