- 808 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Kin Cumhuriyeti 17:25
Buradan kalkmak istemiyorum. Üzerimde yorgan olmalı. Kalın bir yorgan olmadığı için şanslıyım ve karanlığı seviyorum. Mat bir ürperti damarlarımda yavaşça akıyor, parmaklarımın uyuz bir sancılanmanın gölgesinde karanlığa tapınışını düşünüyorum. Bunun asla yardımcı olmayacağının da farkındayım.
Kazanmak istemiyorsan, hayatın boyunca kazanmanın tadını ruhunda hissetmemişsen elbette kazanmak için de kin tutamazsın. Kazanmak bir süreç işidir. An itibariyle ‘haydi, yapalım, bitirelim, halledelim bu işi’ demenin manası anlık bir kazanımdan ziyade sürece yayılması için gereken iman ve güç tekniğidir. İnsan içsel bir olgunlaşma yaşamadan kazanmanın o talihsiz sarhoşluğuna esir düşmüşse, çevresinde bulunan her insanı kendisin esir yapma güdüsüyle fikrini her ortamda söylemekten çekinmez. Söylemler bütünü düşünmenin erdemi değil, kazanmanın sarhoşluk naralarıdır. Kaybeden onun gözünde kendisi gibi olmak istemeyenlerdir. Bunu başarmak için de fevkalade usta işi bir sanat olan ‘horgörü’ kullanılır. Bezginliğin cesareti hırpaladığı duvarlarda manasız ideolojiler yığınla sıralanırlar. Kurşuna dizilmez fikirler ancak daha fenası, ölümün o coşkun yitişinin karşıtların elinde uzak bulunmasına talep edilmiş yeni bir işkence sureti ortaya çıkar. Okulda derslerinde, iş hayatında potansiyel çalışma verimliliğinde ya herhangi bir oyunun içerisinde birinci olmaya can atmamış, başkalarını kendisine hayran bırakmanın zevkini tadamamış insanlar, elbette nesnel boyutlarda siyaseti kendi mitleri doğrultusunda kullanıp, insanların fikirlerine kulak kapatan insanların hırslarını ve de dünya muvaffakiyet sınırlarını tahmin etmekte ve anlamakta zorluk çekeceklerdir.
Çiçekler, Güneş sayesinde yeterli ışına sahip olup, fotosentez yapabilme kabiliyetini arttırırlarken, insanlar da hırslarıyla madden kanın ateşi sayılabilen bir krizle hususi olarak hararetlerini başka insanların üzerinde boşaltma ihtiyacı duyarlar. Öğretmenin öğrencilerine sinirlenmesi, kötü notlar vermesi ya da öğrencilerini dövmesi bir boşalımdır. Seks ve cinayet bu tür boşalımlara verilebilecek iki iyi örnektir. Örneğin çağrıldığı her mitinge koşup, avazı çıktığı kadar bağıran bir insanın durumu da bu olayla ilişkilendirilebilir. Kürsüden belirli bir kesime karşı yapılan konuşmalar da, aile içerisinde babanın aile fertlerine bağırıp, çağırması, annenin çocukları içinde en zayıf çocuğuna karşı sert tutumları gibi yakınımızda görülebileceğimiz örnekler de bu boşalımla alakalıdır. Tabi olan bu boşalımın bir denge mekanizması kurularak, sınırları aşılmayıp, insanların eşik değerini zorlamamak gerekmektedir. Fakat aşırılık ya da bunun tam ters olan pasiflik de bu dengenin iki tehlikeli kutbudur. Ümit suiistimali yüzünden insanlar kendi geleceklerine sahip çıktıklarında ya bu aşırıcılığın esiri altında saldırmaya, emniyet güçleri aracılığıyla pasifize edilmeye çalışılmakta veyahut da pasif durumundan faydalanıp kendi düşünce helezonuna baskı, dışlama, ayrıcalıklı olma gibi yöntemlerle belirli bir kesim altında yığılmaya çalışılmaktadır. Ürpertilerimiz bize, bu yüklü kutupların evrensel mesajlarının asla tatminkâr olamadığı bir gelecek zehirlenmesi altında tabi oldukları bir günün penceresine ‘merhaba’ demeye devam eder.
