Şiddetin arka planı ve cinlerle dans
İbretlik hikâyeler - 14
Ş İ D D E T İ N A R K A PL A N I V E C İ N L E R L E D A N S
Bir önceki "İbretlik hikayeler - 13" adlı "KADINA ŞİDET VE KULAK MEMESİ İLE GÜLMEK" başlıklı makalemizde, şiddetin yalnız kadına değil, "ERKEĞE, ÇOCUĞA, YAŞLIYA, HASTAYA, AKRABAYA, ASKERE, AİLE FERTLERİNE ZAYIFA, HAYVANA.. hatta kişilerin KENDİ KENDİLERİNE bile "ŞİDDET UYGULADIKLARI"nı incelemiş maddeler halinde kısaca özetleyip, şiddetin sebepleri üzerinde durmuş ve ŞİDDET’in ismi altında insanın iradesinin dışında, özgür iradesini etkisi altına alan ve dıştan gelen bir başka gücün ( Şeytan, Şeytan’ın soyu şeytanlar, Müslüman ve gayri müslim cinler ile Kur’an’i ifade ile de ŞEYTANLAŞMIŞ İNSANLAR) olduğunu belirtmiştik.
Bugün 14. İBRETLİK HİKÂYE’miz de ise, ŞİDDET’in altında yatan ve insanı şiddete yönelten bu etkinin ve gücün.. insanın kendi gücünün ve iradesinin dışında bu başka gücü (yani; Şeytan’ı, Şeytan’ın soyu şeytanları, Müslüman ve gayri müslim cinler ile Kur’an’i ifade ile de ŞEYTANLAŞMIŞ İNSANLAR’ı) inceleyeceğiz.
Akıl kıyasla çalıştığından dolayı, bugünkü makalemizi de takriben 35 yıl önce bizzat yaşadığım ve o zamandan beri de; her aklıma geldikçe hâlâ üstünde derin derin düşündüğüm bir konuşmayı aktararak, çok özetlediğimden dolayı leyleği adeta kuşa çevirerek de olsa kısaca anlatayım.
O yıllarda henüz emekli değildim ve bir sahil kasabasının sapa bir yerinde bir inşaat işinde çalışıyor, akşamları da bu ıssız yerde biraz vakit geçirmek için, bitişiğimizde olan civarın tek yapısı olan küçük bir benzin istasyonundaki nöbetleşe çalışanlarla sohbet ederek geçiriyordum. Benzinliğin sahibi çok yaşlı adamındı ve işyerine gelemezdi. İş yerini ise, gündüzleri muhasebeci olan kızı, geceleri de bir işçi yönetirdi. Tatil günlerinde ise yöredeki bir hastanede doktorluk yapan oğlu gelip işleri yürütürdü...
Ben ise tatil günlerinin gecelerini, büyük bir istekle ve çoşkuyla beklerdim. Çünkü o iki gece doktor olan oğul ile bazan sabaha kadar aklımıza gelen her konuda sohbet ederdik. Ben bu sohbetlerde daha çok, ağırlığı o yıllarda merak sardığım "CİN, ŞEYTAN, RUH ve METAFİZİK " gibi konulara getiriyordum. Çünkü bu konulardan hem zevk alıyor ve hem de sohbet arkadaşım "AKIL ve RUH SAĞLIĞI DOKTORU olduğu için, deneylerini ve tecrebelerini öğreniyordum.
Ben, o zamanlar Müslümanlık hakkında bu güne göre çok az bilgisahibi olan bir cahil yani kültür Müslümanıydım. Doktor ise, ataistti. İnanışımız çatışsa da başka konuşacak kimse olmadığından, birbirimize mecburen katlanıyor, bunun içinde bazan "HAVADAN SUDAN" konuşuyor ve bazan da çok gerildiğimizde ya şakalaşıyor veya bir müddet hepten susuyorduk.
Çok uykusuz kalıyordum. Çünkü Doktor, benim merakların için; hem "KIYMETLİ BİR MADEN CEVHERİ" ve hem de (hatasıyla-sevabıyla) bulunmaz bir canlı bilgi hazinesi idi. Ben ise, Müslüman olduğum için doktorun gözünde bir yobaz, irticacı ve karacahildim!..
