- 760 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Mathilda'nın Hikayesi...
Tam kapımın önündeyim şimdi. Beş dakika önce ise sokaktaki serseriler tarafından yine sözlü tacize uğramıştım. Koşar adımlarla daireme çıktım.Kimse kovalamıyordu belki ama hayatın bitip tükenmeyen döngüsü tarafından adeta hırpalanmaktaydı ruhum. İşten çıktım saat altı olmuş ve işte yine evdeyim. Ve yine sabah olacak ve ben yine işe gideceğim. Dört senedir koca bir yalnızlığı barındırmaktayım dünyamda. Benim tek neşem olan büyükannemi kaybettiğimden beridir keyifsizim. Bu neşesizliğimi elimden geldiğince kimseye yansıtmamaya çalışıyordum. İş yerindeki gelişigüzel herşeye gülen aklı beş karış havada arkadaşlarıma karşılık olarak, aslında bana ait olmayan kahkahalar savurmaktayım. Onların görmek istediği tek şey bu çünkü. Mutsuzluğumdan mutlu olacak belkide onlarca insanım mevcuttur yaşamımda. Ama hepsinden sıyrıldığım tek an dünyama gömüldüğüm andır. Gelir gelmez ilk yaptığım şey, paletimi fırçamı elime alıp yağlı boya yaptığım resime ilk fırça darbesini atmak ve bırakmak olurdu. Sonrasında dondurucuda yenmeyi bekleyen yiyeceklerimle geçiştiriyordum akşam yemeğini. Ben henüz beş yaşındayken annem ve babam şiddetli bir kavgaya tutuşmuşlar. Büyükannem babamın her zaman sorumsuz bir adam olduğunu söylerdi. Annemin ise takıntılı ama bir o kadarda fedakar olduğundan bahsederdi. Bana bu trajediyi yaşatan babamın, elimde kalmış tek vesikalık resmine bakıyorum şimdi, mağrur bakışlara sahip bir adam görüyorum karşımda , sağ kaşının üstünde ise büyükçe görünen birde beni mevcut. Ailemin o dönemde maddi anlamda durumları iyi olmadığı ,babamın ise çalışmadığı ve bize bakamadığı için annem, yanına benide alarak soluğu büyükannem’de almış. Bir gece ansızın kapı çalmış, gelen zil zurna sarhoş olan babamın ta kendisiymiş. Anneme eve geri dönmesi için çok dil dökmüş, lakin annem bunu kabul etmemiş, nasıl bir baskıya maruz kalmış annem, orasından hiç bir zaman söz etmemişti büyükannem, o anda küçük çaplı bir sinir krizi geçirdiğini söylemişti, büyükannem onu sakinleştirmekte başarısız olacağını anladığında babamı alt kata indirip evden gitmesi için ona yalvarmış, babam ise ısrarla eve dönecek, onu almadan gitmeyeceğim buradan diye çıkışmış. Bu kadar zulme ve baskıya tahammül edemeyen annem ise büyükbabam’dan kalan silahla kendisini yatak odasında başından vurmuş. Küçük bir çocuktum, bana annemi ve o soğuk geceyi anımsatan tek şey o silah sesiydi... Sonrasında büyükannemle o evden ayrılıp şehir merkezine taşınmıştık. Bu hayatım boyunca unutamayacağım ve kalbimi günden güne kazıyıp kanatan tek şeydi. Üstelik anneme o dönemlerde ne kadar da bağımlı olduğumu anımsıyordum. Küçük bir kızın tapınağı,kısaca mabedi bir anda onu vargücüyle büyütmeye çalışan fedakar annesi oluyordu haliyle. Benim en değerli oyuncağım, benim dünyam, benim herşeyim, hazinem,dünyanın dayanılmaz ağırlığına ve eşinin baskısına dayanamayarak intihar etmişti. Babam ise o zamandan beri kayıptır, onu hiç bir zaman tekrardan