- 626 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EMPATİ VE KADER
Not: Bu öykü Türkiye Nöroloji Derneğinin Düzenlediği Öykü Yarışmasında Yayınlanmaya değer bulunarak yarışma sonucu yayınlanan Nöroloji Öyküleri kitabında yayınlanmıştır
EMPATİ VE KADER
"Nallum Magnum Ingenıum Sıne Mıxtura Dementıae Fuıt"
Hiç Bir Deha, Deliliğin Karışımı Olmaksızın Meydana Gelmedi
Şair Aydoğan Eyüp’ten Alıntı
Tarih:10 Mayıs 2013
Yer: Bursa’da Merkez’e bağlı bir köy.
Taşkın, Bursa’daki köyünün yakınlarındaki bir okulda hademelik yapan, 30 yaşlarında bir genç adamdı. Yıllardan beri Senarist-Oyuncu-Gazeteci Birsen Güler’e hayrandı. Bu hayranlık zamanla bir abla-kardeş, bir dostluk ilişkisine dönmüştü. Oynadığı dizileri, yazdığı yazıları neredeyse bir görev bilinci ile takip ediyor, tek bir tanesini bile kaçırmamaya çalışıyordu. İlk mektubunu 2003 senesinde göndermiş, sonra da arkası gelmişti. Düzenli olarak “haberleştiklerine” inanıyordu. Birsen bu mektupların hepsini okuyordu Taşkın’a göre. Evet, bu zamana kadar belki hiç yanıt yazmamış olabilirdi ama o bir sanatçıydı. Yazdığı, oynadığı dizilerin içine serpiştirdiği repliklerle, gazetedeki köşesinde yer verdiği birkaç cümle ile Taşkın’a göndermeler yapıyordu. En azından Taşkın bunun böyle olduğuna kendini inandırmış, bazı ufak tesadüflerle de bu inancını pekiştirmişti. Hatta biraz daha ileri gidip, Birsen’in telefonlarını dinlettirdiğini, bilgisayarının da Birsen’in çalıştığı gazetenin bilgi-işlem bölümünce izlendiğini anlatıyordu çevresindekilere.
“Nişantaşı Günlüğü” isimli dizi Taşkın’ın sevdiği dizilerdendi. Dizide oynayan Evrim, senaryo icabı her zamankinden farklı bir role bürünmüştü. O zamana kadar dikkatini çekmemiş olan Evrim’in bu yeni imajındaki giyimi ve saçları ile tam da hayalindeki kadın olduğunu düşündü Taşkın. “Bundan mutlaka Evrim’in de haberi olmalı.” diye düşündü. Hemen dizinin fan sayfasına girerek, Evrim’in görebileceği şekilde aşkını ilan etti. Bu yaptığını yeterli bulmamış olacak ki, bir de şiir yazdı hayallerinin aşkına. Şiirde şöyle sesleniyordu:
Gonca Gül Sevgilim
Kahrında hoş lütfun da hoş sevgilim
Narında hoş ab-ın da hoş sevgilim
Lütfedip bir buseyle al canımı sevgilim
Firakında hoş vuslatında hoş sevgilim
***********************************
Bir Gonca gülsün gül-izarda sevgilim
Kokun hoş harında hoş sevgilim
Bülbül olup kondum dalına sevgilim
Nazında hoş nizarın da hoş sevgilim.
