"mini mini bir kuş donmuştu, pencereme konmuştu..."
aldım onu içeriye cik cik cik cik ötsün diye...pır pır ederken canlandı...ellerim bak boş kaldı"
...
Bu yazıyı okuyan veya notaların işaret dilini kullanan herkes; kaybettiği çocukluğun, sarılamadığı küçük bedenin arkasından gidip; onu bulup getirmenin yollarını arayacaktır muhtemelen...hatta paçasından bi güzel kavrayıp, yerde sürükleyecektir peşinden...birkaç şarkının kırık sözü...ve buruk yüzüyle nostaljiden dem vuracak dudak payımız yine...
"yağ satarım, bal satarım", kuşlar ölmüş ben ağlarım...
Eskiden ip atlamak; -denizde dalga, hoş geldin abla...eteğini topla, rahat otur abla...bir...iki...üç...yandın!- demekti biraz...şimdi ne denizde dalga, ne de sahile vuran eteğim var benim...burda ablamı devre dışı bırakıyorum çünkü derdimi anlatacağım bi ablam da hiç olmadı...yani bu bir! bu iki! bu da üç! derken teker teker susturuluyordu çığlıklarım!..yani üç kere söyleyince gözlerimden hüzünleri boşalıyordu zambakların...bahçemizdeki sardunyalar soldu Fate..gök gürültülü yağmur sildi süpürdü hatıraları...
Eskiden pervazlarda ekmek kırıntıları olurdu kuşların ve kuyrukta halk emeğine karışan, halk ekmeği kavgası babamın...güzeldi eskiden kuşa kurda yem olmamış, s.atılmamış düşleri çocukların...
bakın görüyor musunuz çenem de düşer benim şimdi dayanamam...huyumdur zaten eskiyen sözlere bir kulp takmadan duramam...alın size bozuk bir plak’tan Fate`ye dökülen nağmeler...yüreğinize pulsuz ve adressiz postalıyorum...Fate’ nin mektubun varlığından haberi bile yok...aramızda sır kalacak söz mü ?
hatırlıyor musun Fate?..eskiden hafta sonları size gelirdik...evdekiler eş-dost ziyaretlerine giderdi...biz de evde kalmayı yeğlerdik...niçin çünkü yasadışı planlarımız olurdu seninle hep...çocuğuz ya hep korkutmuşlar gözümüzü..oysa cezalandırıldığımı da hiç hatırlamıyorum ya...bu demektir ki çok doğru, dürüst ve oldukça yaşımızdan büyük gibi davranmışız biraz...beklenilen de o ya...kurallara uyup sınırlara bölmüşüz haylazlığımızı...-eteğini topla, uslu uslu otur koltukta!- emir kipi kulağımızın zarında bir başımızayken de ötüp ötüp dururdu...rahat bir nefes aldırmazdı...ama o boşalan evin yalnızlığını ve sessizliğini bizimle paylaşmaya dünden razı tavrıyla; kendi elleriyle odalarını açıp, rutubetli duvarların her deliğini sesimizle doldurması yok muydu?..eee? madem ev arkadaşlarımız da bizimle iş birliği yapmaya hevesli onları mı kıracağız?..her gün yüz yüze geldiğimiz ve zemindeki parkelere ayak izini bıraktığımız bu değerli yapı taşları kırk yılın başında bizden bi ricada bulunmuş, geri çevirmek hiç yakışık almaz...bu fırsat kaçar mı?..öyleyse n’apalım ablanın makyaj malzemelerine suikast düzenleyelim...zaten düğünden düğüne, gezmeden gezmeye kullanıp, süslenmek için fazla abartmış senin bu ablan...boşuna masraf...gece-gündüz çalış-mesai yap sonra da bu zırvalıklara dünyanın parasını öde...sanki güzellik yarışmasına hazırlanıyo:))...