görmedim. Görmek istermiydim bundan bile emin değilim, nitekim o benden annemi çaldı, o benden ruhumu çaldı... Üniversiteyi bitirdiğimde büyükannemin üzerindeki heyecanı hayatım boyunca unutamam. Ne zaman bankada iş başı yaptım işte o zaman dünyalar onun olmuştu artık. Nitekim kendi ayaklarımın üzerinde durabilecek ve paramı kendim kazanabilip kimselere muhtaç olmayacaktım. Artık rahatlıkla ölebilirim, diyordu, meleğim senden ayrılmak canımı yaksada, günün birinde Tanrı beni yanına almak istediğinde, benim için bir gram dahi üzülmeyeceğine söz ver demişti, hayat herkese bir kez yaşam şansı veriyor ve ben biliyorum, hissediyorum, bu şansı yaşadım ve artık bitirmek üzereyim diyordu. Seksen altı yaşındaydı, bu sözlerinden bir kaç gün sonra kalp krizinden ölmüştü. En büyük ikinci yıkıma şahitlik etmiştim haliyle. Televizyonu açıyorum, karşıma haberler çıkıyor, ailesinden para alamadığı için arkadaşlarıyla plan kurup ailesini katleden bir gencin haberi veriliyor, şaşkınlıkla ve sıkıntıyla bu durum karşısında afallıyorum. Paranın insanları soktuğu şu durumada bir bak diyorum kendi kendime, nasıl bilebilirlerdi ki , bir cani yetiştirdiklerini. Küçük bir bebek olarak gözlerinizi açıyorsunuz hayata. En masum ve en güzel varlığınızı sunuyorsunuz ailenize,daha sonra büyüyor ve başkalarının canını yakan bir katil oluveriyorsunuz, küçükken çok sevimli herkes tarafından öpülen sevilen bir bebektiniz üstelik, ama şimdi herkesler tarafından haklı olarak nefret edilmektesiniz. Nasıl bir insan cani olabilir. Haberlerin daha fazla canımı sıkıp, beni daha fazla düşüncelere sokmasını istemediğimden, soluğu elimde kitabım ve kahvemle balkonda alıyorum, Tolstoy ’İnsan ne ile yaşar’ diyor. Kunduracı Simon ve Melek Mikail ile tanıştırıyor beni. Bir süre kadar keyifle okuyorum kitabı, daha sonra saatin geç vakte geldiğini fark ediyorum, ve uykuya koyuluyorum. Bir günü daha amaçsız bir şekilde bitirmiş olacaktım böylelikle, yarın yine sisteme ve insanlara kölelik etmeye devam edecektim nasıl olsa. Yine çalar saat çalmadan beş dakika öncesinde açmıştım gözlerimi, hazırlanıp, evden çıkmam için yirmibeş dakika vardı önümde.Dört senedir durmaksızın çalışıyordum. Bugün işe gitmek istemiyordum, kaçırdığım hayata bakmak istiyordum, ben saat sekizde masamın başında evraklarla uğraşırken neleri kaçırmış olabileceğimi görmek istiyordum sadece. Kararımı vermiştim bugün işe gitmeyecektim, bugün kasvetli ruhumu bir palto gibi duvara asıp öylece çıkacaktım dışarıya. O kadar güzel bir hava vardı ki dışarıda, güneş ışığını tüm odalarıma yaymış ’hadi beni kaçırmadan çık artık dışarıya’ diyordu bana adeta. Alıp dolaba koyduğum ama hiç giymediğim yeşil elbisemi giyiyor,saçlamı açıyor ve çalan telefona koşuyorum. Arayan tahmin ettiğim gibi bankadan arkadaşım Arthur, ona hasta olduğumu ve bugün gelemeyeceğimi söylüyorum, çıldırıyor, telefonda bağırıyor bana, ölüyor olsanda gelmek durumundasın bugün önemli bir gün diyor. Ona aldırış etmeksizin telefonu kapatıyorum suratına ve daha sonra tekrar