- 676 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
PENCERE AÇILDI BİLAL OĞLAN
Helalin adı kaldı onu gören yok,
Haram kapışıldı hala doyan yok.
Yusuf Has Hacip
Az da olsa normal sayılabilecek bir insanın bir anda aklını fikrini yitireceği. Şaşkınlıktan lal olacağı olaylar, ifadeler, itiraflar savunmalar ve eylemler karşısında. Bu denli suskun, ilgisiz, pişkin ve olağanüstü iyi niyetli! ve bir o kadar da hayasızca, cahilce bir tavır sergilemesi hangi insan ahlakına. Ve hangi inanç anlayışına sığar desem..?
Eminim ki toplumun en az yarısı: Bizim Anlayışımıza!
Yani halkın yüzde ellisin oyunu, aklının fikrinin ve Rabbin katından yağan o bitmez tükenmez maddi hazine sayesinde almış. Hak, adalet, eşitlik, dürüstlük ve kalkınmayı kendilerine ilke edinmiş. Ve bizlere Allah’ın en büyük lütfu, son gürlüğü olan bu soylu yüce partinin. Ve Rabbin izni ve inayetiyle o mübarek insanları başa getirme şerefini, başımızda cennetin bir müjdecisi olarak taşıyan bizlerin anlayışına! Diyeceklerine ben de Yaradan’ın aciz bir kulu olarak yemin ederim.
Oysa her şey bunca yıldır bu denli aşık seçik ve noktası virgülüne kadar ortada iken. Bütün dünya alem bu olan bitenleri ibret ve hayretle seyrederken. Bu insanların sözlerine, hallerine, düşünce ve yazıp çizdiklerine bakıyorum da…
Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden birisi de şaşırma duygusunu yitirmiş olmasıdır.
Ya Rabbim!
Bu ne Mustafa Kemal ve Cumhuriyet laiklik ve demokrasi düşmanlığı! Bu ne Osmanlı ve bin bir çeşit rezalete karşı olan hayranlık! Elbette tarihte sorulması sorgulanması gereken sayısız olay ve soru var.
Tarihçilerin bile tarihi kendi duymak istedikleri doğrultuda yazdıklarına inanıyorum ben. İlahiyatçılar ise birbirlerinin kanını içmekteler.
Kurtuluş savaşının Osmanlıyı yıkmak için yapılan art niyetli bir girişim olduğunu savunanlara çok basit bir yaklaşımla şunu sormak isterim:
Yapılması gerekirken savaş yapılmamış olsaydı eğer;
Sizler hayatta kalabilir miydiniz? Kalmış olsaydınız bile. Atanız, adınız, dini inancınız ve yaşamınız nasıl olurdu dersiniz!?
Buna en güzel yanıtı NAZIM çarpıyor yüzümüze gene.
Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.
14 Aralık rezaletinin yıl dönümünün yaşandığı. Ve dünya tarihinde bir eşi daha görülmemiş bu rezaleti meydana çıkaranlar. Yazanlar. Hatta karşıt kanala dizi çeken yapımcıları bile dertop edip çeriye tıkanları Allah’a havale edelim ve geçelim yıllar öncesinin rahmetli ünlü dolandırıcısının yediği haltlara!
Dolandırıcılar kralı "Sülün Osman" olarak Türk tarihine geçen kişinin asıl adı, Osman Ziya Sülün’dür. (1923-1984).
Osman Ziya Sülün, 1923’te İstanbul’da doğdu. Adını duyurduğu ilk "işini" 1948 yılında Fatih’te yeni tuttuğu evin sahibini dolandırarak yaptı.
1950 ve 60’lı yıllardaki "işleriyle" ün kazanan "Sülün Osman", Beyoğlu’nda sokakta yürüyen tramvayı, Galata Kulesi’ni, Eminönü Meydanındaki saati, şehir hatları vapurları gibi kamu mallarını saf vatandaşlara ’satarak’ ya da ’kiraya vererek’ efsane haline geldi.
Taksim Meydanı’nın girişine paspas koyup, gelenden geçenden para toplamayı, bir zamanlar Dolmabahçe önünde demirlemiş olan Amerikan 6. filosuna ait olan bir uçak gemisini sattığı, İstanbul’a yeni gelmenin ürkekliğini üzerinden atamamış taşralılardan meydanlardaki saate bakma parası dahi aldığı rivayetler arasındadır.
