- 661 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
salebe mala mülke esir olan
Mala-mülke esir olup mânevî sefâletin girdaplarında boğulan Sâlebe’nin hâli, pek düşündürücü bir misâldir1:
Medîne müslümanlarından olan Sâlebe’nin, mala-mülke karşı aşırı derecede hırsı vardı. Zengin olmak istiyordu. Bunun için Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’den duâ istedi.
Onun bu talebine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi:
“–Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır…”
Bu ifâde üzerine isteğinden vazgeçen Sâlebe, bir müddet sonra hırsının yeniden depreşmesi ile tekrar Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e gelip:
“–Yâ Rasûlallâh! Duâ et de zengin olayım!” dedi.
Bu defâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“–Ben senin için kâfî bir örnek değil miyim? Allâh’a yemîn ederim ki, isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp gideceklerdi; fakat ben müstağnî kaldım.”
Sâlebe, yine isteğinden vazgeçti. Fakat içindeki ihtiras fırtınası dinmiyordu. Kendi kendine; “Zengin olursam, fakîr fukarâya yardım eder, daha çok ecre nâil olurum!” şeklinde zannî bir sebebe sarılmış ve nefsinin şiddetli talebine yenilmiş olarak üçüncü kez Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in yanına gitti ve:
“–Seni hak peygamber olarak gönderene yemîn ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakîr fukarâyı koruyacak, her hak sahibine hakkını vereceğim!..” dedi.
Nihâyet bu kadar ısrar karşısında Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
“–Yâ Rabbî! Sâlebe’ye istediği dünyâlığı ver!” diye duâ eyledi.
Çok geçmeden bu duâ vesîlesiyle Allâh Teâlâ, Sâlebe’ye büyük bir zenginlik ihsân etti. Sürüleri dağı taşı doldurdu. Lâkin o âna kadar “mescid kuşu” ifâdesi ile vasıflandırılan Sâlebe, mal ve mülkü ile uğraşmaktan yavaş yavaş cemâati aksatmaya başladı. Gün geldi sadece Cuma namazlarına gelir oldu. Ancak bir müddet sonra Cuma namazlarını da unuttu.
Birgün onun durumunu sorup öğrenen Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
“–Sâlebe’ye yazık oldu!..” buyurdular.
Sâlebe’nin gaflet ve cehâleti, bu yaptıklarıyla kalmadı. Kendisine zekât toplamak için gelen memûrlara:
“–Bu sizin yaptığınız düpedüz haraç toplamaktır!” deyip, daha evvel vereceğini va’dettikleri şöyle dursun, fakîr fukarânın âyetle sâbit olan asgarî hakkını dahî vermekten kaçınacak kadar ileri gitti. Münâfıklardan oldu.
Bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:
“Onlardan (münâfıklardan) kimi de: «Eğer Allâh, lutuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız!» diye Allâh’a söz verdi.”
“Fakat Allâh, onlara lutfundan (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allâh’ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” (et-Tevbe, 75-76)
Kendi ahmaklığı yüzünden Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in îkâzını dinlemeyerek hareket edip de sefîl ve perîşân bir şekilde bedbaht ve hazîn bir âkıbete dûçâr olan Sâlebe, dünyânın geçici servetine aldanarak ebediyyet fukarâsı olmuştu. Büyük bir pişmanlık içinde ölürken kulaklarında Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in şu sözleri çınlıyordu âdetâ:
“–Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır…”
Ancak bu îkâza kulak vermemiş bulunan Sâlebe, fânî servetinin kendisini perîşân eden girdapları içinde sonsuz bir elem ve ızdıraba dûçâr olarak can verdi. Seâdet zannettiği kısacık bir an ve az bir mala mukâbil, ebedî bir seâdeti ahmakça mahvetti. (Ahmed Şâhin, Târihin Şeref Levhaları, 27)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.