- 721 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MOLEN KÖYÜ
Takvim yaprakları 10.07.2014 gösteriyor. Saatler sabah 07.00. Dışarıda yağmur hala hızını kesmeden yağmaya devam ediyor. Hava aydınlandıkça çisem, çisem yağan yağmurun arkasından, bulutların arasından yüzünü göstermeye başlayan güneşin bir var oluşunu ve bir yok oluşunu seyrediyorum.
Bugün ev temizliği için temizlikçi kadın gelecek, onun için kahvaltıyı erken yapmak zorunda kaldık. Saat 08.30 da gelmesi gereken temizlikçi gelmedi, dayım telaşlandı acaba başına bir iş mi geldi diye. Dayı gelir belki işi çıkmıştır, gecikmeli gelecektir dedim. Ama dayım kadını cep telefonundan aradı, oda cevap vermeyince dayım iyice telaşlandı. Bende telaş yapma o gelmezse ben yaparım dedim. Ziya gelecek olan kadın Yugoslav, Ama çok seneler önce gelmiş ve şimdi İsviçre vatandaşı. Kadın saat 08.45 de çıkageldi. Dayımla kadın, kapının hemen yanında ayaküstü biraz konuştular. Kadın hemen hazırlıklarını yaparak salondan elektrik süpürgesiyle temizliğe başladı. Dayım beni kadına tanıttı neffe diye Almancada neffe yeğen anlamına geliyor. Türkiye’den geldiğimi, turist olarak gezmek amaçlı geldiğini söyledi. Kadın benimle konuşmak istedi ama maalesef ben Almanca bilmediğim için İngilizce olarak cevap verdim, ama anlaşamadık. O işine döndü bende balkona çıktım.
Dayı dedim bu kadın tamamen yüzeysel temizlik yapıyor. Derinlemesine bir temizlik yok dedim. Dayım bana, burada ev temizliğine gelen kadınlar saatli geliyorlar. Eğer senin dediğin gibi detaylı temizliğe girer isem beni bu kadına çok para ödemem lazım. Ben bir saat için bu kadına 30 Frank ödüyorum. Düşünsene üç saat çalıştığını 90 frank eder. Oda benim için çok para. Türk parasına çevirdiğimizde 210 TL gibi bir para eder.
Kadın bir saat içerisinde makineyle evin içerisini süpürdü ve eline bir bez parçası alarak masa sandalye ve ona benzer yerlerime temizleyerek işin bittiğini bildirdi. Bende o esnada mutfakta kendim için kahve yapıyordum. Kadınla göz göze geldik işaretle işin bittiğini bildirdi. Kahve içer misiniz diye İngilizce olarak sordum evet dedi. Ona da bir kahve yaptım dayım ben ve temizlikçi kadın masaya oturduk, ben kahvemi yudumlarken, dayım kadının parasını vererek teşekkür etti. Onlar Almanca konuşurken bende onları dinliyordum. Kahveler içilip fincanlar boşaldığında kadın benim fincanımı da alarak mutfak lavabosunda yıkadı ve kurulayarak yerine kaldırdı. Kadın saat 10.00 da evden ayrılmış oldu. Dayım odasına çekilerek yatağına uzandı, bende salondaki kanepe üzerine uzandım. Hafif, hafif başımda ağrıyordu. Uyumuşum. Kalktığımda saatler (Saatler diyorum, daha öncede bahsetmiştim çokça saat olduğundan dolayı ) 13.15’i gösteriyordu ve karnımda acıkmıştı. Ne yiye bilirim diye düşünürken aklıma menemen yapmak geldi. Dolaptan iki domates, taze biber, soğan ve iki yumurta aldım. Öncelikle soğanı, taze yeşilbiberleri doğrayıp tencereye koyarak içerisine de raps oil (raps yağı) koyarak ocağa koydum. Soğanla yeşilbiber yağda pişerken bende bir taraftan domatesleri ince, ince doğradım. Doğranmış domatesleri de tencereye ilave ederek kapağını kapatıp pişirmeye devam ettim. Tenceredekiler iyice piştikten sonra yumurtaları da kırarak karıştırıp, kısık ateşte beş dakika daha pişirdikten sonra servis tabağına alıp soğumaya bıraktım. Dayımda kendisi için salata yaptı. Ben menemenimi, dayım da salatasını güzel bir salât sosu ile yemeye başladık. Kendimi övmek gibi olmasın melemen de çok güzel olmuş. Hafif de acılı olunca yemesi nefis.
