Bir Tutam Hüzün
Çoğu kez yenilgiler yorsa da bizi gerçekte hayata daha sıkı ve güçlü devam etmemizi sağlar. Acı çektikçe özgürleşir, özgürleştikçe insanlaşırız. Uzun soluklu dinlenmeler isteriz bazen. Ancak durdukça mücadele şevkimizi yitirdiğimizin farkına varmayız. En büyük yorgunluklar en mutlu anlarımızda hissedilir. Nedeni çok basittir. Mücadele ederken direniriz, direnirken hırpalanmışlıklarımızı göremeyiz, sezemeyiz. Ne zaman ki her şey yoluna girer derin bir oh çekme anındayızdır; işte o zaman ne denli yorulduğumuzu hissederiz. Her sinir buhranı en rahat zamanlarda gelir bu sebeple…
Bir insan 65 yaşına geldiğinde geriye dönüp bakıyor ve mazi gözlerinin önünden geçerken yüreği buruk, gözleri buğulu seyrediyor kareleri. Sanki yaşayan o değilmiş gibi kimi zaman şaşkınlık, kimi zaman keder, kimi zaman mutlulukla… Ne çabuk geçtiğini düşünüyor zamanın. Yüreğinden geçenleri yaşamadığı için kızıyor kendisine. Seneler evvel, çok daha genç iken hep başkalarının yaşatmadıklarından şikâyet ederdi. Oysa yıllar geçtikçe öğrendi ki; yaşadığı her şeyden yalnızca kendisi sorumludur insanın. Belki bu nedenledir ki başkalarını suçlamamayı öğrenişi.
Hayatın provası, tekrarı yok. Bu denli kıymetli bir değeri nasıl da hoyratça savuruyoruz. Yaprak misali, hazanları seyrediyoruz sonra. Hayır, mutlaka tekrarı olmalı bu hayatın. Çünkü çok kısa ve kıymetli. Büyükleri nasihatleri, tavsiyeleri pek de dinlenmez. Bunun birçok sebebi vardır. Tecrübeler yaşanmadıkça tecrübe olmaz, herkesin yaşadığı kendine münhasırdır, zaman ilerledikçe koşullar farklılaşır v.s. v.s. v.s… Bu liste uzatılabilir. Yaşlılarımız ‘ ben sana demiştim’ diye hayıflanırken, unutmuşlardır vakt-i zamanında kendilerinin de büyüklerini dinlemeyip yaşayarak öğrendiklerini.
Heybeler dolduruyoruz, kimi mutluluk yüklü, kimi keder, kimi acı, kimi sevinç. Rengârenk heybelerimiz oluyor yaşımız ilerledikçe. Bu heybedekileri toprağa tohum eker gibi dağıtmak istiyoruz. Dağıtırken de haksızlıklar ettiğimiz, faydalı olduğumuz, rehberlik yaptığımız, can yaktığımız oluyor. Örneğin tipik örnektir; gelin- kayınvalide ilişkisinde her gelin yaşadığını yaşatmak ister ya da evlatlarımızdan bizim yapamadıklarımızı, başaramadıklarımızı yapmalarını- başarmalarını isteriz, Onların fikrini hiç sormadan.
Çok önemli bir nokta da şudur; bize yaşatılanları yaşatmadan ve başkalarına yaşattıklarımızı yaşamadan ölmüyoruz. Tam da bu sebeple yaşadıklarımıza da yaşattıklarımıza da çok dikkat etmek zorundayız. Çünkü geleceğin kökleri geçmişte saklıdır.
Bu satırlarının yazarının heybesi en çok hüzün dolu olsa gerek ki; ismini ‘hüzünlü kalem’ koymuşlar. Konuşamadıklarımızı, anlatmaya cesaret edemediklerimizi yazdığımızı öğrendiğimden bu yana suskunluğum daha da arttı. Artık en sevdiklerim ile dahi konuşamıyorum.
Bir sahilde denizin uçsuz maviliğini seyrederken avucumu sıkı sıkı kapatmışım. İçindeki hüzünler görünmesin diye…
Nihayet sevgiye giden tüm yollara koşarak; nefrete giden yolları tersten yürüyerek yaşamaya çalışmalıyız. Zira hayat kendiliğinden ne iyi ne kötüdür; hayata iyiliği ve kötülüğü katan bizleriz. Ömrün her anı bir karar meselesi ise verilecek kararların doğruluğu yaşamın kalitesini yükseltecektir. Unutulmaması gereken tek bir gerçek vardır: Yaşamın anahtarı ve tüm sırların şifresi sevgidir.Aşk ile efendim aşk ile...Eyvallah…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.