aramaması için meşgule bırakıyorum telefonu. Henüz hayatıma kattığım bir erkek olmadı, belkide bunca zamandır dışarıda bir yerlerde bekliyordur beni, kapanıp kaldığım ofis odasında beni bulamazdı öyle değil mi. Bu sözlerle ve ışığın yaydığı enerjiyle hazırlanmıştım, bugün kalbim bir başka çarpmaktaydı çünkü, tüm kasvetimi palto misali astığımdan emindim. Çantamıda alıp hızlı adımlarla üçüncü katta bulunan dairemden uzaklaşıyordum, o sırada bayan Elli ardımdan bağırıyor sen bugün işe gitmedinmi Matilda diye. Hayır bayan Elli, bugün izinliyim diyorum ve ona gülümseyerek yürüyorum. İlk etapta karşıma çıkan manzara güldürüyor beni,sonrasında ise düşündürüyor. Küçük bir süs eşyası dükkanından mal kaçırmaya çalıştığı için, yakaladığı çocuğu köşede kıstırıp kızgınlıkla nasihatlar veren ve azarlayan adamı görüyorum. İnsanlar film izliyor gibi seyrediyorlar bu olayı.Bir süre kadar diğer insanlar gibi konuyu anlamak adına bende onları seyrediyorum. Küçük çocuk utancından adeta ölmek üzere, yüzü kızarmış masum bir şekilde bakınmakta, adam ise çocuğun yakasına yapışmış hesap sorma derdinde, tombul yanakları adamı sevimli yapmaya yetmiyor maalesef, çünkü karşısındaki minik bir bedene, çaldığı beş para etmez mal için nasihatla karışık hakaretler ediyor. Olaya el atma ihtiyacı hissediyorum haliyle, dayanamıyor ve onca insanın arasında, tombul dükkan sahibi adama bağırarak ’çaldığı malın iki katını ödemeye hazırım,yeterki o çocuğu artık rahat bırak diyorum ona’. Herkes şaşkınlıkla bana bakıyor,tombul adam da öyle. Nasıl yani diyor öfkeyle, bildiğin türden diyorum, iki katını ödeyeceğim dedim,ne kadarlık mal çalmışsa söyle bana. Sen bir hırsızı savunuyorsun farkındamısın diyor, hey,hey,hey seni şişko tombul adam diyorum büyük bir rahatlıkla, hayatım boyunca bu kadar rahat olduğumu kendim bile fark etmemiştim. İstediğin bu değil miydi diyorum ona, aksini yaparsan eline hiç birşey geçmez, polis onu belki bir kaç günlüğüne nezarethane’de tutar, sonrasında yine çıkar, ama senden çalmış olduğu mal onda yine kalır , ve zarar eden taraf bu durumda sen olursun. Bırak poliside işimizi yapalım dedim ona. Herkes şaşkınlıkla bana bakmaya devam ediyordu, tombul dükkan sahibinin yanındaki yaşlı adam, tombul adamı dürtüyor ve bu pazarlığın makul olduğunu söylüyordu ona. Bir anda öfkesini yatıştıran tombul adam, ödemem gereken rakamı yazıp elime uzatıyor bir anda. Rakam biraz büyüktü ama neyseki cüzdanımda o rakamın iki katı daha mevcuttu. Hemen parayı çıkartıp tombul adama uzatıyorum.Gider ayak çocuğa son bir kez öfkeyle bakıyor ve toplulukla birlikte uzaklaşıyordu. Artık başbaşa kalmıştık bu küçük adamla. Adın ne senin diyorum ona. Kızarmış yüzü ikinci kez kızarıyordu sanki, Burnell diyor, adının anlamını taşıyordu, kızılımsı çocuk. Gülümsüyorum ona. Seninle birşeyler yiyelimmi diyorum ona, gitmem gerekir diyor, üzerinde yamalı bahçıvan kıyafeti, biraz kirlenmiş ters taktığı şapkası, ve hafifçe uzamış (eminim her rüzgarda gözlerini kapatıyordur) saçlarıyla duruyor karşımda. Bense