İşin daha da ilginç tarafı, ben o yıllarda İzmir’de yaşıyor ve modern adı "spiritüalizm" olan, aslında halk arasında "cincilik" denen bilime merak sarmış ve spiritüalist yani (cinci) guruplara girip çıkıyor bu alandaki ilmi açlığımı bulduğum her fırsatta geliştirmeye çalışıyordum. Bir diğer ilginç tevafuk ise, arkadaşlık yaptığım doktor; yöredeki en yakın şehirde ve adı Türkiye çapında ün salmış; "AKIL ve RUH SAĞLIĞI HASTANESİ" (yani deliler hastanesi)nde görevliydi. Bir başka deyişle; deliler hastanesinin, deli doktoru.Üstelik de, hem dinsiz ve hem de insan RUH’unun hastalığının tedavisi yaptığını zanneden bir deli doktoru!..
"Zanneden" tabirini şunun için kullanıyorum. Çünkü, bizi Yaradan ve bize peygamberler ve kitaplar gönderen Allah, (c.c.) Kur’an-ı kerimde buyuruyor ki; "Ve sana ruhu soruyorlar; de ki: Ruh, Rabb’imin işindendir, hakındandır ve zaten size (ruh hakkında) pek az bir bilgiden başka bir şey de verilmemiştir." (İsra-85) Evet. Allah (c.c.) böyle diyor, fakat tekrar doktorumuza (ve benzeri doktorlara) dönersek; hem ataist olduğundan ruha, cine, şeytanlara.. inanmıyor ve hem de inanmadığı ruhun hastalıklarını, yine inanmadığı cin, şeytan.. etkisini tedavi ediyor. Tam trajikomik bir durum. Kulak memelerinizle(!) güler misiniz? Yoksa, ağlar mısınız? Kararı size bırakıp, yukarıda ben neden "benim kişisel merakların için; hem "KIYMETLİ BİR MADEN CEVHERİ" ve hem de (hatasıyla-sevabıyla) bulunmaz hazine" tabirini kullandığımı böylece açıklamış olayım. Bu "İBRETLİK HİKÂYENİ"nin esas ilginç taraflarını ise, aramızda geçen karşılıklı konuşmaları özetle ve hatırladığım kadariyle sizlere şöyle aktarayım.
Selâm, hal, hatır.. faslından sonra, doktor "(dr)" ile Benim adım, "Mürsel (M)"linkarşılıklı konuşmamdan bir demet:
- M. Doktor arkadaşım; Allah’a, kitaba, peygambere, cine şeytana .. inanır mısınız?
- dr. Hayır. Bütün bu saydıkların ve saymadıkların da dahil.. birer safsatadan ve uydurmadan ibarettir.
- M. Sevgili doktorum. İyi ama karşımızdaki masmavi deniz, onu dalgalandıran rüzgar, içinde oynaşan balıklar, benzini
doldurduğun pompanın madeni ve pompadan geçen yakıt, altında oturduğumuz bu zeytin ağacı.. nın hepsi birer gerçek.
-dr. Evet, saydıklarının ve saymadıklarının hepsi de, birer gerçek ve ben de hepsini senin gibi görüyorum.
-M. O halde, en azından gözün görebildiği, kulağımın duyabildiği.. beş duyuya hitap eden bütün bu şeyleri bir yaratanın ve
yönetenin olması gerekmez mi?
-dr. Hayır, gerekmez. Çünkü, hepsi tesadüfen olmuştur.(Şimdi gel de, "LA HAVLE.. çekmeden sabret!..)
-M. Peki bu kadar mevcûdat, mahlûkat, fizik ve metafizik alem? Sözümü keserek, Metafizik alem diye bir şey yok.
O görünmeyen şeylerin tamamı insanların kendilerini kandırmalarından ibaret bir uydurmadır. Diğer saydıklarının ve
saymadıklarının hepsi de tesadüfen olmuştur, ebedidir. Nokta. (Yani, bu konuyu kapat.)