ablan bunları okuyacak olsa gönül koyar bana valla:))...yok bi de gitmiş öyle bir yere tıkmış ki, sanki biliyo bu güzelim tonları günün birinde elden geçireceğimizi...zaten onların da beti benzi solmuştu, sararıp gitmişlerdi yerinde dura dura...belli ki atmaya kıyamamış son kırıntısına kadar faydalanmak istemiş...e fena mı olur açıp havalandırsak renkleri?...fiyakalı göz farlarının, rujların tozunu alsak...akıllım hepsini karıştıralım ki biri diğerine darılmasın...onlar da bizi görünce nasıl sevinmişlerdi ama nasıl mutlu olmuşlardı...nerdeyse ağlayacaklardı sevinçten...kabul et ama bizim de gözlerimiz dolmuştu...ne acıklı bir sahneydi o öyle...hatırladıkça hâlâ gözlerim buğulanır...-git işine be ya abartmayı ne kadar seviyorsun böyle kime çekmiş bu kız anlamadım ki- diyorsun içinden şimdi hadi itiraf et...haklısın gülüm bazen üstüme hüzün replikleri aniden çullanıyor etkisinden uzun bir süre kurtulamıyorum...n’apim elimde değil işte...o değil de yüzümüzün her alanını arenaya ne güzel çeviriyorduk öyle...hep suç üstü yakalanır ya insan...bize de hep öyle olurdu...surat sanki boyacı dükkanı...ne renk ararsan var...aksilik işte sonra aniden zil çalardı...sandığımızdan daha kısa sürerdi bu misafirlik...bu şekilde de kapı açılmaz ki...yüzüne tükürürler insanın...o sahneyi düşünmek bile istemiyorum...beş-on kişilik baskıdan oluşan tazyikli su etkisini sen kendin düşün artık...üstüne dişlerin arasından suratımıza fırlayacak olan yemek kırıntıları ve bol soğanlı parfüm banyosu...korkunç yani....işkencelerin böylesi tarihte bile görülmemiştir...ee n’apalım kapıda bekletelim insanları kirimizden arınana kadar madem...sorarlarsa zil sesini duymadık falan deriz...bereket versin evin koridoru uzun...bize zaman kazandırıyor kerata!..sanki yüzümüzden hiç anlaşılmayacak ne halt yediğimiz...eskiden nerde pamuklu bezler...makyaj silicileri veya kremler...gerçi senin ablanın kozmetik reyonu boldu da biz aceleden bulamazdık yerini...ne ilginçti senin bu ablan ya...ne diye saklıyordu ki herşeyini...sanki stokda karnını doyuracak onlarla...yense..içilse bari...bizim yöntem hep aynıydı...klasik sabun ve suyla yıkardık ama kırıntıları kalırdı hep...en güzeli de sonra bakamazdık ablanın yüzüne...öyle de belli ederdik bi bok yediğimizi:)))
biz gittikten sonra da aklım hep sende kalırdı...eve gelince neyi düşünürdüm biliyor musun?..acaba ablan çok kızar, bağırır mıydı sana ?..Fate ne yaptı, nasıl örttü suçumuzu?
biz de arsızdık ama tekrar görüştüğümüzde hep yapardık aynı şeyi...heralde sıkıntıdan yapıyorduk...oyuncak yok...oyalanacak hiçbir şey yok...ne yapılacak ki...bir kız ne yapar yani...heralde annesinin elbiselerini veya ayakkabılarını giyer evin içinde...ki kaç sefer annem işteyken sandığını açmıştım...ne güzel naftalin kokmuştu...kınasında giydiği bir elbisesi vardı ki hatırlamam bile kaç kere giyip çıkardığımı...sonra o güzelim sandığı, bütün eski kıyafetlerini çöpe attı gitti...ben "niye atıyorsun?" bile demeye cesaret edemedim...ne günler görmüş-geçirmiş o ihtiyar sandık gözümün önüne gelir bazen...naftalin’in burun deliklerindeki kalıcı ağır kokusu ve solmuş yüzüyle beraber...
eskiden hatırlıyor musun Fate?..sen bize gelirdin bazen...gelirken sokakta köpekler ve kediler olurdu...bugün de vardır heralde...hani bizim bi duvarımız vardı mahallede...bizim eve gelebilmen için o duvarı atlaman gerekiyordu...ki atlayabileceğin yükseklikteydi zaten...iki-üç tuğla yüksekliği...vay be ne yüksekmiş:)))...sen korkardın...hep korkardın zaten...senin bu korkaklığın beni öldürürdü...ta evin içinden senin çığlıklarını duyardım bazen...kaç metre diyelim...aşağı yukarı yüz-yüzelli metre evle duvar arası...hiç acımazdın o hayvanlara...ortalığı velveleye verirdin...hayvancağızlar da binbeter korkardı senden zaten...alışmışlardı onlar da...seni görünce kendiliğinden tüyüyorlardı...zaten tüylerini yola yola tüy falan da kalmamıştı üstünde..."meral yetiş bak kalp krizi geçireceğim...gel bu horoza taş at...köpeğe taş at...yok bu tavuk kötü bakıyor bana....yok bu kediyi kovala..." senin sayende hayvanların kara listesine girdim...hiç bunu düşündün mü..?...halbu ki ben de korkardım...ama senin çığlıkların bana cesaret verirdi ne hikmetse...bugün bile şaşırıyorum...eskiden köpekler vardı...kediler...kuşlar...horozlar ve tavuklar...bugün evlerde süslü.püslü ve biraz da sosyeteye ayak uydurma niyetiyle tutsak bulunuyorlar...