********************************
Miskü anber kokar tenin vuslata erersin
Siyah saçların ne hoş sevgilim
Bir şarkı söylersin bülbüller susar melekler dinler
Sedan da hoş nağmende hoş sevgilim
*********************************
Kurulmuş sevdanın darağacı ipimi sen çek sevgilim
Bağışlarsan canımı visaline talibim
Sensiz cenneti neyleyeyim
Senle cehennem bile ne hoş sevgilim
Taşkın Gürsoy
Artık Evrim’in buna kayıtsız kalamayacağından fazlasıyla emindi. Beklemeye başladı. Mesajına karşılık gelmemesi Taşkın’ı yıldırmadı, dizinin ertesi gün yayınlanacak olan yeni bölümünde kendisine mutlaka bir şekilde yanıt vereceğinden öylesine emindi ki…
Dizi saati geldiğinde büyük bir heyecanla izlemeye başladı Taşkın. Dakikalar geçiyordu ama henüz kendisine verilecek mesaja dair en ufak bir iz yakalayamamıştı. Fakat bir şey dikkatini çekmişti. Birsen’in ev arkadaşını oynayan Dilek, bu kez her zamankinden daha özenli, daha süslü çıkmıştı ekrana. Yoksa? Evet, evet. Mutlaka bunun Taşkın’la bir ilgisi olmalıydı. Dilek’in kendisine âşık olduğunu düşünen taşkın, sosyal medya hesabından şu mesajı gönderdi:
"Kadının güzelliğine vurgu yapılmış, makyaj mütebessim bir yüz, kadın heyecanlı, kamera çaprazdan alıyor, belli ki bir erkeği etkilemek istenmiş…”
Her ne kadar gururu okşanmış olsa da, o Evrim’e âşıktı ve aşkta sadakatin önemine inanıyordu. Bu yüzden mesajına devam etti:
"Erkek kadından etkilenmiş mi bari? Hayır… Ama gülümsemenin ona yakıştığını düşünüyor."
Taşkın, hayali bir ilişki içerisinde yaşıyordu. Konunun muhatabının durumdan habersiz oluşu onu hiçbir şekilde durdurmuyor, hayali sevgilisine kızıyor, onunla tartışıyor, barışıyor, sonra yine kavgalar ediyordu. Bu arada Birsen ile de dostluğu devam ediyordu elbette. Ona da zaman zaman kızdığı konular oluyor ve bunu hemen sosyal medyada dile getiriyordu. Birsen bu mesajların sonuncusuna, yine gazetedeki köşesinin başlığı ile cevap vermişti Pazar günü: “Sana Gül Bahçesi Vaat Etmedim.”
Ertesi hafta dizide Dilek’in depresyona girdiğini gören Taşkın bunu fena halde üzerine alınmış, aşkına karşılık bulamadığı için üzüntüden kahrolan bu kadın için üzülmüş, suçluluk hissetmiş ve bunu telafi edebileceğini umarak kolundaki saati teselli etmek için Dilek’e göndermeye karar vermişti. Ve gönderdi de. Bu yaptığının mutlaka Birsen’in kulağına gideceğinden emindi. Nitekim Birsen bu Pazar yazısını Ankara’da gece yarısı kesilen ağaçlara ayırmıştı. Konu başta ilgisiz gibi görünse de, mesaj yazının içerisinde tek bir cümledeydi:
“Gecenin bir yarısı elinde baklava ile sete baskın yapılır ama ağaç kesilmez.” diyordu Birsen. “Tamamdır” dedi Taşkın. “Mesaj alındı.” İstanbul’a gitme zamanı gelmişti.
15 Haziran günü babasının cebinden 250 lira aşırdı. Dizinin çekildiği yerin Alibeyköy’de olduğunu okumuştu daha önce. Otobüsle İstanbul’a geldi. İlk önce Bakırköy’e gitti. 3 Kilo baklava aldı, sonra bir buket çiçek yaptırdı. Bir taksi tuttu, şoföre “Çek Alibeyköy’e.” dedi kendinden emin bir şekilde. Merkezinde indi. Bir elinde baklava, diğerinde çiçek, yoldakilere Nişantaşı Günlüğü dizi setini aradığını söylerken oldukça garip göründüğünden habersizdi. Neyse ki biri yardımcı oldu ve 15 dakikalık yürüme mesafesindeki sete varabildi. Oldukça büyük bir platoydu. Her isteyen içeri giremesin diye kapıda bir de güvenlik bekliyordu. Taşkın buraya girmeyi kafaya koymuştu, otobüsle o kadar yol gelmişti sırf bunun için. Bu yüzden görevlinin yanına giderek “Birsen Hanım ile görüşmeye geldim, kendisi beni bekliyor.” dedi. Şans eseri çekim devam ettiği için görevli o esnada bunu teyit ettiremezdi, bu nedenle Taşkın’ı içeri aldı. Taşkın sessizce, bir yarım saat kadar çekimin bitmesini bekledi. Yönetmen Jülide Atabek’in “Biraz ara veriyoruz” diye bağırması ile birlikte ortalık birden hareketlendi. Oyuncular bir yerlere ilişip ezber çalışmaya başladılar. Kapıda az önce konuştuğu güvenlik görevlisinin Birsen’e doğru yöneldiğini gördü Taşkın. Kendisini işaret ederek bir şeyler anlatıyordu görevli. Birsen’in “Tamam, gelsin, bakalım neymiş derdi.” dediğini duydu. İşte, yıllardır beklediği an gelmişti. Güvenliğin “Birsen Hanım sizi bekliyor.” demesini bile beklemeden yaklaştı yanına hemen.