-M. Peki ya; melek, cin, Şeytan, Şeytan’nın çocukları, elektrik, akıl.. da göze görünmüyor. Bunlar da mı yok?
-dr. Gözümünen görmediğim, elim ile tutmadığım.. hiç bir şeye ben inanmam. "Bunlara inananlar var derseniz? Evet var ve
bunlar, ruhsal rahatsızlıkların başlangıcı olup, ilerlemiş hallerinde de zaten bizim hastaneye getirirler ve biz de onları
akıl ve Ruh hastası diyerek tedavi altına alırız.
-M. Sayın doktorum. Siz hem görmediğime, duymadığıma.. inanmam diyorsunuz ve hem de inanmadığınız ruhu, aklı..
görmediğiniz halde tedavi ediyorsunuz? Bunu nasıl oluyor, benim aklım, mantığım ve havsalam bunları bir türlü
almıyor. Lütfen cahilliğime vererek biraz daha açıklar nısınız?
-dr. Ma.... da, Türkiye’nin en meşhur "Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi" varsa ve içinde de Türkiye’nin her bölgesinden
gelmiş hastalar varsa, demek ki; bizler doktor olarak bir şeyleri tedavi etmişiz ve ediyoruz ki, bu kadar yoğun ilgi ve
talep görüyoruz. Eğer aklın, bunu da almazsa; seni de, bir an önce tedaviye alalım. (karşılıklı olarak gülüşüyoruz.)
(...)
Artık, yazın sıcağı geçmiş ve sonbaharın nemli ve soğuk rüzgarlar esmeğe başlamıştı. İlkbaharda başladığım iş, bir Cuma günü öğlende bitti. Ben doktorla, artık son konuşmalarımı yapmak, helalleşip vedalaşmak için, Cumartesini bekleyip, bu doktor ile bir senteze ulaşabilmek için, son bir defa daha konuşacaktım...
-dr. Akşam beni görünce, "daha gitmedin mi?.." dedi. "Ben senin işinin, Cuma günü biteceğini ve buradan dün
gideceğini sanıyordum.."
-M. "Evet, işim dün bitmesine bitti. Ancak, sana veda etmeden gidemezdim." dedim. Çok memnun olmuş ve duygulanmıştı.
Bu gün daha samimi ve içten davranıyor, daha yumuşak bir ses tonu ile konuşuyordu. Aklımda iken önce helâlleşmek
istedim. Kabul etti ve karşılıklı olarak tokalaşıp helâlleştik. Sonra kendisinden bir isteğim olup olmadığını sordu.
Durakladım. Bu durgun halim gözünden kaçmamış olmalı idi ki sordu.
-dr. Sıcak bir ses tonuyla, "Niye durakladın?" dedi. Soracak çok sorum vardı, fakat vereceği cevapların hepsini artık
ezberlediğimden dolayı, sormakta bir hayli tereddüt ettim. Çünkü son günde kırıcı olmak istemedim. Gülümsedi. Yine
soru soracaksın, biliyorum. Ama sor. Çünkü seninle çok şeyler konuştuk. Bende iz bıraktın. Her ne kadar, Dünya
görüşlerim değişmese de, yine de, bazı soruların bir türlü aklımdan çıkmıyor.
-M. Ben hâlâ tereddüt içinde idim. Ayrılırsak, bir daha karşılaşmayacak ve bir daha da, bu kadar yakın bularak sorular
soracak "AKIL ve RUH DOKTORU" bulamayacaktım. Bunu kendisine de söyledim. Üzüldüğünü hissettim.
-dr. Tekrar gür ve kararlı bir sesle, "sor çekinmeden istediğini sor.." dedi. "Ne sorarsan sor, bu gün hepsini cevaplayacağım.
Sıcak ve samim bir davet ve teşvikle irkildim ve cesaretlendim.. İkimiz de duygusal anlar yaşadık. Ben yine de susmaya
devam edince, söze yine kendi başladı. Eğer, biz "Akıl ve ruh doktorları olarak senin sorularını, senin; (yani dinin ve
adetlerin, alışkanlıkların) istediği gibi cevaplasaydık. Yani; melek var, cin var. Şeytan var.. deseydik ve bunu biz
doktorlar bu şekilde kabul etmeye kalksaydık, o zaman da şu sorulara cevap vermek mecburiyetinde kalacaktık.