Filmlere bile konu olmuş Sülün Osman tarihin gelmiş geçmiş en komik dolandırıcısıdır.
Galata Köprüsü’nü satarken tesadüfen yakalanan Sülün Osman, kendisini sıradan bir dolandırıcı değil, bu işin kitabını yazıp, felsefesini yapmış bir düşünür olarak görmekte olup 20 Nisan 1962’de hapisteyken ’Alınteri ile Yaşamak’ konulu konferans vermiştir.
Ölümüyle ilgili kesin bilgi olmamakla birlikte, polisin tahminlerine göre 1984’te Beyoğlu’nda sürekli kaldığı bir otelde kalp krizinden ölmüş, kimlik taşımadığı için kimsesizler mezarlığına gömülmüştür.
Hay senin canın a rahmet olsun Sülün OSMAN. Güldürdün bizi ağlanacak halimize…
YORUMLAR
Siyaset kokan yazılar yazmıyorum.
Mümkün olduğunca da okumuyorum.
Daha doğrusu, okuyorum da, yorumlamıyorum diyelim.
Tüm insanların,
kendine göre doğruları, hayata bakış açıları vardır şüphesiz.
Şu anda oturduğum balkonumdan Karadeniz'in durgun manzarası gözüküyor.
Bir kaç gündür, hep aynı noktada toplanan balıkçı sandalları,
sanırım bereketli bir İstavrit avı yapmaktalar.
Söğütlü deresinin, denize taşıdığı besin maddelerine üşüşen gariban istavritler,
oltaların sahte yemlerine takılıyor,
akşam sofralarında ziyafet oluyor yöre insanına.
Hoş bir mavi renk kaplamış gök yüzünü.
Denizin ufuklarında bir kaç küçük bulut gözükmekte ki;
onlar da, usuldan usula doğu istikametine yol almaktalar batı rüzgarının hafif esişi önüne katılmış.
Tüm bunları niye yazdık şimdi durup dururken?
Şunun için;
Buradan bakıldığında,
her insan başka bir detaya odaklanabilir.
Ben denizin durgunluğuna mesela.
Eşim, balıkçı teknelerine.
Oğlum, öbek öbek beyaz bulutlara.
Kızım, mas mavi gökyüzüne.
Siyaset de böyle işte.
Sizler,
manzaranın bir bölümüne odaklanmışsınız,
diğer yönlerini gözden kaçırıyorsunuz.
Diğerleri,
belki de sizin göremediğinizi görüyorlar.
Onlar da, sizlerin durumuna şaşıyor,
sizin için,''Allah, akıl fikir versin. Ülke için dönen dolapları nasıl göremiyorlar? ABD ve AB ülkelerinin, bizleri yıkmak için nasıl çabaladığını göremiyorlar.'' diye düşünüyorlar.
Yani,
herkesin bakış açısı farklı.
Öyle olmasa idi,
yaşadığımız rejime demokrasi denemezdi zaten.
Asıl yazacaklarımız bunlar değildi aslında.
Ama,
akıp gitti cümleler o yöne.
İlgimi çeken konu, şu Osmanlı'nın yıkılış meselesiydi benim.
''Kurtuluş savaşının Osmanlıyı yıkmak için yapılan art niyetli bir girişim olduğunu savunanlara çok basit bir yaklaşımla şunu sormak isterim:
Yapılması gerekirken savaş yapılmamış olsaydı eğer;
Sizler hayatta kalabilir miydiniz? Kalmış olsaydınız bile. Atanız, adınız, dini inancınız ve yaşamınız nasıl olurdu dersiniz!?''
Kurtuluş Savaşı, Osmanlı'yı yıkmak için yapılmamıştır bence.
Osmanlı, daha önce çoktan yıkılmıştı zaten.
Abdülaziz'in, vahşice katledilişi ile başladı olay.
Deli Murat'ı saymaz isek, Abdülhamit ile duraladı az bir şey bu yıkım olayı ama,
kafaya koymuş bir kere Siyonistler Filistini ele geçirmeyi; bizim hürriyet aşığı aydınlarımızı kafeslemekte güçlük çekmediler.