Çevremiz tahayyül edilmesi güç bir dünyanın vücut bulduğu zamana işaret ediyorsa, elbette ruhları kemirilen, fikirleri saptırılan ve etkilerin ihanete uğrarcasına bir sarhoşluk ortaya çıkacaktır. Bu sarhoşluk diğer sarhoş olma durumlarından farklı olarak, daha uzun ve pençesi sert, tehlikeli olacaktır. Seslerin birbiriyle uyuşmadığı bir zamanda, her şey uyum sorunuyla da çözülmeyecek, sarhoşluğun geçmesi adına dualar edilecektir. Bir alkoliğe sunulan bariz hata içeren çözümlerden biri de, ona ümit aşılamaktadır. Bir insanın temiz ümitlere sahip olabilmesinin yolu, istediği uğruna eski sahipliklerin feda etmekle ve de o yeni hayalin egemenliğine girmekle vuku olacaktır. Tabi burada bahsedilen irade azmi ve de sıhhat bulma idesi değil, ruhun horgörü üzerine bariz bir şekilde akıl kaçıklığının esiri olmasıyla alakalı olan kısımdır. Hırs, yığınlar için biat anlayışını ortaya çıkarır ama bireyler şahsi olarak hırsa kapılınca, kronik bir uyuşma sürecine girmiş olur. Potansiyel olarak yapabilecekleri, şeytanın aklıyla mevcuttur. Vecdinde kudurmuş bir hayvanın o iğrenç görüntüsü yatan, hem devayı hem de zehri bir arada bulundurup, iktidar fevkinde ruhunu kamçılayan hırs sahibi aynı zaman da uğursuzluğu da kendiyle beraber varlığını ona sunan yapanlara bahşedebilecektir. Aslında iyiyi herkesten iyi bilen bir insan, hırsının etkisiyle, tıyneti itibariyle artık özrü olmayan bir erdem yontusunda, krizlerini aynı şevk ve kararlılıkla kendi çılgınlığına bir azamet takı olarak sunar. İstenci gurura ulaşan, hücrenin kendi varlığını sonlandırması için ribozomlar tarafından yanlış komutların uygulandığı bir mitokondri cehennemine dönüşür ki, bu da yığınları çılgınlık gösterisinde zırvaların dayağı haline çevirir. Bu susamışlık, simetrinin hiçbir şey yapamayışın gurursuz kalışının emaresi gibi sunulmasıyla devam eder.
İnsan diz çökebilir ve bu çöküş ilkel kargaşa sunuşu itibariyle yeryüzüne birbirinden ilginç tiranlar sunar. Ufukta inlemeler başlar, kemikler huzurun kaçışına sızlar. Adaletin tecavüze uğrarken ses çıkaramadığı bu çöküş içerisinde, mağdur olma durumu yeni bir haksızlık sunabileceği için, ruhlar renksiz, mat bir kaygı haline gelirler. Tabi haliyle insan bir kazanım edecekse, denge itibariyle öncesi ya da sonrası itibariyle bir kayba uğraması gerekecektir. Adaletin tecavüzünden, acıyı, hüznü, kederi, melodramı erdem haline kavuşturma çabasında önce haset bataklığı kurutulmalıdır. İnsanlar tıyneti itibariyle kıskanç oldukları gibi, yığınları yönetebilenler de bu damar daha kalın ve canavarlaşmış haliyle bulunur. Dünyada iyiliğin var oluşuna inanan bir insan, burada şu soruyu sorabilir:’ Peki, hiç mi insan kötü düşünmeden başarılı olamaz?’ Başarının temelinde de egoizm ve kıskançlık yatıyorsa, buradan talebin müptelası olarak iyilik çıkarılamaz. Çıkarım kaytarmanın işidir ve daha çok kötülükle alakalıdır. İyiliğin saf, duru bir dili vardır. Kötülüğün o karışık, çıkarlarla dolu atmosferinde denge unsuru olarak iyiliğin farklı bir norma sahip olması da garip karşılanmamalıdır. Ne olursa olsun, daha yeni filizlenmiş bir başarı gölgesi de olsa, haset itibariyle insan gücüne güç katabilir. Kendini canlılar arasında en üst ayrıcalığa sokabilen bu hastalık, yok olduğu zaman bireyi zayıflatıp, onu kitap özetlerinden duyduğu Samsa’ya benzetecektir. Bir haşere için hasetle en üst olabilmek çabası anlaşılabilir. Bu anlaşılma da denge ortamını insana hatırlatır. Saf iyiliğin dünyada gereksinim duyulmasına bir sebep de, kötülüğün daha fazlası itibariyle insanlar aracılığıyla yaşama sunulmasından dolayıdır. Tutkusuz oluşun bir zayıflık olarak algılanabileceği kötülükte, iyilik bir karşılık beklemeden var olunabilen zamandan, sahip olunabilen maddeden kayıp demektir. Tabi bu miktarı önemseyenler, niceliği öncelikli olarak görenlerin kavrayış şeklidir. Nu kötülük acınasıdır. İnsanların merhamet duyabileceği kadar lanetli ve eblehçe bir günahın komedi sayılabilecek dramına karşı yığın olup, fikirsiz kalmak da ayrı bir merhamet durumu ortaya çıkarır. Tabi, bir Stalin’e, Hitler’e acımak, onların öncelerinde olduğu gibi o derin, kötülüğün Kabil kokulu ininde yalnızlığı taklit edişlerinedir!
Tiranlar zaferlerinin doruğunda istediği suçu işleyebilirler. Elbette birilerini öldürmek için kendileri silaha sarılmazlar ya da düşman saydıklarını alt etmek için her konuda ulema olmalarına da gerek yoktur. Hırsıyla beraber bilgi sahiplerini de kendi ininde hapis tutar. Bu hapislikte halk denen koca yığınsa, varlığına özrü olan, tiranların fantezi dünyasında mağdur olurlar. Herkesin mükemmel olarak gördüğü Birinci Süleyman devrinde bile kırk altı yıllık süren devir halkı zafer sarhoşu yapıp, uyuşmasına sebep olmuştur. Bunu konuyu iyi düşünmek, irdelemek gerekmektedir. Hitler kazandığı birkaç yıllık başarısını, halkın yok oluşuna bağlarken, halk bir yığın olmaktan uzaklaşamamış ve uyuşmaktan, daha kötüsü feci bir ölüm oyununa katılmak durumunda kalmıştır. (Burada tiranlardan bahsederken, Birinci Süleyman’ı başarısının halka olan etkisi üzerinden bir değerlendirme yapmış olup, bir tiran olarak kesinlikle düşünülmemiştir.) İlahi ve şeytani de olsa, her ne şekilde olursa olsun halk köle olmuş, horgörü kabul ediş tarihiyle değersizleşmesi hızlanmıştır. Badirelere katlanır, güzel temennilere devam eder ve bir imtihan olarak başındaki tiranın zevklerine uygun bir miskine dönüşür. Tiranların tabi hallerine binaen, halka sundukları en büyük avantaj devrim olmakla beraber, hakkını savunmak konusunda eğitilmiş yığının böyle bir avantajı kullanabilir. Ayrıca iki seçenek ona sunar: ‘Böyle düzen iyi’ ya da ‘başka bir düzen de olmaz.’ Vesika olarak tarihte bulunmasına rağmen kamuoyunun tiran sevgisine bu kadar yakın oluşu ilginç gelse de ilk başlarda, bu yakınlığın getirisi düşünüldüğün de gerçekler anlaşılabilmektedir. Başkalarının başarılarını tiran başarısı olarak sunup, hataları ve büyük günahları başkalarına atabilme uğraşı içerisinde kamuoyunun yığınlara etkisi de basit bir pohpohlamadan başka bir şey değildir.
Geriye artık atıkların kalabileceği bir cumhuriyet çırpınmasında ötekilerin görevini acı bir şekilde yığın sahiplenmedikçe, halk kurban rolü oynamaya devam edecek ve kıyım tiranların şanını yüceltmekten başka bir gaye de insanların ıstırabına sunmayacaktır.