Meselâ; ben cin, şeytan var diye kabul etsem, bu safer sen; bu varlıkların insanla ilişkilerini, bu ilişkilerin şeklini,
etki ve tepkilerini, alınan ve alınacak önlemleri, uygulanacak tedaviyi ve bu tedavinin sonuçlarını da açıklamak.. gibi,
daha bir çok soru soracaktın ve ben (yani günümüzün tıbbı görüşünden ve hukukundan dolayı, bu soruların hiçbirine
cevap vermeyecek veya veremeyecektim.
(...)
Uzun süren konuşmasının sonunu, biraz ara verdikten ve derin bir nefes aldıktan sonra, sözlerini şöyle bağladı.
-dr. "Haydi diyelim ki; cin var, şeytan var ve bunlar insanlarla karşılıklı etkileşim içindeler. Biz de bu tür de bir ilişkinin
kurallarını bilmiyoruz ve sadece ortaya çıkan etki ve tepkilerinin sadece bir kısmını teşhis ediyoruz. Gerek teşhiste ve
gerekse tedavide eksik kalan yerleri, ne ile ve nasıl dolduracağız?.. O zaman olay bir tıb ve bir doktor olayı olmaktan
çıkar. Hastaya mutlaka başka bir şekilde ve mutlaka müdahale edilmesi mecburiyeti de olduğuna göre ve biz doktorlar
da bu müdahaleyi yapamadığımıza göre; o zaman bu hastayı,"HACILARA, HOCALARA, CİNCİLERE, EFSUNCU
VE ÜFÜRÜKÇÜLERE.." havale etmemiz bir zorunluluk olur. Laik bir ülkede, böyle bir şeyin olması mümkün olur
mu?.." Yine uzun müddet durakladı. Epeyce bir zaman tereddüt geçirdi. Sonra yine derin bir soluk alıp, sonra şu kısa
cümle ile konuşmasının bu bölümünü noktaladı. "Ayrıca, eğer bize gelen hastaları, "biz sizi tedavi edemiyoruz..."
diyerek; cinciye, şeytancıya, ruhçuya üfürükçüye.. göndermeyekalkarsak, biz doktorlar ne yer ve ne içeriz?.." Son
cümleyi, oldukça set ve vurgulu olarak söylenmişti. Konuyu daha fazla uzatmamam gerektiğini ses tonundan anlamıştım.
Sonra başka konularda şakalaştık ve sohbet ettik...
(...)
Aradan yıllar geçti. Bir gün televizyon canlı yayınında (galiba Uğur Dündar’ın Arena programında) ilk defa ve hem de bir tıp doktoru, bir kadına "CİN ÇIKARMA SEANSI" yaptı. Yukarıdaki dr. arkadaşın telefonu olsaydı, izlemesini isteyecektim. Gerçi ben, çocukluğumun geçtiği Hasankale ve sonra da Erzurum’da cinlere uğramış, hatta cinleri çıkaran çok meşhur hocaları görmüş ve duymuştum. Ayrıca bu tür olayları bilimsel ve dinsel açıdan o zamanlar dahi az-çok biliyordum. Yıllar sonra İzmir’de bazı cinci gurplarla haşır-neşir oldum. Yedi sene önce internetle tanıştım. Şimdi ise internette, canlı yayınlanan bir çok vidyo da; bazan. metafizik uzmanlarının, bazan biyoenerji uzmanının, bazan spiritüalistlerin, bazan da rukiyecilerin yaptığı rukiyeler ile cin-şeytan çıkarma seanslarının vidyoları ile dolu. Aslında bu farklı isim taşıyan kişilerin hepsi, cin çıkarma işi, kanunen yasak olduğu için; çeşitli meşru isimler altında, bu seansları yapıyorlar. Hepsi de, Kur’an-ı kerim’in ayetleri ile ve hepsi de, Resulullah (s.a.v)in de bizzat uyguladığı yöntem ile çalışıyorlar...
