Arkadaşım Hayat
“Kutu kutu pense, elmamı yerse, arkadaşım acı arkasını dönse.. Kutu kutu pense, elmamı yerse, arkadaşım acı arkasını dönse.. Kutu kutu pen…”
Kollarıyla sarmaladığı dizlerini karnına doğru çekip sırtını yasladığı gri duvarın dibinde eski bir saatin sarkacı gibi usul usul sallanarak ard arda tekrar ediyordu küçükken oynadığı oyunun şarkısını.
Karşısında yan yana dizilmiş onlarca şarap şişesi. Biri kırıktı içlerinden; yerdeki yıpranmış fotoğrafın hemen yanı başında olan. Ya kırılır ya da yıpranırdı bazı şeyler. Bazı gecelerde bazı hikayelerde.
Güneş batıyordu. Üç kez çaldı kapı zili. Sonra bir üç kez daha;
ding dong.. ding dong.. ding..
Duymuyordu Asude, son zamanlarda hiçbir sesi duymuyordu; kafasının içindekilerden başka. Haziranın biriydi bugün ve o her yıl bu zamanlar diğer on bir aya sağır ve dilsizdi.
Zil sesi kesildi. Kapı deliğinde iki kez döndü anahtar. Ertuğrul’du salona doğru gürültülü adımlarla gelen. Her yıl aynı gürültüyle aynı ayın aynı gününde gelirdi. Elinde yeşil bir kağıda sarılı diazem.. Masanın üstüne bıraktı sakinleştiriciyi. Biliyordu bakacağı yeri; her yıl aynı zamanda hep aynı duvarın dibi.. Koltuğun üzerindeki kırmızı örtüyü sıyırıp örttü Asude’nin aynı çıplaklığını. Hep örterdi Ertuğul; hep örterdi ama sadece görebildiklerini..
“Yine mi almadın ilaçlarını! Lanet olsun sana! Lanet olsun sana ve şu cam parçalarına!”
“Kutu kutu pense elmamı yerse…”
Sarıldı Asude’ye babası gibi. Cam parçacıklarından biri ayağına battı onu banyoya götürürken. Ayağındaki kesiği umursamadı. Pek umursamazdı kendi acılarını. Orta okula yeni başlamışken annesinin onu Ankara’ya yakın bir ilçede yatılı okula gönderip emekli bir polis ile evlenmesinden bu yana.. Burnundaki kırık o adamdan yadigardı.
“Ilık bir duş.” dedi. “Ilık bir duş; sana iyi gelecek!”
Küvet suyla dolarken Asude parmak uçlarının üstüne basarak içine girdi suyun. Kendine dürülen bir katmer gibi oturdu. Titriyordu. Üstündeki örtüyü sıyırdı Ertuğrul.
“En son ne zaman yemek yedin? Kemiklerin sayılıyor!”
“Arkadaşım acı arkasını dönse.. Kutu kutu pen..”
Küvetin kenarında bulunan bakır maşrapa ile birkaç sefer su döktü başından aşağı. Kızıl saçları beyaz teninin üzerine ahtapot bacakları gibi yayıldı. Hala titriyordu Asude. Askıdaki sararmış bornoza uzandı Ertuğrul. Bornozu giydirirken gözleri Asude’nin bileğinden koluna doğru dikine uzanan yirmi altı dikişe kaydı. Geçen yılın 1 Haziranını hatırladı. Ağladı. Bazen ağlardı Ertuğrul; zamanı tersine döndüremediğinde..
“Ne zaman öğreneceksin acıların ile tatlı yaşamayı! Şu terlikleri giy ayağına. Cam parçalarıyla dolu her taraf!”
“Kutu kutu pense. Elmamı yerse. Arkadaşım acı..”
Kucağına alıp yatağına götürdü Asude’yi. Masanın üstüne bıraktığı sakinleştiriciyi alıp odaya geri döndü sonra. Sakin adımlarla yaklaştı yanına. Bornozu sağ kalçasından sıyırıp titremeye başlayan elleriyle boşalttı ilacı damarlarına. Anne rahmindeymiş gibi arkasından sarılıp sığındı Asude’nin yalnızlığına. Sallanmaya başladılar birlikte.
Birrrr
İkiiiiiiiii
Üç!
Dillerinde aynı şarkı;
“Kutu kutu..”
Uykuya daldı Asude. Çocukluğundan kalma bir kutunun içinde..
Telefonun sesi ile irkildi Ertuğrul. Saatine baktı; yataktan kalktı.
“Lanet olsun!” “Sultan!..”
“Alo.. A alo.. Özür dilerim. Lütfen bekle beni orada. Gelince anlatırım.”
Çaresiz gözlerle Asude’ye baktı. Eğilip yanağına bir öpücük kondurdurduktan sonra fısıldadı kulağına;. “Sabah mutlaka geleceğim. O sevdiğin börekten alıp. Çayı da ben demlerim. Sen uyanmadan, söz!”
Ayağındaki cam batığı ile çıktı dışarı Ertuğrul. Adım attıkça yine umursamadı kendi acısını. Yürüdü ona, camsı hatıralarla..
Yine üç kez çaldı kapı zili;
ding dong.. ding dong.. ding..
Bir üçüncüyü beklemedi. Deliğinde döndü anahtar. Açıldı kapı. Salona doğru dokuz adım.. Her şey yerli yerindeydi; o ağır koku, boş şarap şişeleri ve cam parçaları.. Bir tek fotoğraf yoktu halının üstünde.
Odaya doğru koşarak bağırdı Ertuğrul; “Asudeeee!” Yankılandı sesi kendi içinde.
“Kutu kutu penseeeee..”
Bir lunaparkta buldular Asude’yi. Dönme dolabın hemen karşısındaki bankta, sağ avucunda büyük bir cam parçasıyla.. Yanında ise doğum gününde çekindikleri o fotoğraf.. Annesi, babası, Ertuğrul.. Tutuşmuşlar el ele..
“Kutu kutu pense. Elmamı yerse..”
Bir tek babasının arkası dönüktü fotoğrafta. Kolundaki dikişlerden bir fazlaydı yaşı.
Ölüm, mırıldandı;
“Kutu kutu pense. Elmamı yerse… Arkadaşım Hayat önüne dönse…”
gnşk-mç
YORUMLAR
bu neydi ya sabah sabah :(
hava gürültülü, sağanak bir yağmur var dışarıda
kendimi birden o yağmurun altında gibi hissettim
ayaklarım çıplak...
çok güzel ve etkili bir anlatım
gerek tasvirler
gerek diyaloglar
sık sık tekrarlanan çocukluğumun unutulmaz oyunlarından birinin şarkısı...
parmak uçlarım buz kesti daha fazla yazamıycam
gerçekten çok etkileyici idi....
...
...
..
kutlarım
sevgiyle...
ne çok öykü saklı
ne çok kırık
ne çok keder
kutu kutu pense denizler yükselse
gök kubbe eğilse
bulutlar ayaklarımı yükseltse
toprak üzerime serilse
bütün kuşlar yüreğimi didiklese
sonra kelebekler boşluklarını beneklese
bazıları mezarlarını işte böyle içinde taşır
daha çok olsaydı daha çok okumak istedim sevgili Jir
bugün başka efkarım var der gibi yüzüme üfledi gün
sevgi ve selam o güzel yüreğine