Geçmişe dair,söylenmemişler
Bunalımda olduğum zamanlardan biriydi yine. 20 Temmuz 2012,Günlerden Cuma,sıcak bir klasik yaz günü. Ramazan ayı’nın ilk Günü. Herkes şaka yaptığımı düşündü önce. 5 yıl sonrası güzel olsun diye gençliğin en hızlı,en güzel zamanlarını böyle bir şehirde yaşamak,kimseye mantıklı bir kararmış gibi gelmiyordu ben dahil. Bir hicrete ihtiyacım olduğu kesindi fakat o hicretin bu şehire doğru olması ne kadar doğru ne kadar yanlış diye düşünecek kadar sağlıklı bir insan değildim. 18 yaşında,kendisini dünyanın hakimi zanneden,kanı deli akan bir genç. Arkadaşlarını,bulunduğu şehiri,ailesini,yaşamını hatta canını yaktığı eski kız arkadaşlarını bırakıp daha önce sınırından dahi geçmediği bir şehre göç etmek,neresinden bakarsanız bakın hiç mantıklı bir davranış değildi. Mutsuz olacağını bile bile bir şeyi yapmak,tek amacının ileride daha iyi maddi koşullarda yaşamak için Güneydoğu’ya,anlayışsız insanların çoğunluk olduğu bir kente gitmek ya aptallıktır ya da büyük cesaret gerektirir.
Ben Burak KAYA. 21 Temmuz 2012’de Bursa’dan Gaziantep’e göç ettim.
İnsanoğlu yalnız kaldığı zamanlarda genellikle tutunacak bir dal,dertleşecek bir arkadaş,değer verdiği bir insan olsun ister yanında. Hiç olmazsa aynı dili konuşabildiği,hayata aynı pencereden bakabildiği bir insan olsun ister yaşadığı şehirde. Eğer yoksa böyle bir insan ki genelde yalnızlık dediğimiz kavram,hayata aynı pencereden bakabildiği insan olmadığında çıkar ortaya. İnsanın en çaresiz kaldığı anlardan birisidir bu an. Çevrende seni anlayacak kimse kalmamıştır. Buradaki duvarlar dahi yabancıdır sana,yabanidir. Herkesin amacı aynıyken seninki farklıdır. Bu dünyaya bi farklılık yaratmaya geldiğini düşünürsün her zaman. İpsiz sapsız insanlarla muhatab olmak zorunda kalmak insanın canını acıtır. Hayat anlık kararlardan ibarettir,sağlıklı düşünemiyorsanız eğer olduğunuz yerde kalmak,yeni bir karar vermemek en doğrusudur. Aksi hâlde mutsuzluğun bir daha kapanmayacak,kapatamayacağınız kapısını açmış olursunuz. Mutsuzluk darken,bir gece bayılana kadar içip sabah kalktığınızda odanızın heryerini birbirine katmış olarak bulmanızdan bahsetmiyorum. Sahici bir mutsuzluktan söz ediyorum. İçinizdeki durmadan kanayan yaradan bahsediyorum. Ciğerinizin ortasındaki ateşten,yüreğinizin içindeki sızıdan,beyninizdeki damarlarlarınızın patladığının hissetmenizden bahsediyorum. Bir insanın doğup büyüdüğü şehirden,mahalleden yaşadığı şehre kıyasla daha dar görüşlü insanların olduğu bir şehire gelmekten daha fazla mutsuz eden ne olabilir? Yediğiniz yemekler,içtiğiniz rakılar,sevdiğiniz kadınlar,seviştiğiniz kadınlar. Sevmediğiniz bir şehirde yaşıyorsanız,bütün bu yaşadıklarınız ne kadar kalıcı mutluluk sebebi olabilir? Hiç bilmediğiniz,görmediğiniz bir şehrin ortasında piç gibi kaldığınızda,istemeden de olsa ağabeyinizi zorla geri gönderdiğinizde,gerçek yaşamın başladığını anlarsınız. Gerçek yaşam dediğimiz 18’inizde,kolunuza kız arkadaşınızı takıp altınızda babanızın lüks arabası o bar senin bu disko benim gezmek değildir. Gerçek hayat ,gurbette,hiç bilmediğiniz,tanıdığınız hiç bir insanın olmadığı bir şehirde,her sabah lanet ederek uyandığınız bi şehirde,ailenize bir kaç bin kilometre uzaktayken,salaş bir meyhanede rakı kadehlerinin biri boşalır biri dolarken,hayatınızdan geçen insanların topuk tıkırdılarını ruhunuzda dinlemektir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.