Yemekten sonra St. Gallen kent merkezine indik. Suzi bizi durakta bekliyordu. Suzi’yide alarak beraberce istasyona geçtik, yolculuğumuz Melon köyü idi. O yöne gidecek olan tren dört numaralı perona gelecekti. Tünelden geçerek dört numaralı perona çıktık. Tren perona yanaşmakta olsun bizde hangi vagonda wc olduğuna bakıyoruz. İlk vagonda Wc olduğunu anlayınca o vagona doğru yöneldik ve bindik. Ben hemen wc’ye gittim. Çok ama çok sıkışmıştım. Arı gibi çalışan vagonların wc’leri pırıl, pırıldı. Ne bir koku, ne bir leke ve pislik, suyu akıyor, tuvalet kâğıdı asılı ve üstelik havlu kâğıdı da vardı. Wc’yi hayranlıkla izledim ve gönül rahatlığıyla işimi gördüm. Çıkarken de acaba ben bir şey bıraktım mı diye kontrol ederek çıktım. Tren hareket etmişti. On dakika sonra Melon köyündeydik. Melon köyüne geldiğimizde istasyonda indik. Bu köy genellikle Bawer evlerinden (Bawer hayvancılıkla uğraşan insanlara verilen isim) oluşuyordu. Köy içerisindeki tüm yollar sıcak asfaltla kaplanmış, Kaldırımları muntazam iki metre genişliğinde, bisiklet yolları da ve spor kompleksleri olmazsa olmazlardan. Burası küçücük bir köy olmasına rağmen köyün posta hanesi, Bankası ve Migros alışveriş mağazası mevcut. İstasyondan inip uzunca düz bir yoldan yaklaşık bir km. kadar yürüdük. Yolun sağında ve solunda inekçilerin evleri ve ahırları mevcut. Köy de elma, armut ve buna benzer meyve ve sebze bahçelerinden de geçiyoruz. Burada kimse kimsenin malına zarar vermiyor, ağaçtan meyve bahçeden sebze koparmıyor. Buradaki meyve bahçeleri sık bir şekilde dikilmiş, sadece iki sıra arasındaki mesafe geniş tutulmuş. Bu bölgeye sıkça yağmur yağdığı için tüm meyve ve sebze bahçelerinin üzerlerine, siyah veya değişik renklerde, bizlerin gölgelik dediğimiz çadırlarla kapatılması sağlanmış, Amaç esen rüzgârın hızını kesmek ve dolu olursa meyve ve sebzeleri doludan korumak amaçlı.
Yürüye, yürüye bir kavşağa geldik. Kavşağı geçtikten sonra sol tarafta bir bawer evi var. Bawer evine yaklaştığımızda ilk olarak ahırın önünden geçtik, büyükçe bir ahır. Ahıra girdiğinde sağı ve solu hayvanlarla dolu. Orta yeri ise traktör ve kamyonetin girebileceği şekilde düzenlenmiş, bu kısımlar da direkt olarak yola açılıyor. Burada yeşil olarak getirilen otların kurutulduğu ve gazlarının alındığı yerler mevcut. Ahırı geçer geçmez de bawer’ın oturduğu ev ve eve bitişik ufak bir odası mevcut. Bu odanın kapısı yola açılıyor. Dayımla ben bu oda içerisine girdik. İçeride sehpalar üzerinde satışa sunulmuş sebze ve meyveler mevcut ve bunların tam ortasında da bir kutu. İçerisinde bozuk Paralar var. Dayım içeride kiraz, salatalık diğer sebzelerle ilgilenirken bende Bawer gelecek biz buradan alış veriş yapacağız diye bekliyorum.