“Merhaba. ‘Gece yarısı baklava ile sete baskın yapılır ama ağaçlar kesilmez.’ dediniz, ben de baklavayla sete baskın yaptım.”
“Pazar günkü yazımı okumuşsunuz ve baklava getirmişsiniz… Teşekkürler. Ben de size imzalı bir resmimi hediye edeyim. Kim diye yazayım?”
“Taşkın Gürsoy. Beni tanıyorsunuz aslında. Ben size 10 yıldır mektup yazıyorum.”
“Mektup mu? Bana hiç mektup gelmedi?”
“Mektup dediğim mail tabii. Mail adresinize gönderiyorum.”
“Taşkın’cım her gün binlerce mail alıyorum ben. Çoğunu okuyamıyorum, takdir edersin ki bunların hepsini okumam mümkün değil.”
Taşkın bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ki, o sırada Dilek içeri girdi. Taşkın’ın endişelerinin aksine oldukça neşeli görünüyordu. “Baklava mı var?” diye şakıdı. Taşkın kendini hala suçlu hissediyordu Dilek’e karşı. Her ne kadar umursamaz görünmeye çalışsa da, içten içe ne kadar üzüldüğünü biliyordu. Bunu hafifletebileceğini umarak Dilek’e yanaştı ve “Depresyonda olduğunuz için ve buna sebep olduğum çok üzgünüm.” dedi sessizce. Dilek ağzına attığı baklavayı yutmaya çalışırken şaşırmış bir şekilde Taşkın’a döndü:
- Depresyon? Depresyonda değilim çok şükür, aman şeytan kulağına kurşun. Haaa sen diziyi diyorsuuuun! Senaryo icabı o güzelim. Hem neden sen sebep oluyormuşsun ki?
- E siz bana âşık oldunuz, ben sizi reddettim, sonra size saatimle birlikte bir mektup gönderdim?
-Ben mi sana âşıkmışım? Ahahaha… Bana saatini mi göndermişsin? Ya sen ne kullanıyorsan bana da ver Allah aşkına.
Taşkın olanları anlayamıyordu. Önce Birsen kendisini tanımadığını iddia etmişti, şimdi de Dilek kendisi ile kafa buluyordu. İntikamını bu şekilde mi alıyordu acaba? Neyse ki, tam zamanında, hayatının aşkı kapıdan içeri girdi. Evrim’i görünce keyfi biraz yerine gelmişti. Uzun zamandır kavuşmayı bekliyorlardı ne de olsa.
“Hoş geldin sevgilim.”
Bu kez şaşırma sırası Evrim’deydi.
“N… Ne sevgilisi? Hasta mısın sen be?”
“Hadi ama Evrim. Saklamana gerek yok. Şiir bile yazdım ben senin için, sana da gönderdim hatta. Bildiğini biliyorum.”
“Aa evet, bir iki hafta önce biri şiir gönderdi bana. Goncagül sevgilim mi neydi şiirin ismi de. İyi ama benim adım Evrim Ertan, dizide canlandırdığım karakterin ismi Eylem. Ben onu hiç üzerime alınmadım ki…”
Taşkın üst üste aldığı darbelerden yıkılmıştı, en ağırı da Evrim’inkiydi. Bir şeyler geveledi, konuşmak, anlatmak istedi, yapamadı.
“Ama… Ama… B-ben…”
Kopan gürültüyü işiten yönetmen Jülide kapıda göründü bu kez.