ısrarla, benimle birşeyler ye küçüğüm diyorum ona, o kadar mahçup ki, sanırsınız ki, bu işi ilk kez yapıyor. Ben birden fazla kez yapmış olduğunu düşünüyordum oysaki, bakıştığımızda yanıldığımı anladım. Peki diyor utangaç tavırlarla, küçük adamı yanıma alıyorum, biraz ilerde çok güzel bir kafe var kahvaltı istiyoruz, önümüze kruvasanlar ve kahvelerimiz geliyor. Anlat küçük adam diyorum ona, anlatacak bir şeyim yok diyor mahçup tavırlarla. İllaki vardır diyorum ve ona soruyorum, neden böyle bir şeye kalkıştın ? O sadece bir hediyeydi diyor! Peki kimin içindi diyorum, hastanede yatan annem içindi diyor.Bir annen var mı diyorum ona, evet diyor ve gülümsüyor, üstelik bir bebeğimizde oldu diyor. O dakikalarda sevincinin ruhundan adeta taştığını görüyordum, onunla birlikte bende keyiflenmiştim. Ona bir teklifte bulunmak istiyordum. Annene bir hediye alalım ve seninle bende ziyarete geleyim olurmu diyorum ona. Tabi, neden olmasın diyor bana, seninle tanışmaktan mutlu olur annemde diyor bana. Ama senin adını henüz bilmiyorum diyor bana, Mathilda diyorum ona, Mathilda Morel diyorum , şaşırıyor, ama hiç birşeyde söylemiyor. Bu küçük adam Burnell gördüğüm saatlerden beridir o kadar yakın geliyordu ki ruhuma, nedense onu öpmek ve ona sarılmak istiyordum. Ama benim için bir yabancıydı, kısa süreliğine beni keyiflendirmişte olsa sevimliğiyle, nihayetinde yabancıydı. Burnell ile tombul adamın hediyelik eşya dükkanına giriyoruz, adam bizi karşısında bir kez daha görünce sinirden kızarıp homurdanıyor. Tombul adama gülümseyerek, Burnell şuan müşteriniz, üstelik parası olan bir müşteriniz, ve sizin ona kabalık yapmayacağınızdanda eminim diyorum gülümseyerek tombul dükkan sahibine. Elbette, buyrun öyleyse diyor paragöz adam. Ne almak isterdin Burnell diyorum ona, eliyle asılı duran ışıklı ve müzikli dönenceyi gösteriyor bana. Tamam öyleyse diyorum ona, onu alalım diyorum, tombul adam bir güzel hediye paketi yapıyor, tabi bu arada homurdanmaya devam ediyor kendi kendine, parayı Burnell’in tombul adama uzatması için veriyorum, göz göze geliyorlar, kızgın bir boğa gibi görünüyor o dakikalarda tombul adam, Burnell ise tüm samimiyeti ve heyacanıyla gülümseyerek o küçücük elleriyle parayı uzatıyor tombul adama. Minik bir süs eşyasını çaldı diye çocuğa etmediğini bırakmamıştı, çocuk ise şimdi ona para uzatıyordu. Bu durum epeyce bir afallatmıştı beni. Tombul adama teşekkürlerini sunmayıda ihmal eymiyordu Burnell, bu küçük adam oldukçada kibardı. Haydi düşelim öyle ise yola, diyoruz ve hastaneye doğru yol alıyoruz Burnell ile, hiç tanımadığım bu küçük adama refakat ediyordum bugün , yeni doğum yapan annesini ziyarete gidiyorduk, üstelik Burnell’ın seçtiği ve aldığı hediyeyle. Bu annesini eminim mutlu edecektir. İnsanları mutlu etmeyi seviyordum, her nekadar çok mutlu bir hayat sürmedimsede. Daima eksiktim, sağım babamdı oysaki, solum ise annem, ben her ikisinide kaybetmiştim, annem intihar ederek yaşamına son vermiş, buna sebep olan babam ise kimbilir şimdi nerelerdeydi. Büyük annem