PAS
Aynaya baktı uzun uzun…
Yemek sonrası kirlenen ellerini yıkamaya başladı. Suyun ellerine değişini sevdi.
Sıkılan, sıcaklayan suratı ferahlasın diye suyla doldurduğu avucunu yüzüne çarptı.
Ferahlık hissediyordu yüzünde, su iyi gelmişti yüzüne.
Yüzünü ferahlatan sudan bir avuç daha alıp kafasının içine, kalbine çarpmak istedi.
İmkânsızdı biliyordu. Yine de yapmak istiyordu.
Pas tutmuş söylenen sözler terk etmiyordu onu.
Verilen sözler vardı ve yalan olduklarını bildiği halde silememişti onları.
Öylece bekletmişti.
Zaman geçtikçe verilen sözler pas tuttu, öylece saplandılar kafasına, diline, kalbine, ellerine.
Verdiği sözlere her zaman sadık kalmıştı.
Öyle ki verdiği sözlere arkadaş olarak sadık olmayan verilen sözleri seçmişti.
Nerden bilebilirdi ki zor kazanılan o dürüstlüğün yerini çabucak söylenebilen yalanların alacağını.
Ona göre asla yalan söylemezdi, o hep dürüsttü.
Zaten onun verdiği o yalan sözleri bile bile bekletmemiş miydi aklında, kalbinde?
Bakmak istemiyordu aynaya, baktıkça düşünüyor, düşündükçe yağmurlar yağıyordu üzerine.
Kimsenin göremediği yağmurlar…
Daha çok ıslanıyordu düşünceleri, düşünceleri ıslandıkça karışıyor, karıştıkça doğruyu bulamıyordu.
Çıkamıyordu işin içinden.
En iyisi yüzünü son bir defa daha yıkayıp aynanın karşısından çekilmekti.
Avucundaki suyu son bir kez yüzüne çarptı. Musluğu kapatmaya yeltendi.
Fakat akan su da paslı akıyordu. Tekrar aynaya baktı.
Artık gözleri de paslı paslı bakıyordu yüzüne...
30/11/2014 Saliha Zeynep Sancar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.