Şimdi gelelim, işin özüne ve özetine:
1) Bu konulara taraf olanların hepside, kanuni sorumluluktan dolayı takiyye yaparak, cin ve şeytanlardan gelen etkiyi çarpıtıp ve hatta yok sayıp, "KADINA ŞİDDET" var diyoruz. Yalan! Hep yalan söylüyoruz ve olayın aslını perdeliyoruz. Kadına özel diye bir şiddet yok. Sadece istatistik olararak sayı itibariyle kadına yapılan şiddetin sayısı fazla. İşin gerçeği sadece bir sayı olayından ibarettir. Aslında; "İNSANIN, YİNE İNSANA, HAYVANA VEYA KENDİ KENDİSİNE YAPYIĞI BİR ŞİDDET" var. Yani; erkek erkeğe, kadın kadına, çocuk çocuğa, genç gence, yaşlı yaşlıya, asker askere, hasta hastaya, zayıf zayıfa, kardeş kardeşe veya bunların tamamı; hem de hiç ayırım yapmadan, "Bunların tamamı, güçü yettiği sürece BİRBİRLERİNE ŞİDDETİN HER TÜRÜNÜ UYGULAMAKTADIRLAR..." Ayrıca BU SAYDIKLARIMIZA VE SAYMADIKLARIMIZA, şunlarıda eklemek lazım. İnsanlar, kendi aralarında ve hatta bazan kendi kendilerine bile birbirlerine şiddet uygularlar. Mesela; ( 14 -Aralık-2014) Habertürk tv’de ÖTEKİ GÜNDEM programında bir yetkili, "KIŞLADA İNTİHAR EDEN ASKER SAYISININ, ÇATIŞMALARDA ÖLEN ASKER SAYISINDAN FAZLA OLDUĞUNU AÇIKLADI."
2) Bazan da, keyfden veya sinirden.. hem de, ağızsız ve dilsiz, "HAYVANLARA" dahi şiddetin her çeşidi uygulanmaktadır. Hatta bazan da bu şiddet, cinsel içerikli dahi olur.
3) En büyük şiddet ise, şiddetgörenlere karşı yapyığımız ikiyüzlülüğümüz ve yalancılığımızdır. İşimize gelince yapılan şiddetin bir kısmını görmeyip, duymayıp.. duyduğumuzda ise; "TÖRE, NAMUS, KISAS, CEHALET.. " kılıflamaları ile "ŞİDDETİN ŞİDDETİNİ" geçiştirir veya farkına vardığımız halde "üç maymunu oynayıp" saklamamızdan kaynaklanan bir şiddet çeşidi daha vardır ki;bu şiddet çeşidinden, şahıslar kadar dini kurumlar ve devlet de sorumludur.
4) Şiddetin zirve yaptığı bir dizi sektörü ile enflasyonun ve işsizliğin, ayrıca yozlaştırılan dini akidelerin.. AKLÂKİ ÇÖKÜŞÜN.. insanlığımızdan alıp götürdüğü değerlerin yerini dolduran şiddet, her gün 24 saat beyinlere banyo yaptırırken, Diyanet’in ve devletin buna suskun kalması, şiddete taraf olmasıyla eşdeğerlidir.