Dayım, ziya kirazın hangisinden alalım burada üç çeşit kiraz mevcut. Dayıma benim için fark etmiyor hangisini alırsan al dedim. Dayım üzerlerinde fiyatları yazılı olan paketlerden üç paket, bir adet salatalı, bir adet kabak ve iki paket de kayısı alarak üstündeki yazan fiyatlardan toplam tutarını hesapladık. Toplam tutarımız 38 Frank tuttu.
Dayı hani nerede bu Bawer denen adam. Şimdi onu mu bekleyeceğiz.
Dayım, yok bak şimdi ne yapacağım.
Elini cebine atarak, cüzdanını çıkardı. Cüzdanından 40 Frank parayı alarak kutunun içerisine koydu ve kutunun içerisinden 2 Frank para üstünü alarak oradan ayrıldık. Ben ineklerin ahır bölümünde resimler çekerken, dayım ve suzi konuşa, konuşa geliyorlardı. Tam o esnada evden bir genç çıktı geldi. Dayımla o genç kişi daha önceden tanıştıkları için ayaküstü sohbet ettiler. Dayım benim hakkımda da bazı bilgiler verdi.
Dayıma, sorar mısın bu arkadaşa, ineklerden, bir tanesinden ama kaç L süt alıyorlar.
Dayım almanca olarak benim sorumu sordu genç arkadaş her bir inekten 50 ile 55 L arasında süt aldıklarını söyledi.
Çok güzel dedim.
Dayım bu gence aldıklarımızı da göstererek parayı kutunun içerisine attığımızı söyledi. Kendi kendime bir düşündüm ki bu Türkiye’de olabilir mi diye. Bu olay az bir farkla mümkündü ama şimdi dudaklarımı bükerek şu anda mümkün değil dedim. Çünkü son zamanlarda bir anlayış doğdu oda “ Müslüman malı Ortak”. Benim çocukluğumda, Balatçık köyünde oturuyorduk, bakkal dükkânımız vardı. Babam namazında abdestinde, beş vakit namazını kılan biriydi. Babam gündüz işi olduğunda ve namaz saatlerinde dükkânı kapatmaz, dükkânın kapısına bir sandalye koyardı. Bu ne demek biliyor muzunuz? Bu şu demek; şu anda kısa süreli meşgulüm, hemen geliyorum. Alışveriş için gelen bir kişi daha sonra gelmek üzere gider ya da sandalyeyi alıp oturarak beklerdi. İsviçre’deki bu durumu görünce çocukluğumdaki bu olay aklıma geldi, bu olayı da anmadan edemedim.
Tren saatine epeyce bir zaman var. Köyün içerisinden yürüyerek istasyona geldik. Yağış kesilmiş, gökyüzü ise yarı bulutlu yarı güneşli bir şekildeydi. İstasyonun yakınındaki durakta beklerken yeşil ve kırmızı erikleri gördüm. Koparmaya öncelikle cesaret edemedim. Ama baktım ki Japon turistlerden bir kısmı bu eriklerden toplamaya başladılar. Bende onlardan cesaret alarak montumun cebi dolana kadar yeşil ve kırmızı eriklerden topladım. Tren gelmişti trene binerek geliş yönümüz olan St Galen’e dönüşe geçmiştik. Bu günü St Galen’e on dakikalık bir mesafede olan güzel bir köyden güzel anılarla ve izlenimlerle dönüyorum birazdan eve de olduğumda bu izlenimlerim günlüğümde yer alacaktır.
Dayıma yarın ne yapacağımızı sordum. Dayım yarın Almanya’ya gideceğiz. Ama gideceğimiz yeri söylemeyeceğim orası sürpriz olacak dedi. Bende hadi hayırlısı bakalım diyerek merakla yarını beklemeye başladım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.