- 574 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
mihrali dayı- ard. öyk. yeni yazım 424
Fevzi dayı Beyoğlu-İstiklal caddesinde dolaşıyor...
Aniden bir adama arkası sıra gözü ilişti. Ayakları adımları yönünde Galata kulesine doğru gidiyordu. Kurulmuş saat istikametinde dosdoğru ileri. Boynu devrilecekti. Kafası ayağı ileriye bağlanmıştı, gövdesini tartamazdı. Düşecekti nerdeyse.
Geriye döndü. Gözünü adamdan ayırmadığından kilitlenmiş gibi fötürlü ve kısa pantolunlu az kuziği (kamburu) çıkmış yaşlıyı bir an geçse kum gibi kalabalıkta yitireceğinden adı gibi emindi. Adamın adını:
- MEHRALI DAYI MEHRALI DAYI! diye bağırdı.
Kendi kendine:
- Lan bu duymuyor mu? diye de söylendi.
Islıkladı:
- Fiyuvvv!.. Mehralı dayı!..
Napızarlardan( tarla) Şemşo’nun dereye ıslıklıyor... kulak verse biri bu zehaba kapılırdı.
" Mehralı dayı" diye peşine takıldığı kişiyi ben de tam benzetemedim.
Bu olayı duymuştum.
Şimdi ise yazı aleminde: sanal bir görüntü gibi izliyorum. Seçememiştim. Pekte göremiyordum. Günahı boynuna...
" Adam Mehrali dayı değil," dedimse de
Fevzi dayı:
- Çok andırıyor yeğenim.
- Şort giymiş. Mehrali dayı böyle giymezdi dayı.
- Ense kalınlığı benziyor. Bastonu da var. Mihrali dayı romatizmadan sonra dayanarak yürürdü.
- İzmir’de tedavi olmuştu. Balçova çermiklerinde (ılıca).
Öyküyü yazan ben ve dayım: Fevzi yeridik. Belki Mihrali dayıydı belki Hulusi Kentmen’di.
Kalaba ki ne kalabalık: ana baba günü. Beyoğlu burası. Bizim köylükte mal koyun yığşırılsa buncağız olmazdı.
Mihrali dayıyı yitirmemek için ha bire- ha vıra bağırıyoruz.
Dayı-yeğen:
- Allahın seversen Mihralı dayı dur!
Galataya koşan kitle bize gülerek sırıtıyor. "Hoşlarına gitmiştir," diyorum. Hayra yoruyorum. Ayıp bişey mi yapıyoruz? Fevzi dayı atını itini nallamış Mehrali dayıya yetişem diyor. Mehrali dayı "bir kavram" o gün aslında. O gün bu KAVRAM’A rücu ediyordu. Peşine verdiğimiz adam Mihrali dayıymış, değilmiş kimin umuru babacan!
En fazla bir "pardon" derdi Fevzi dayı, kapatırdık meseleyi. Kavram’a kafayı takmıştı dayım.
İsmin göstergesine bir Mecnun misali ardınca vermiştik. Hoş ben de aynı sevdaya bel bağlamıştım. Bağlamasam ne işim var da Fevzi dayının yanına koşulayım. Don Kişot’un Sanço Pançosu gibi vurmuştuk özümüzü Beyoğlu çöllerine.
Efendime söyleyim:
- De göreyim!
Mecnun Leyla’ya kavuştuğunda demedi mi? "Leyla’nın varlığını aramıyordum ben.Leylanın manasını arıyordum."
Biz haddimizi biliriz. İşimiz epistem veya ontoloji değildi. Salt kavramdı. Kavram da "Mihrali dayı" göstergesi. Harflerin husule getirdiği iki kelimeydi.
Öğretmenin öğrencilere sorduğunu rivayet edenler derki:
- Çocuklar at arabasının en önemli parçasını kim söyleyecek, demiş öğretmen.
"At arabası kavramı" diye yanıt veren öğrenciyi. En önemli parça "at arabası" kavramıdır buradan her unsura erişebiliriz diyerek desteklemiş öğretmen.
Bağırmağa devam!
- Mehralı dayııııı!
Yetiştik.
Durdurduk elin herifini. Mihrali dayı olmadığını elin herifi dememden anlamışınızdır. Ne alâka baba, adam emekli Yeni Delhi konsolosuymuş.
Karşımızdan Hulusi Kentmen baston elinde kırkıt çıka gelmiyor mu? Konsolosla arkadaşmış. Bunlar uzunca bir süre görüşmediklerinden.
" Oooo..." diye sefa-hoşa başlayınca aralarında biz kaybolduk.
Ben:
- Dayı, dedim. Ne iyi ki ensesine adamın şappalak vurmadın.
- Vallahi aklımdan geçmedi değil. Allah esirgedi başımızı belaya sokardık. Konsolos muydu?
- Özün de duydun ya Fevzi dayı!
- Mehrali dayı nerde öyleyse? dedi.
- Mehrali dayı mı? Görmüyor musun? Evin çeperinde Şado dayı ile oturmuş tütün sarıyor.
Vakko Showroom’un girişine Çin’den getirdikleri "Kudretten Hayal Aynası"nı koymuştular.
Büyük bir panoydu.
Ekranda Yaylacığı gösterdi.
Ayrıca: taşlara oturup konuşan cemaati. Sıtkı (Lobut) dayının İsmet’in eve yürüyüşünü... omzuna koyduğu değneğin ucundaki azık torbasını... birkaç danayı... ürüyen üç dört eniği... akşamın serinliğini birde!
yalçıner yılmaz 06-08-2010 çanakkale