12
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1554
Okunma
ilk okuldayım, üç ya da dördüncü sınıf emin değilim...her sınıfta var mıydı bilmiyorum bizim sınıfta her gün bir öğrenci o günün gazetelerinden birini getirir sınıfça okurduk...
küçüğüm ama önsezilerim gayet büyükmüş gazete alma sırası bana gelmeden sıkıntısı basmıştı...
o gün geldiğinde babam elime okula hiç götürmek istemediğim gazeteyi tutuşturdu...ben bu gazeteyi götüremem diyemedim tabi ki...ne mümkün karşı gelmek ödümüz patlıyor babamızdan...
korktuğum başıma bir bomba gibi düşüverdi okula gidince...öğretmenim Günsel Hanım gazeteyi görünce kızılca kıyamet koptu, alı al moru mor getirdiğim gazeteyi koltuğumun altına sıkıştırıp "babana götür bunu" dedi...
küçük bir yüreğin iki büyük insanın hırs ve basiretsizliğinin altında ezilişini varın siz düşünün...
kös kös gittim babamın yanına korku bir yandan, olacaklardan duyduğum endişe bir yandan beni bir kaç sene büyütüvermişti...
ikinci kızılca kıyamette burada koptu...babam tuttu elimden doğruu okula...
bir kavga bir kavga...
iki yetişkin, iki akıllı, iki idealist insan benim ne kadar üzüldüğümü, ne kadar ezildiğimi, ne kadar korktuğumu hesap etmeden yediler bir birlerini...
diplomamı alırken öğretmenimin bana söylediği son söz " sakın baban gibi olma" oldu...bir çocuğun içine babasına karşı nefreti sokar mıyım acaba diye düşünmeden...
evet babam gibi olmadım ama öğretmenim gibi de olmadım...
hala bu olayı hatırladıkça çirkin bir karanlık sarıyor yüreğimin odalarını...
şimdi düşünüyorum da bütün suç gazeteninmiş aslında...ne garip gazetecilik aynı zamanda olmak istediğim meslekti...
güler misin, ağlar mısın...