- 884 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Deneme
Dün geceden beri açık kalan camdan odama izinsizce giren sabahın ilk ışıkları, masamda ki küllüğümün ölülerini aydınlatıyordu. Dün geceden beri tenimle cilveleşen rüzgar kalk artık yeter diyordu. Burnumu gıdıklamaya yetecek uzunluktaki saçlarımı uzaklaştırmak için yaptığım hamlede sigara ve boya kokusunun karışımının ne denli iştah kaçırıcı olduğunu anlamıştım. Şövalyemin üstünde yağlıboya tuvalim dünden tembihlediğim gibi sessizliğini bozmadan duruyordu. Derin bir nefes alırken, bu gece ne rüya gördüğümü hatırlamaya çalışıyor, bir yandan da rüzgarla birlikte hareketlenen beyaz perdenin bir kadının eteklerini hatırlatışındaki becerisine şahit oluyordum. DURUN BİR SANİYE, tabi ya ben dün onunlaydım, Alice Harikalar diyarı kitabından bir sayfa okuturmuşçasına bir ormanda o güzel kadınla. Lütfen bu bir rüya olmasın, lütfen ,lütfen………. Hayır rüya değildi. Ben bir kadının saçlarında güneşin ne denli çaresiz kaldığına şahit olmuştum. Şüpheciliğimi mazur görün. Tüm yaşamını hayal kurarak geçiren bir insanın gerçeklik ile hayal arasındaki çizgide, kendisini kaybedişi öyle çok da zor değildir. Kaçmak bedenime özgü bir olay olmaktan çok ruhuma yapışmış gibiydi ve çok daha basitti benim için. Çünkü bir bedel ödemek zorunda değilsinizdir hayallerinizde, geride kimseyi bırakmadan ve korku yaşamadan kaçmak; hayal dünyasının süslü renklerine kapılıp giderek oluyor. Bir kadın sevebiliyor veya onu terk edebiliyor sonra tekrar sevebiliyorsunuz ve daha neler neler. Sınırı olmayan bir dünya varken neden her hatanızda bir bedel ödemek zorunda kaldığınız yaşama dönmek isteyesiniz ki. Ama bilmesi gerekir insanın, karşılık alır hayat daima ve insan zorlanmaya başlar hayal ile gerçek arasında ki farkı ayırt etmekte. Ama bu sefer ne bir rüya nede hayalden ibaretti. Zihnim artık şüpheci yaklaşımını modası geçmiş bir oyuncak gibi kenara bırakmış, dünden kalan anılarını bir film gibi tekrar tekrar başa sarıyordu. Mutluluk, uzun zamandan sonra bugün, görülebilir ifadesini yüzüme yerleştirmişti. Dudakların bu basit hareketleriyle yüze yerleşen ince çizgiler nasıl oluyor da ifade mi değiştirmekte bu kadar etkili olabiliyor hep şaşırmışımdır. Apartman aynasından gözlerimi, alt komşum olan ismini bilmediğim iki çocuk annesi bir bayanın geçmesiyle ayırabildim. Sonunda üniversiteye gitmek için dışarı çıkabilmiştim. Güneşin keyfi yerinde olmalıydı ki bugüne özgü bir parlaklığı vardı. Sonra bulutlar daha bir beyaz, ağaçlar daha bir yeşildi, işte her gün önünden geçtiğim kafenin tombul ve sevimli kedisi, yine bir köşeye ilişmişti, keyfinin bu kadar yerinde olmasını ekonomi haberlerine bağlıyordum.
Tramvay durağına yürümeye devam ederken içimden koşmak geldi ve kendimi sorgulamadım Bütün gücümle koşmaya başladım. İki yaşındaki bir çocuğun Lego dizişini andıran kaldırım taşlarına aldırmadan koşuyordum. Ben koşarken insanlar meraklı gözlerle bana bakıyor, yapacakları daha iyi bir iş olmadığından, neden koştuğum konusunda tahminlerde bulunuyorlardı ama ben onlara hiç aldırış etmeden, tabi ki arada mağaza camlarında rüzgarın şekil verdiği saçlarıma bakmayı ihmal etmeden koşuyordum. Koşuyordum damarlarımdan kış ayının buz tutmuş kanını atıyorcasına. Koşmak o kadar çok keyif vermişti ki çocukluğumda top peşinde gol atma çabasıyla koşuşumda ki heyecanı tekrardan hatırlayıp, küçük bir çocuk ile bir yetişkin arasında ki dünyaya bakış farkını daha iyi anlıyordum. Ve işte tramvay durağındayım. Evet gelmiştim işte, ama tramvay ortalıkta gözükmüyor, bir annenin çocuğunun ısrarına dayanamayıp istediği oyuncağı alacağını bilip de bekletmesi gibi bekletiyordu tramvay beni, beklemekten başka çare yoktu ve dayanamayıp gülmeye başladım. Mesele koşmak değil doğru zamanda koşmaktı. Hayatımı, trenden inmek için her defasında geç kalan bir adama benzetiyordum. Galiba geç kalmak gibi insan erken davranmaktan da korkmalı, aslında insan mutlaka bir şeylerden korkmalı; mesela geç kalmaktan, mesela başkasını üzmekten, mesela korkmaktan korkmalı. İnsanlardan değil, aç kalmaktan veya ölmekten değil, aç bırakmaktan, öldürmekten korkmalı. Belki de toplumun ahlaksal yapısı böyle korunurdu. İşte o zor soru: ben aşktan korkmalı mıydım? Peki, peki, peki…… İşte buldum; İlkokul yıllarımda yaptığım totemlerin anısına bir totem kuruyorum. tramvay durağında yüzüm raylara dönük bir nokta seçip, kendimi rastlantısal bir olayın eline bırakacağım. Eğer tramvay kapısı tam önüme denk gelir ve ilk inen bir erkek olur ise korkmamam gerektiğini eğer bir kadın ise korkmam gerektiğine karar vereceğim eğer kapı önümde açılmaz ise bu şans oyunundan vazgeçeceğim. Tramvay geliyordu ben ise bir reklam panosu gibi hareketsizce duruyor ve bir yandan da bir köpeğin ağaç olma kararlılığımı takdir etmesinden çekiniyordum. Tramvay geldi evet kapı tam önümde duracağımdan emin olmuştum, veeeeee işteeee………
Tramvay kapısının açılmasıyla birlikte beyaz tenimde şaşkınlığın ve sevincin karışımından çıkan bir ifade aldı yüzümü ve onu takip eden soru işaretlerinin ardından gerçekçi bir cevap: evet korkmalıydım çünkü tramvaydan inen AŞIK OLDUĞUM KADINDI.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.