ENGELLERDEN AŞMAK…
Yurt dışına gittiğimde aylar sonra bir şey çok dikkatimi çekmişti. Ömrümde hiç görmediğim kadar çok engelli yurttaş vardı. Restoranlarda, okullarda, eğlence ve alışveriş merkezlerinde, sinemalarda, tiyatrolarda, fuarlarda ve fabrikalarda… Aklınıza gelebilecek her yerde onlar karşımızda idiler. 30 senedir İngiltere’de yaşayan arkadaşıma ilk sorum şu oldu:
-Burada genetik ile ilgili bir sıkıntı mı var? Neden bu kadar çok engelli var?
-Aslında geç bile kaldın bu soruyu sormaya. Hayır, genetik bir sıkıntı yok. Yalnızca sosyal yaşam engellileri eve hapsetmeye yönelik kurulmamıştır burada. Tüm engelli yurttaşlar tıpkı engelsiz insanlar gibi kendi başlarına hayatlarını dışarıda sürdürebilirler. Toplu taşım araçları, toplu yemek yenilen gezilen alışveriş yapılan yerler hep engellilerin hayatını kolaylaştıracak şekilde düzenlenmiştir. Sen Türkiye’de çok fazla engelli göremezsin. Çünkü engellilerin tek başlarına sosyal hayata katılmalarını sağlayacak hiçbir kolaylık yok. O nedenle evde hapis gibi yaşarlar.
Çok etkilendiğim bu konuşma 1994 yılında gerçekleşmişti. Şimdi 2012 yılındayız. Değişen ne var diye baktığımda çok acı ama henüz pek bir gelişme yok. Hala engelli yurttaşlarımız kaldırımlardan inip çıkamıyor, hala onlar için yapılmış tuvaletlerden yararlanamıyor, hala onlar için ayrılmış park yerlerinde uyanık! kişiler araçlarını park ediyorlar, hala gönül rahatlığı ile bir konsere, bir davete, bir yemeğe, bir düğüne gidemiyorlar… Çünkü tek başlarına oralarda bulunma şansları çok az, Birilerine yük olmamak ya da gittikleri ortamda uzaydan gelmiş ! gibi seyredilmemek için ne yazık ki evlerine kapanıyorlar.
Engelli olmak bana göre seçilmiş insan olmak demektir. Zira inancıma göre Tanrı ancak özel kullarına özel sıkıntılar vererek imtihan eder. Bir eğitimci olarak özellikle bedensel ve zihinsel engelli çocukların aileleri ile engelli çocuklardan daha fazla uğraştığımızı biliyorum. Hep o ailelere senelerdir bıkmadan usanmadan şu sözü söylüyorum:
-Siz çok özel olduğunuz böyle bir evladınız oldu. Tanrı sizin ne kadar güçlü, özel ve bizlerden daha iyi olduğunuzu bildiği için size bu evladı hediye etti.
Seviyesiz sorular, kalitesiz konuşmalar, yakıştırmalar; engellileri de engelli ailelerini de çok yıpratmaktadır. Doğuştan olabileceği gibi hiç beklemediğimiz bir anda her birimiz engelli olabiliriz.
-Nasıl oldu, vah vah, yazık, kaza mı, doğuştan mı, sonradan mı oldu, hangi hastaneye götürüyorsun, konuşacak mı, yürüyecek mi, v.s. v.s. v.s. …
Sana ne? Kime ne? Ama bizler altın günlerinde mahallenin namusunu, kahvehanelerde ve sosyal paylaşım sitelerinde vatan millet kurtarmayı severiz. İcraat yoktur, laf çoktur biz de.
Kim ister engelli olmayı? Aslına bakarsak kimse asla istemez ve tercih etmez. Ancak engelli ise kişi bu durumu ile yaşamayı öğrenmek; ama her şeyden evvel kabullenmek zorundadır. Sosyal devletin ve içinde yaşanılan toplumun en önemli görevidir engelli yurttaşlara destek olmak… Ama acımak değil, merhamet göstermek ‘ vah yazık’ demek değil… Gerçekten engellileri önemsemek ve kategorize etmeden oldukları halleri ile yaşamalarını sağlamak gerekmektedir. Modern olmanın ve gerçek sosyal devlet olmanın en önemli koşulu budur. Engellilerin kendi imkânları ile hayatlarını kazanmalarına olanak vermek için herkes elinden geleni yapmak zorundadır. Çünkü biz ne kadar insan isek engelliler bizden 100 kat fazla insan; onca zorluğa rağmen hayata tutunabilme cesareti gösterebildikleri için…
Japonya’da bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmış. Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş.
Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya’nın ünlü bir Judo ustasına gidip yapılacak bir şeyin olup olmadığını sormuş. Hoca:
-Getir çocuğu… Bir bakalım, demiş.
Ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına. Hoca çocuğu süzmüş ve:
-Tamam demiş. Yarın eşyalarını getir, çalışmalara başlıyoruz.
Ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve "bu hareketi çalış" demiş.
Çocuk bir hafta aynı hareketi çalışmış. Sonra hocasının yanına gitmiş:
- Bu hareketi öğrendim başka hareket göstermeyecek misiniz? Diye sormuş.
Hocanın cevabı:
- Çalışmaya devam et, olmuş...
2 ay,3 ay,6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş. Çocuk bu bir yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış. Hocanın yanına tekrar gitmiş:
- Hocam bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana başka hareket
göstermeyecek misiniz?
- Sen aynı hareketi çalış oğlum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz.
2 yıl, 3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10. yılını doldurmuş.
Bir gün hocası yanına gelip:
-Hazır ol! " demiş. Seni büyük turnuvaya yazdırdım. Yarın maça çıkacaksın.
Delikanlı şok olmuş. Hem sol kolu yok hem de judo da bildiği tek hareket var.
Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağını düşünmüş; ama hocasına saygısından ses çıkarmamış. Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmış. Derken; ikinci, üçüncü maç... Çeyrek, yarı final ve final...
Finalde delikanlının karşısına ülkenin son on yılın yenilmeyen şampiyonu çıkmış.
Tam bir üstat, delikanlı dayanamayıp hocasının yanına koşmuş.
-Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakın hele. Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tek bir hareket var. Bu kadar bana yeter. Bari çıkıp ta rezil olmayayım izin verin turnuvadan çekileyim.
- Olmaz demiş hocası. Kendine güven, çık dövüş. Yenilirsen de namusunla yenil.
Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç başlamış. Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış ve tak…! Yenmiş rakibini şampiyon olmuş. Kupayı aldıktan sonra hocasının yanına koşmuş:
-Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var.
Nasıl oldu da ben kazandım?
-Bak oğlum 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki, artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok. Bu bir… İkincisi de o hareketin tek bir karşı hareketi vardır. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir. Oysa senin sol kolun yok…
Hayat öyle gariptir ki; bazen eksikliklerimiz avantajlarımız olabilir. Engellilere engel olmayalım da başka bir talepleri yok bizlerden. Başarmak, kaybetmek, savaşmak, yenilmek, hayatlarını kazanmak, âşık olmak, anne- baba olmak, sözün özü birey olmak hepimiz kadar onlarında hakkı. Ne bir eksik ne bir fazla… Yalnızca hakları kadar var olmak istiyorlar… Öyleyse var olmalılar. Aşk ile eyvallah…
Derya Deniz DİNÇ
(3 ARALIK DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ SEBEBİ İLE )