eskiden deli Kâzım vardı mahallede...ah Kâzım ah!..hasta ettin ulan beni!..sayende piskopat olup çıkmıştım...her sabah evinin yanından geçiyorum...biliyorum bizim deliye uyku haram...sabahın köründe ayakta adam...işi gücü yok...nereye hava almaya çıkıyorsa artık...zaten raporlu...cebimde ufak bi çakı taşıyorum...ailemin haberi yok...sadece Dilek biliyor...sana da söylemiş miydim hatırlamıyorum...olur ya bana saldırırsa bu çakıyı saplarım...yani plan bu...yapar mıyım?..yaparım heralde...üstümde taşıdığıma göre...gerçi bu çakı ufaktan çizik atar sadece...batırsan kan akmaz yani...o derece ebatları küçük bişey...yanlış hatırlamıyorsam anahtarlıktı bu:))))..Dileğe gösterdiğimde yerlere yatmıştı...bununlan mı koruyacaksın kendini...çığlığın daha iyi işe yarar demişti...neyse ki ne çakı...ne çığlık...gerek kalmadı hiçbir şeye...öyle süs niyetine taşıdım senelerce üstümde:))))))
eskiden yaz tatilinde Veysel amcanın bakkalına üç aylığına işe girmiştim Fate...aslında çok istekli değildim ama öğlen bedava yiyeceğim salamlı ekmeği düşünüyorum...hesap bu...yani işe girerim hem harçlığımı çıkartırım hem de karnımı doyururum...çok aç bıraktılar beni ya:)))))...her neyse işte...bir gün..iki gün derken...bu iş bana işkence gibi geldi...nasıl bakkaldıysa hep kilitli tuttum kapıyı:))))))...bakkalda sorun yok..sorun bende...ve başıma bela olan bu Kâzım’da..evet hâlâ Kâzım...nereye gidersem gidim bu adam karşıma çıkıyor...zaten nereye gidebildim ki bu manyağın yüzünden?..çünkü bakkal da mahallede...e mahallede de deli Kâzımımız var bizim...kızların korkulu rüyası...biraraya gelince bırakın erkekleri Kâzım’ı konuşuyorlar...Allah seni inandırsın bakkalı açtığım gibi adam pür dikkat gözlerini bakkala dikmiş öyle bakıyor...hiç kıpırdama yok...yahu bu adam öldü mü kaldı mı...bak sormayı unutuyorum hep amcamlara...aslında bi heykelini dikmeli mahallenin ortasına...hak etti bu adam canım...neyse yine eskiye dönelim şimdi...ne diyordum...ha bizimki biraz tepede kalıyor bana bakış krokisini böyle çizebilirim ancak...zaten beynime kazılmış...ne yapsam da silinmiyor...her sabah aynı sahne...her sabah aynı duruş ve her sabah aynı korkunç bakışı var...ve her sabah aynı giydiği sarı takım elbise...ben bu adamı başka bir kıyafetle hiç görmedim...sen gördün mü...?.
Kâzım yine bana bakıyor...ben masanın altına saklanmışım...hahahaha...ama bu sefer elimde koca kasap bıçağı var na’ber?..hadi sıkıysa yaklaş bakim Kâzım!..zaten yaklaşamaz kapı kilitliiiiiiii...müşterisi de fazla yok Allah’tan Veysel amcanın...yani benim de canıma minnet...üzgünüm ama işin gerçeği de bu Veysel amca ne yapim...sana dedim "git bu adamla konuş...manyak mıdır nedir beni dikizliyor hergün...sen oralı bile olmadın"...Tanrı da seni öyle cezalandırdı...kepenkleri bir iki ay sonra indirdin ne güzel...valla sanırım ne Veysel amcayla...ne evde iki tane tosun gibi delikanlımız var ne onlarla ne de babamla konuştum...erkek gibi kızım valla vurdum mu oturturum:))))
yahu eskiden çok maceralı bi çocukluğum olmuş benim...düşününce güler misin...ağlar mısın...ama şimdi gülüyorum...o sahne...o tiyatro bazen aklıma geliyor...ve ben kuzu kuzu sessizce o perdeyi aralayıp oyuncuları arıyorum...