5) Sonuç: Entropiden de kaynaklanan toplumsal dejenerasyon gittikçe hızlanarak artması, ŞİDDETİ bir sarmal haline getirirken; şiddeti önlemeye yönelik olarak:
A) Yılda bir günü (5- Kasım) "KADIN HAKLARI GÜNÜ" ilan ederek,
B) Yılda bir günü (25- Kasım) Diğer şiddet çeşitleri görmezlikten gelinerek, " KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ KINAMA
GÜNÜ" ilan ederek,
C) Caddeleri parselleyip, pankartlar taşıyıp, slogan atıp.. yürümekle,
D) İşler çığırından çıktıktan sonra, "AİLE MAHKEMELERİ" ile polis kontrolünde ara bulunmaya çalışmakla, tarafları, sözde
bazı uzmanlarla konuşturma veya danışmanlık yaptırmakla,
E) "CİNNET GEÇİRDİ" denilerek gerçekler kılıflanmakla.Mesela; Hastalığın adına "CİN-NET" deniyor, fakat cin tedavisi yapmaya kanuni yasak konuyor. (İşte az yukarıda " ikiyüzlülüğümüz ve yalancılığımız" tabirini bu sebeple kullandım.) Şimdi bir de "bilimler sitesinde, Hasan Fehmi Kumanlıoğlu’nun açıkladığı;"Cinnet nedir, cinnet getirmek ya da cinnet geçirmek ne demektir?.." adlı yazıyının başlangıç kısmını okuyalım: Cin tutma, delilik, çılgınlık, davranış uyumsuzluğu, aklın zail olması. Buna cünûn da denir. Cinnet, Kur’an-ı Kerîm’de bu mânâda birkaç yerde geçer: "Yoksa O’nda Cinnet mi vardır?" (Sebe’, 34/8). Cinnet; diğer bir manasıyla; cin ve bu kelimenin çoğulu olarak cinler veya cin taifesi demektir: "Cinlerden ve insanlardan" (en-Nâs, 114/6) Cinnet, örtü ve gizlilik mânâsında değerlendirildiğinde; Cennet, cenân (kalb), cünnet (koruyucu), cenîn ve mecnûn ile alâkalıdır.
Cinnet, dilimizde delilik mânâsına kullanılmaktadır. Cin çarpması olarak da tanımlanmaktadır. Gözle görülmeyen varlık olan cinlerin, insan vücuduna girerek, zarar verdiklerine inanan kimseler vardır. Cünûn (cinnet) hali, İslâm hukukunda önemli bir yer tutar. Çünkü İslâm akıl dînidir. Ahkâmı da akılla anlaşılır...
F) İnsanların, ya işsiz veya kazançlarından enflasyon yolu ve ağır vergiler almakla,
G) Suçlulara. kıytırık cezalar veya peşpeşe çıkan aflarla süren infazlarla,
H) Dini ve ahlaki değerler, yazılı ve görsel basın tarafından dejenere edilmesine sessiz kalınmakla,
İ) Ve en mühümü de "CİN; ŞEYTAN" etkisini görmemezlikten gelip bu yaraya parmak basılmadıkça.. alınan "GÖSTERMELİK ÖNLEMLER" sadece kadına şiddet uygulanıyormuş ve sadece kadına yönelik şiddet varmış.. istismarıyla daha uzun müddet sürdürülemez. Daha doğrusu tabiri caiz ise, hani "KÖR TUTTUĞUNA.." diye bir halk tekerlemesi vardır. İnsanın insana uyguladığı şiddet de, aynen böyle sürdükçe...
Faaaaakat, biz ikiyüzlü insanlar; şiddetin diğer çeşitlerini saklar veya anlatırken biraz kılıflar.. sadece, kadına ve sadece, erkek tarafından yapılan şiddeti ön plana çıkarır ve bunlardan da, bir kısım insanlar bir şekilde şöhret veya rant sağlayıp nemalandıkca, bu "ŞİDDET" fasit dairesini hiçbir zaman kıramaz ve bu devasa problemi hiç bir zaman çözemeyiz. Kan akmaya, insanlar da bakmaya
(sadece dedikodusunu yapmaya) devam ederler.
Not: Kısa olması için çok özetlendiğinden dolayı, leyleğin kuşa döndürülmesine benzeyen bu İBRETLİK HİKÂYE’mizi eğer şayet beğenip de, siz de burada ifade edilen fikirleri doğru buluyor, destekliyor ve yürekten katılıyorsanız; tanıdıklarınız ile bu ibretlik hikâyemizi paylaşarak, "şiddet gerçeğine siz de bir parmak basıp, meraklılarına ve bunu önleyecek ilgililere.. siz de, böylece bir mesaj verin."
Selâm ve dua ile.
16-12-2014
Mürsel Münevveroğlu
munevveroglu@
Surprizsite.com ve Has-gül vakfı.com
Genel Yayın Yönetmeni
Konak –İZMİR.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.