”Neler oluyor arkadaşlar?”
Birsen durumu açıklamaya çalıştı ama kendisi de bir hayli şaşkın görünüyordu.
“Tuhaf bir durum var, polise mi haber versek?”
“Tamam, sakin, hele bir durumu anlayalım da.”
O esnada güvenlik görevlilerinden biri içeri dalarak Taşkın’ı ite kaka odadan çıkardı. İçeriden “Üzerini arayın! Kesici, delici alet taşıyor olabilir!” diye bağıran yönetmenin sesini duydu götürülürken. Bir odaya aldılar onu. Başka bir güvenlik görevlisi üzerinde ne var ne yoksa masanın üzerine koymasını istedi. Bir ricadan çok, bir emirdi bu ses tonundan anlaşıldığına göre. Taşkın cebindekileri çıkarıp söylendiği yere bırakmaya başladı. Sigara, çakmak, cüzdan… Hepsi buydu. Görevli cüzdanı alarak karıştırmaya başladı. Didik didik etti, bütün gözleri aradı, taradı. Nihayetinde bantlanmış küçük bir paket buldu.
“Bu ne?”
“Dua…” dedi Taşkın.
“Peki ya bu?” Elinde tuttuğu bir kâğıt parçasını sallıyordu Taşkın’a doğru. Taşkın sessiz kaldı. Görevli elindeki kâğıdı evirip çevirdi. Bu bir bilgisayar çıktısıydı. Bir ilaç raporuna benziyordu. “Tanı: Lewy cisimcikli demans” yazıyordu kâğıtta. Hemen altında da el yazısı ile yazılmış bir not vardı:
"Ben bir demans hastasıyım ve bu notu sağlıklıyken yazıyorum. Garip davranıyorsam, titriyorsam, gerçeklikten kopmuşsam veya bir suça karışmışsam lütfen sosyal hizmetlere, babama ve polise haber verin. Babamın numarası: 05323166651"
Taşkın’ı odada bırakan güvenlik, bu notu hemen yönetmene götürdü. Jülide yazılanları okuduktan sonra endişeli görünen Birsen’e dönerek “Tamam Birsen, polise gerek yok. Oku bak.” dedi ve notu ona uzattı.
“Aaa yazık. Çok da genç…”
Kâğıt, meraklı gözler tarafından elden ele dolaştırılırken Taşkın hala onu bıraktıkları yerde beklemekteydi. Güvenlik çoktan babasını arayıp çağırmış, adamcağız İstanbul’a doğru yola çıkmıştı.
Aradan 5 saat kadar geçmişti ki baba set alanında göründü. Birsen’e haber verip içeri buyur ettiler.
Birsen “Nasıl oldu bu böyle?” diye sordu babasına. Yorgun ve bitkin görünen baba anlatmaya başladı:
“Benim oğlum çok zekiydi. 1,5 yaşında okumayı söktü. ODTÜ’de Matematik Mühendisliği okuyordu. Bir gün buna bir şey içirmişler…”
“Uyuşturucu mu?”
“Evet… Allah belalarını versin. Alanın, satanın… Hepsinin Allah belasını versin!
“Çok üzüldüm ya geçmiş olsun. Bir ilacı falan yok mu peki?”
“Sağ olun. Maalesef kesin bir tedavisi yok.”
Herkes şaşkın ve üzgündü. Birkaç saat önceki endişe yerini üzüntüye bırakmıştı. Birsen, saatlerdir bir köşede sessizce oturan Taşkın’ın yanına gitti.
“Taşkın, sana imzalı resim verecektim ya hani… Biz düşündük ve şöyle yapmaya karar verdik. Komple ekip olarak resim çekineceğiz, sen de aramızda olacaksın. Bir de “Biz Taşkın’ı seviyoruz” diye bir afiş hazırlayacağız. Ne dersin? Resmi gösterip arkadaşlarına hava atarsın sen de. Ha bir de, bana mektup yazmaya devam et. Söz veriyorum okuyacağım. Diziyi izlemeye devam et. Tabi yazılarımı da. Tamam mı? Hadi bakalım, seni seviyoruz…”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.