sahne boş...herkes evine gitmiş...herkes terketmiş mahalleyi...yabancılar gelmiş yerleşmiş...çocuklar büyümüş...Kâzım da belki ölmüştür garibim...nur içinde yatsın...sen de adamı hemen öldürdün...belki ölmemiştir...bak aklıma bu takıldı şimdi...ya herneyse işte...sağsa da umarım kimseye zarar vermemiştir..bigün de onun Meleği kaçırışını anlatim...gerçi daha çok şey var anlatacak...yaz yaz bitmiyor Fate...yoruldum...hani bi kere de sizin mahallede görmüştük...kız tekken bile korkmamıştım bu kadar...adamı beş yüz metre uzaktan gelişiyle nasıl tanıdım ama...niye çünkü adamın kendine has bi yürüyüşü vardı...fişek gibi çıkıyordu ortaya...yine fişek gibi kayboluyordu...var ya bu adam boşuna kendini böyle harcadı...aslında maratonluğa katılabilirdi...hızı...gücü gayet yerindeydi...sadece kafa sıyrıktı biraz...onu da anlayışla karşılarlardı n’olucak...kim sıyırmamış ki zaten?..
eskiden sen bize gelirdin...dünyalar benim olurdu Fate...sen gelince aydınlanırdı yeryüzü...bütün gezegenler ve galaksimiz...ama sen bilmezdin bunu...gölgen herkese yeterdi de sen hiç görmezdin ışığını...
sana bi tüyo verim mi cane?
elma dersem çık armut dersem de yine burda ol gülüm...elimi uzattığımda sana hemen dokunabileyim...bize oyun-moyun lazım değil gülüm...saklanılacak delikler inini bulsun...bizden ırak olsun... "zam-bak zum-bak...dön arkana iyi bak!"
eskiden ne çok arabesk takılıyormuşum meğer...
şimdi özgür...özgün ve üzgün adlı arkadaşlar edindim sadece...
bahçemizdeki sardunyalar soldu Fate...gökgürültülü yağmurla çalkalandı sesimiz...
mini mini bir kuş doğmuştu...ellerime konmuştu...onu içeriye aldığımda yüreğim kafeste donmuştu...
mer@lgül...
YORUMLAR
Eskiden her şey güzeldi bu kadar kötülük yoktu.
Insanlar kendileri gibi sanıp hiç günahı olmayanları suçlar hale geldi. Bazen akıl sır erdiremiyorum söylediklerinde o an bedenimi alıp gogunun eteklerine bulut mezarlığında uyanmak istiyorum çocuklar hep oradalar gule 😔
eskiden masum olan düşleride vurdular şimdi her yer sahte kokuyor burnum kapalı.
Kocaman kocaman kurşun kuşu koydular avucuma.
Babam ne güzel adamdı ❤
Erkek kardeşim dogasiya kadar ferdi mi orhan mi dedi durdu sonra bi gün gelip tamam orhan olacak ismi oğlumun
Neden diye sordu anne
" orhan iyi adam ona benzesin "
Almanyaya geldiğinde tanışma olayları oluyor
Ah benim babam çok güzel bi adam babaydi.
Çocukluğumun her şeyi .
Öpüyorum çok
Kal gülücük kuslarimla hep musmutlu bulut ülkesinde oynayan çocuklarla.
Kurşun kuşunu kafesimin soğuk cerrahi morgunda susturdum.
Gözlerimin alicisiyla şükran.
Ne güzeldi yazın bitmesin istedim bitmesin.
Hep sevilmen hep mutlu olman dileğimle.
❤
Gule
İyi dileklerini özellikle çocuklar ve insanlık adına herkes için diliyorum...kötülüğün zerresi kalmasın yeryüzünde...herkes barış ve kardeşlik içersinde gül gibi geçinip gitsin...herkesin yüzü gülsün...
sevgiyle yürektesin gülüm...
yazıyı listenden rasgele seçtim de okudum. kesinlikle pişman değilim.
yine şanslıymışsın. bizim mahallede olsan Deli Osman ve benimle uğraşacaktın. sonra da buraya yazardın; "şerefsiz veledin biri vardı, gelir bakkaldan torpilleri kızkaçıranları alırdı, sonra uçlarını yakar içeri atardı. hızlı da koşardı haylaz. bi kaç kere yakaladım, çektim kulağından, söz verdirttirirdim, haftasına yine alır yine atardı. bu oyuna ben de gelirdim ya, neyse...."
anılarım canlandı, iyi oldu be.
Gule
teşekkürler olricx...
Eski günlere duyduğumuz özlem arttıkça azaliyoruz sanki ya da tam tersi oluyor; ama her iki hâlde de zarardayız.
Varliktan huzur dogmuyor artık; ne kadar azsak o kadar mutluyduk eskiden.. Ve mâzi, bozuk bir plâk şimdi..
Sevgimle..
Gule
teşekkürler Özlem...sevgimle...