Müthiş sloganlar üretildi, inanılmaz güzel konferanslar verildi.
Gazeteler, ulvi bir gayeyi anlatan makalelerle doldu, taştı.
Sonuçta, hürriyet idi istenen. İnsanların mutluluğu idi.
İttihat ve Terakki kuruldu.
31 Mart bahane edilerek, İstanbul işgal edildi.
Abdülhamit devrildi.
Osmanlının hakimiyeti altındaki tüm uluslar bağımsızlıklarını, Hürriyetlerini kazandılar.
Türkler ne kazandı?
Tek kelime ile havalarını aldılar. Yıllarca sürecek savaşlara sürüklendiler.
Düşman dört bir koldan saldırdı.
İsrail kuruldu, Siyonistler muratlarına erdiler.
Pardon! Ermediler henüz. Daha Fırat'a kadar gelmeleri gerekiyormuş.
Önlerindeki tek engel,
Türkiye'nin Cumhurbaşkanı.
Var mı başka tekerleklerine çomak sokmaya cesaret edebilen dünyada?
Yok.
Gelelim Kurtuluş Savaşına.
Osmanlı'yı, emperyalist devletlerden önce, bizim ittihatçılar yıkmıştır.
Onlar da, ellerini, kollarını sallaya sallaya işgal ettiler dört bir yanı.
İşte tam bu noktada,
Mustafa Kemal'in önderliğinde, gariban millet son bir gayret ile,
kurtarabildiği kadar toprak kurtarmış ve güzel Cumhuriyetimizi kurmuşlardır.
Sözün kısası,
zaten Osmanlı diye bir devlet nerede ise kalmamıştı.
Osmanlılarla savaşarak mı kuruldu bu Cumhuriyet?
İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunan ile savaşarak.
Gizliden gizliye Amerika ile de.
Hiç bir şeye, olaya hayret edemez olduk.
Tepkilerimizi öldürdüler yavaş yavaş.
Hükümet eliyle satılmaz, satılamaz nice millet değerleri satıldı.
Atatürk orman çiftliğine saray yapıldı,
millet nerde oturursa otursun,
onlar saraylarda yaşasın da derce!
Anlamlı bir yazıydı, güne uygun,
tebrikler,
sevgilerimle..
DEVRİM DENİZERİ
Benden de sevgi ve selamlar.
Evet Zübükler sardı milleti inanın izin veren halkta ahlak yozlaşmasıyla çürüdü bakalım neler olacak olacak
belli ama ''Çöküş '' ve baş rolünde muzaffer ahlak tepeleyici Caligulu evet Caligulular iş peşinde ancak bunu
görebilenler nadir insanlar tebriğimle,selamla
DEVRİM DENİZERİ
Rabbim bizi kem gözlerden korusun:)
Keskin Kaleme sonsuz Selam ve sevgiler.
SuÇun DeVRi
Suçsuz Diyorlar...Suçsuzmuş
Suçlu..Suçlu
Yıkılan,yakılan her günümün ardından gelen yangın
Koca bir meydan doldu
Suçunu itiraf eden kelimeler
Aman dilenen sözler
Oysa
İntikam diye bağıran zavallı düşünceler
Kimin kalemini kırdınız
Kimin kalelerini yıktınız
Hangi savaşlardan firar eden sözler bunlar
Hangi yangından kalan küller
Rüzgarda savrulanlar
Halbuki
Değişmeyen tek şey ölüm diyorlar
Geride kalanlar
Yenilgiyi kabul eden bir yığın hain
Ve ben
Diş biliyorum kendime,içimdeki haine
Demek yenildin Rasist denen illete
Utanma artık,kaç gidebildiğin yere
Mutlak bir ’ben’
Muhakkak bir ’ben’ duygusu vuracaktır seni
En umulmaz
Hiç bilmediğin bir gecede
Belkide kalbinin en derin
Duygusuz yerinde
CaNMaYBuLL
Bütün pencerelerin bakacağı yer, elbette gün gelecek ayni yerden görülecek.
Değerli dostum.Jose Saramago: Körlük ve Görmek adlı Nobel ödüllü iki kitabını okumanızı çok isterim. İnanın okuyunca, hangi ülkeye giderseniz gidin aklınıza Jose Saramago gelecek.
Saygılar, Sevgiler