ise ölümüyle ıssızlığıma ve yalnızlığıma bir tuğla daha koymuştu, şimdi koyu yalnızlıkları barındıran duvarlarım ve dünyam vardı. Hiç tanımadığım bu küçük adam ile otobüste ilerlerken kendimden geçmiştim böylesine. Ve varmıştık nihayet hastaneye, küçük Burnell’ın elinden tutmuş annesinin bulunduğu 35 nolu odaya doğru yol almaktaydık. Hiç tanımadığım bir ailenin mutluluğuna ortak olacaktım nitekim. Heyecanlıydım, küçük bir bebek ve bir anne ile buluşacaktık. Burnell heyecanla elimi bırakarak bir anda 35 nolu odaya önden koşmuştu bile. Bense ardından hızla ilerlemekteydim hastane koridorunda. İçeri heyecanla adımımı atmıştım ki, gördüğüm manzara karşısında şaşırmıştım. Burnell yaşlı bir kadına sarılarak ağlamaktaydı. Neler oluyor Burnell annen nerede dediğimde ise yaşlı kadın bana onun doğum yaptıktan sonra kanamasının durmaması üzerine yaşamını yitirdiğini söylemişti. Şok olmuştum, küçük Burnell annesiz mi kalmıştı yani şimdi. Tanrım bu ne büyük bir acı, kendimi koltuğa güçlükle bırakmıştım, nefesim kesilmiş karşımda ağlayan küçük Burnell’e teselli verecek takati bile edinemiyordum şimdi. Tanrım bu korkunç bir yıkım diye söylenmeye başlamıştım. Peki ya bebek nasıl dedim yaşlı kadına, o iyi bir kız çocuğu oldu, onu küveze koydular gözetim altında bebek ünitesinde dedi, peki ama siz kimsiniz dedi yaşlı kadın bana, ne diyeceğimi şaşırmıştım, hiç bir bağım yoktu belki bu insanlarla ama yüreğim neden bu kadar sızlamaktaydı. Küçük Burnell’ın arkadaşıyım,ben Mathilda dedim, kadın anlam veremeyen gözlerle bana baktı, beni uzun uzun süzdü ve kırıkta olsa bana gülümseyerek, bende onların ev sahibesi Marie Dupond dedi. Bunların kimsesi yoktur, ve durumlarıda hiç iyi değildir, zavallı Helen maalesef yaşamını yitirdi dedi. Adı Helen’miydi dedim ona, evet dedi, o bir göçmendi, yunanistandan, çok iyi bir anneydi, küçük Burnell onun için yaşam kaynağı idi. Peki ya kocası, o nerede şimdi dedim ona, birazdan gelir dedi, bir kaç evrak işi için aşağıya indi dedi, bu durum karşısında oda yıkıldı tabi dedi. Peki küçük bebeği görebilirmiyiz dedim ona, elbette bir kat yukarıda, çıkalım isterseniz dedi,küçük Burnellın gözyaşlarını sildim, koridorda yukarı kata ilerlerken, bir anda durup ona sarıldım, o küçük kalbin hüzünle atışını tüm ruhumda hissettim, Tanrım annesiz kalan bir çocuk, bu çok acı verici bir durumdu. Küçük Burnell’da şimdi benim gibi acıyla yıkanmıştı. Hiç tanımadığım ama ruhumdan bir parça gibi hissetmeye başladığım bu çocuğun acısına ortak oluyordum şimdi. Yukarı kata bebek ünitesine varmıştık, Burnell cam’dan içeride küvoz’da yatan bebeklere bakmaya çoktan koyulmuştu bile, hemşirenin ona kardeşinin yerini göstermesiyle, heyecan sarmıştı küçük kalbini, işte oradaydı, minik elleri ve bedeniyle küvoz’da öylece dünyanın acılarından habersiz bir şekilde yatmaktaydı. Bir annesi yoktu, tanrım bu düşünce kalbimi adeta kemiriyordu ki, danışmanlıktan bir ses yükseldi, bir isim çağırılıyordu yanlarına ’Fabien Morel’ diye, kalbim çıldırmışcasına atmaktaydı. Çünkü bu