- 1738 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BALKAN GERÇEĞİ-3
Can dostlar;
Sizlere Prizren’deki B.M. deki Türk taburunun efsane komutanı Erdinç binbaşı’dan bahsedeceğim biraz.
Kosova’da savaş sonrası Türkiye’den B.M. emrine giden taburumuzu barış gücü yetkilileri –sanki izole etmek ister gibi- şehrin ormanlık bir dağ köyüne, biraz kar yağınca şehirle irtibatın kesildiği bir yere konuşlandırırlar. Prizren’deki Türkler ne kadar şehre gelmesi için mücadele ettiyse de itirazlar göz önüne alınmaz.
Bir akşam Erdinç Binbaşı şehirde işlerini görüp taburuna gitmek istediğinde diğer ülke askerleri yolunu keser. Kendini tanıtır ama Nuh der, peygamber demezler. Muameleleri dokunmuştur binbaşıya.
Erdinç binbaşı bir yolunu bulup tabura ulaşır ve…
Sabah olur olmaz taburu alarma geçirir, tankı topuyla bütün taburu yola çıkarır ve B.M. ye bağlı diğer ülkelerin kuvvet komutanlarına telsizle şu mesajı verir:
“Taburumla aşağı iniyorum. Şehre yerleşeceğim. Gücü yeten yoluma çıkıp engellesin.”
Bu olayı anlatan mihmandarımız Engin Roja’ya; “- Peki; bu arada Erdinç Binbaşı bir üstü Albay dururken nasıl emir verdi?” diye sormadım. Gerek duymadım da; onaylıdır mutlaka ya da, komutanının da hoşuna gitmiş olabilir.
B.M. Komutanlığı telaşla Türk hükümetine durumu bildirir. Yapma etmelere aldırmadan şehre iner, kimse karşısına çıkmayı göze alamaz ve şimdiki bulundukları yere; Mahmut Paşa kışlasına konuşlandırır taburu.
Ve bir enteresan tesadüf, konuşlandıkları yer,- eskiden fabrika olan bina ve arazi-, Sultan Murat’ın Kosova seferinde ilk otağını kurduğu yerdir.
Bu olaydan sonra ve akabinde Prizren halkıyla olan candan ilişkileri sebebiyle Erdinç binbaşı halkın gözünde büyük bir kahramandır artık ve Prizren’de Lakabı Çengiz Han’dır. O kadar ki, böylesine sevdikleri komutanlarını B.M. tarihinde ilk defa 6 ay yerine bir yıl Prizren’de görevde tutmayı başarırlar.
Ne mutlu o komutana. Bu vesileyle ben de saygı ve şükran duygularımı iletiyorum buradan kendisine. Ankara’da olduğunu duydum. Gönlümü gönderiyorum komutanıma.
Mamuşa’ya ve Kosova’ya veda edip Makedonya’ya doğru yol alıyoruz.
Gezimizin üçüncü günü Makedonya’da,120 bin nüfuslu Kalkandelen’deyiz. Makedonlar Tetova diyorlar; Arnavut Müslümanların hâkim olduğu bir şehir Kalkandelen. Çok az Türk kalmış. Arnavut milliyetçiliğinin üst seviyede olduğunu ve iki Müslüman milletin aralarının pek de iyi olmadığını söylüyor bize SAÜ’de “uluslar arası ilişkiler yüksek lisansı”nı bitiren rehberimiz Gostivarlı Abdülmecit Nurettin.
Önce Paşa Camii’nde (Alaca Camii de diyorlar) cemaatle ikindi kılınıyor. İçi, dışı rengarenk boyalı bir cami. Zaten Balkanlardaki camiler Anadolu’dakilere oranla daha süslü ve özellikle minareleri daha heybetli.
Alaca Camiinden Kalkandelen’in en önemli ikinci Osmanlı eseri Harabati Dedebaba Tekkesine geçiyoruz.
Şar Dağları eteklerinde enfes bir Osmanlı eseriyle karşı karşıyayız; 500 yıllık Bektaşi Tekkesi
Girişteki duvarlarda ve camlarda kurşun izleri hala duruyor.
Mükemmel bir külliye; camii, teslim taşı, aşevi, fatıma evi, türbesi, zikir hanesi, hamamı, ambar hanesi, teferrüç hanesi (nefeslenme mekânı) vs. ile.
Tekkenin dedesi Tahir Eminî Dedebaba’nın 2006 Ocak ayında vefat ettiğini öğreniyoruz. Şimdi yerinde Arnavutluk Tiran Bektaşilerinden Edmonton adlı bir şeyh oturuyormuş ama o sırada yoktu Dolayısıyla tanışamadık. Eminî Dedebaba’nın gözü yaşlı hanımı bize türbeyi açıyor, başta tekkenin kurucusu Malatyalı Sersem Ali Dedebaba olmak üzere, bütün Dedebabaların, en son Tahir Eminî Dedebabanın mezarları ziyaret ediyoruz.
Buradan 22 kilometre güneydeki Gostivar’a doğru yola çıkıyoruz.