DAMDAKİ YILDIZLAR
Yalnızca biz değil tüm aileler damda geçirirlerdi yaz aylarını. Öyle sıcak olurdu ki; evin içinde uyumak mümkün olmazdı. İklimin belirlediği yaşama biçimlerinden birisi idi damda yaşamak…
O yıllarda teknolojik devrim henüz gerçekleşmediğinden, insanlar birbirileri ile zaman geçirmeyi unutmamışlardı. Damlara kilimler ve minderler atılır, sofralar kurulur, demli çaylar eşliğinde hikâyeler anlatılırdı.
Çocukluğuma dair hatırladığım en güzel anılarım damda geçti. Yatma zamanı geldiğinde döşekler serilir ve herkes yatardı. Benim için günün en güzel anı o an başlamış oluyordu. Çünkü her gece gözlerimi gökyüzüne çeviriyor ve bir yıldızı kendime seçiyordum. O gece o yıldız benim oluyordu. Tüm hülyalı cümleler o yıldızda bütünleşiyordu.
Aşkı henüz tanımadığım yaşlarımdı, lakin yine de içimde bir tutku, bir kıpırdanma vardı. Adını bir türlü koyamadığım…
Şimdilerde yattığım ortopedik yatağımdan binlerce kat daha rahat olan döşeğimde; gözlerimi dikmişim gökyüzünün maviliğine… Bir yıldız diğerlerinden çok daha parlak… Yüzümde anlamsız bir tebessüm… Ben yıldızımı seçmişim… O en parlak yıldız ben olmuşum…
Bana ne kadar uzakta olduğunu hesaplayamadan, en yakınımdakinden daha çok kendimde hissetmişim. Ütopyama sığınıyorum. Hafifçe kasılıyor vücudum, sanki yıldızım beni alacak ve çıkaracak yanına… Mavi bir dünyada olacağım tek başıma… Tüm evreni izleyeceğim tepeden. Parıltının ihtişamı değil, ulaşılmazlığın ve gizemin çekiciliği alıyor beni benden…
Kalabalıklar içinde ki yalnızlığı öğrenmeye başlıyorum artık. Yıllar sonrasını hesaplayamayacak kadar körpe olan zihnim yaşadığım dünyanın gerçeklerini kavramama da mani oluyor.
İçimde ki titremeyi duyan var mı? Sevmekten ben bu kadar korkarken gökyüzünün bu yüksek sesle çırpınışı ondan mı? Sevgimizi belli etmeyi bize öğretmeyen kültürüme kırgınım… ’Erkekler ağlamaz’ diye beni engelleyen törelere kızgınım.
Elimi uzatıyorum karanlığa... Mavilik koyu bir laciverte bürünmüş... Aklıma açlık geliyor, yoksulluk geliyor, ağlayan analar, devrilen fidanlar geliyor. Kahroluyorum. Yorganı biraz daha yüzüme çekip gözlerimdeki yaşlar görünmesin istiyorum. Utanıyorum ağlamaktan. Ben erkeğim; ağlayamam, ağlamamalıyım…
Savaşları görüyorum; zulmü seyrediyorum, ayakları çıplak yürüyen bebeler var şuracıkta, izliyorum… Bebelerin gözlerindeki çaresizlik ve korkuyu hissediyorum. Hissettikçe acı çekiyorum. Gökyüzü karanlığını bir yorgan gibi ört üstlerine… Madem ellerimi uzatıp ağlayan bebelerin, korkan bebelerin hayal perisi olamıyorum; gösterme bana o zaman; bu çaresizlikte ben boğuluyorum…
Yıldızım beni sürüklüyor… Kahrımı gördü ve derman olmaya çalışıyor hırpalanmışlığıma… Birden aydınlanıveriyor her yer… Bir çift kömür gibi simsiyah iri göz, kirpikleri kaşlarına değiyor baktıkça... Ben bakıyorum hayret ve hayranlıkla; O, utanıyor bakışlarını kaçırıyor benden. Saçları ne kadar uzun, ne kadar kara… Uzansam tutuvereceğim sanki. Ardına bakmadan gidiyor. Yürürken gece saçlı, kömür gözlü bu kadını düşlüyorum; benden utanıp yüzüme dahi bakamayan bu kadının; acılarını bir gün benim dindireceğimi bilmeden…
Deniz ve gökyüzü sanki tek vücut olmuşlar sarılmışlar birbirlerine. Yoldaş olmuşlar. Önce deniz akıtmış içindeki tüm sıkıntıyı. Kucaklamış gökyüzü, aynı renkte birleşmişler. Birleşmek isteyenler birleşecek bir nokta mutlaka buluyorlar; değil mi? Mavi birleştirmiş deniz ve gökyüzünü.
Şimdi dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm… Yeniden umut çiçeği açıyor çünkü kalbimde. Kalbim küçük, kalbim hassas, hırpalayamadılar henüz yeterince. Ben 15 yaşın tüm ihtişamı ile yıldızımın tepesindeyim. Çok sonraları öğreniyorum; zirvenin sivri olduğunu ve sadece tek kişinin sığabildiğini. İşte hayatın içindeki yalnızlığımızın tarifi bu… Ne başkası sığabiliyor yanımıza ne de biz yer açabiliyoruz. Yalnızlaşıyoruz…
Hızlanıyoruz. Yıldızlar avuçlarıma akacak neredeyse. Tutmaya çalışıyorum, tutamıyorum. Birden telaşlanıyorum. Güneşin yakıcı ateşinden beni kim koruyacak? Şu bembeyaz bulutlar bir şemsiye gibi korurlar mı beni acaba? Bulutlardan birisi göğüs germiş çaresizliğime ve ürkekliğime. Sanki konuşmadan anlıyor içimden ne geçiyorsa hepsini. Ey beyaz bulut diye seslenmek istiyorum lakin sesimi duyuramayacağımdan öyle eminim ki, vazgeçiyorum.
Yıldızım anladı içimdeki korkuyu. Bu gecelik yeter dedi. Tüm iklimleri yaşayan bir seyahatin ardından yeniden damda ki döşeğimdeyim. Yazı gördüm, kışı gördüm, baharı gördüm, hazanı yaşadım… Kimseler fark etmedi gidişimi, gelişimin fark edilmediği gibi. Anlıyorum ki; ben yalnızca bende olanda var olacağım her daim. Ben bende olan için yaşayacağım.
Geceleri sevmeye o yaşlarda başladım. Bana dost olan gece miydi, ışığı gözlerimi kamaştıran yıldızım mı bilemiyorum. Ancak 25 sene sonra sevdiğim kadına sorarken anladım ki sol yanımda sakladıklarımdan olmuş yıldızlarla buluşmalarım…
-Gülüm, sen hiç çocukken damda yatıp yıldızlara dalıp hayal kurdun mu?
Yalnızca damdaki yıldızlar biliyordu… Sustum…
Aşk ile eyvallah...
Derya Deniz DİNÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.