ismin ve soyadın sahibi babamdı. Tanrım, bu kişi babam olabilirmiydi peki, ben içten içe bunun şokunu yaşarken o anlarda, Burnell heyecanlanmış bir şekilde, babamı çağırıyorlar bayan Marie öyle değilmi diyordu. Bayan Marie ise başıyla bunu onaylamıştı. Bunu gördüğümde bir kez daha sarsıldım, eğer Fabien Morel bu isim benim yıllardır görmediğim babama ait ise bu durumda Burnell benim üvey kardeşim olmalıydı. Heyecan ve korku sarmıştı dört bir yanımı, durumumu fark eden bayan Marie iyimisin Mathilda dedi, ona iyi olduğumu ve aşağıya inip hemen geleceğimi söyledim. Heyecan ve panikle, ellerimin titremesini tam anlamıyla kontrol edemesemde çantamda daima bulundurduğum küçük resim albümünü çıkarttım. Aşağı katta danışmanlıkta, babamın varlığını görebilecektim böylelikle. Yirmi üç senedir görmediğim adam olabilirmiydi bu, üstelik benden annemi çalmış bir adamdı bu. Merdivenleri koşar adımlarla indim, hastane koridorundan, odalardaki hastaların bana bakan gözleri etrafında yolumda ilerledim, bir kaç metre mesefa kalmıştı şimdi aramızda, arkası dönük kaşe paltolu bir adam görmekteydim. Karşısındaki görevli kadın, onu teselli edercesine bir şeyler konuşmaktaydı. Tanrım belkide babamla aramda bir kaç mesefa vardı şimdi. Tüm gücümü topladım, çantamdan onun vesikalık gençliğine ait olan bir resmini çıkarttım, elimde öylece tuttum, o kadar sıkı tutmuştum ki resmi elimde neredeyse yırtılacaktı. Aramızda bir metre kadar mesefa bıraktım, ve ona seslendim, ’bay Fabien Morel’ dedim, bir anda bana döndü ve buyrun küçük hanım, benim dedi, Tanrım, bu oydu, saçları beyazlamış, yüzü kırışmış, beni olduğu yerde öylece kalmış, ele vermekteydi onu. Yıkılması ve geçilmesi güç bir buzdağı gibi duruyordu karşımda, gözlerini benden ayırmayarak şaşkınlıkla, iyimisiniz dedi, iyimiyim, aman tanrım, bundan emin değilim, oturun lütfen dedi ve koltuğa oturmama yardımcı oldu, ne hissedeceğimi bilmiyordum. Özlem’mi, nefret’mi ? Neyiniz var dedi bana, ağlamaktan kızarmış şaşkın gözlerle bakarak, içimde yangınlar çıkmıştı sanki, eğer bir an evvel kaçıp gitmezsem buradan, içimdeki yangınla ölebilirdim. Bir anda nefes nefese ayağa kalktım, resmini ona uzattım, bakakaldı şaşkınlıkla, bu benim dedi, iyi ama siz kimsiniz dedi! Gözyaşlarım o anda istemsiz bir şekilde akmaktaydı, ona yöneldim ve ’ben Mathilda Morel, tanıştığımıza memnun oldum baba, dedim! Şok olmuştu, tek bir kelime dahi etmesine izin vermeden, adeta kaçarak uzaklaşmaya başlamıştım oradan, küçük Burnell ve yeni doğan bebek ise gözümün önünden gitmiyordu. Yaşlı ve yorgun bedeni, peşimden koşuyordu şimdi, ama yakalayamamıştı beni, ilk çevirdiğim taksi ile oradan uzaklaşmaktaydım nitekim, kalbim acıdan başka hiç birşeyi hissetmiyordu şimdi, geçmişte büyük bir dram yaşatmıştı bana, şimdi ise o bu drama dahil olmaktaydı ve bu dramı yaşamaktaydı...
-Yazan-Edibe Toğaç-
Not-Tıpkı bir Film izliyormuş gibi okuyun bunu.
Minimalist Şair’den sevgilerle-
sayfamdakalancumleler.blogspot.com.tr/
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.