- 552 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
'paltry'
Isabelle’yi kaybettik.
Daha önceleri de insanların ölümlerine şahit olmuştuk. Onun ölümünü haber eden telefon gelmeden önce masada bulunan salataya ekmek banıyordu Mae. Floresan lambasının etrafında kümelenen sineklerden birkaçı arada odanın içerisinde birkaç tur atıp, tekrar sıcak konaklarına geri dönüyorlardı. Misno’nun kedisi halının ortasında durmuş, ileri geri gerilip duruyordu. Çamaşır makinesinin sesi geliyordu oda. Mae para biriktirip yeni bir çamaşır makinesi almayı düşünüyordu. Misno bu konuda olumlu bir şey söylemiyordu. Çamaşır makinesi ona göre gayet iyi çalışıyordu. Mae’de bunun farkındaydı ama evdeki çamaşır makinesine bir türlü ısınamamıştı.
Telefon çaldığında Mae parmaklarını yalıyordu. Misno bu manzaradan rahatsız olmuyordu. Isabelle yalnız olmaktan bahsediyordu, yoksulluktan, muhtaç kalmaktan, dışlanmaktan, her yerde evi olan bir yabancı gibi yaşamaktan, başı dik ve tek başına dünyayı fethediyormuş duygusuyla beraber.
Barış, savaştan daha zordu. Kedi sandalyenin üzerindeydi. Halı onu da tatmin etmemişti. Eski bir halıdan çok şey beklenemezdi.
Bahçe kapısının sesi geliyordu. Rüzgâr, çocuklar gibi şendi. Yeniden açılıyordu; tık! Kapanıyordu, yine açılıyordu ve ‘tık!’
Kötü yazgı bu noktada sakindi. Kadın, adam ve kedi. Parmaklarını yıkarken dünya temizlenmiyordu.
Her şey bir yana Misno şükrediyordu, şikâyeti sevmezdi. Şikâyetin insanı küçük düşüren bir şey olduğuna inanıyordu. İnsan içine düştüğü çamurun mahiyetini değiştiremezdi ki! Telefona bakan Misno’ydu. Karşıdaki tok ses merhamete açtı.
Isabelle’yi bu gün öğlene yakın kaybettik. O ölünce, ona inanmaya başladılar. Bunca kuru gürültü, saat on bire beş kalmalar, her durumda çağla alakalı problemler, sessiz sedasız lanetlenen kendimize tapınmalarız, mümkün olmaya tuzak olmalar ve bunca gürültü içinde yine gürültü. Yüzyılın isyanı tarihe tapınmaya başlarken, gerçek isyandan da vazgeçemiyor. Mae’nin elinde Alexandra Kollontai’nin bir kitabı.
Misno terk ediyor sessizliği. ‘Yazarlar biraz daha mutlu olmalar sanırım, biraz da kolay yoldan para kazanıyorlar gibi. Sen ne dersin sevgilim?’
Sanatçılar için Tanrı ayrıcalıklı işkence üretecek değil ya! ‘Kendisine uyan fikirlerim var.’ Mae’nin elleri temiz.
‘Ben… Boş ver ya!’
‘Oysa apaçık bir gerçek var. Çağın yıkık resmi altında seferberlik var. Ruh bütünlüğünün utkusunda kalınca bir sonsuzluk var. Bu Marksist doktrinlerine ilgimi kaybederken, bunalıyorum.’
‘Mae, kahve içer misin?’
Onurlu bir yürek için insan acılarının korkunç oluşunu iyi düşünmelidir. Özleyemiyor insan, vahlamaktan da uzakta. Yarın, yine yarın olacak ve kurtuluş için insan elinden gelen her şeyi yapacak.
Telefon çaldığında ahizeyi kaldırıp, kulağına dayayan acı gerçekle sarsılmayacak.
‘Dünyadan da haberimiz yok Mae!’
Şehir aheste kaybolan bir deli, göklerden uzak insanlar. Sonsuzluğa gömülü yıldızlar göğün günaşırı çilleri, hiçbir kaldırım oturulmadan sevilmez, hiçbir söz söylenmeden sebepsizce ve bir gardolap menteşesi kadar gıcırdayarak tutuklanamaz.
Korna sesleri günün akşam telaşını yoğuruyor. Ekvatordan beri hiç unutulmayacak siyah şarkılar göbeklerin kıvrımlarında.
‘Kahve içer misin, kahve?’
‘Mae, Isabelle ölmüş!’
‘Kim? Ne, nasıl?’
‘Isabelle ölmüş, Mae, Isabelle!’
YORUMLAR
Sanki benim bir günüm yazılmış gibiydi, öylesine tek düze ve her şeyle ilişkimiz bir telefondan ibaret...Ü baktığımız züldüğümüz veya sevindiğimiz telefonlaşmalar.Kitaplar, ekmek bandırılan çoban salatalar ve farklı olan tek şey eve sokmadığımız ama, bahçede beslediğimiz doğurgan kediler. Sayıları bazen otuzu buluyor, sonra, sanırım bir mekan kavgasına girişip bir birlerini kovarak sayıca azalıyorlar. Bu yaşamın içine ne çok ölüm haberi geliyor bir bilseniz; daha bu yaz üç arkadaşım terk etti, gittiTabii ki, bizim haberimiz de birilerine gidecek yakınlarda. "MAE, KEMAL ÖLMÜŞ, MAE, KEMAL!..." Harika yazılarınızı okumak bana yaşadığımı hissettiriyor ya, yeter....SAYGIYLA