- 816 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öfke
“Babasını görünce sevinçle ona doğru koştu”
Bu satırları okuduğunda sekiz yaşındaki Kerem’in gözleri doldu. Çok hasta olduğu için okula gidememişti bugün. Az önce okuduğu hikaye kitabındaki satırları düşündü yeniden, sonra da babasını… Babası son zamanlarda anlayamayacağı kadar çok değişmişti! Yaptığı her şeye bağırıyor, olur olmaz azarlıyordu kendisini. Babasıyla yaşadığı o mutlu günleri çok özlemişti. Artık ne akşamları babasının omuzlarını çıkıp oyun oynayabiliyor, nede beraberce derslerini yapabiliyorlardı. Babası gelir gelmez odasına çekiliyor, ne annesiyle nede kendisiyle eskisi gibi şakalaşıp, konuşmuyordu. Eskiden olsa babası daha kapıdan girer girmez ona koşar, boynuna sarılır, gün boyu okulda yaşadıklarını büyük bir sevinçle anlatırdı.
Kerem bunları düşünürken kapının zile çaldı. Keremin annesi Nazan Hanım kapıyı açtı, gelen kocası Engin beydi. Kocası içeri girip salona geçerken, Nazan Hanım da onun ceketini alıp vestiyere asmak istedi, o sırada ceketin iç cebindeki bir zarf dikkatini çekti! Üzerinde ki yazıyı kısmen de okusa içinde ne olduğunu iyi biliyordu. Yüzü asıldı, içinde ki sıkıntı daha da çoğaldı. Bir tebligattı bu, tıpkı son günlerde arka arka gelmeye başlayan tebligatlar gibi. Yakında başlayacak hacizlerin acı habercileri gibi.
Nazan hanım akşam yemeği için masayı hazırlarken, gözü az önce gelen eşine takıldı! Yine keyifsizdi kocası, tıpkı şu son bir senedir olduğu gibi. O güler yüzlü, konuşkan adam gitmiş, yerine asık suratlı, sinirli, içine kapanık birisi gelmişti. Hep yaptığı gibi yine kaygılı bir şekilde kocasının yanına gidip onu teselli etmek istedi;
“Bak Engin kendini bu kadar üzmeye devam edersen hasta olacaksın. Allah büyük, işler nasılsa düzelir bir gün”
Aslında Nazan hanım da biliyordu verdiği tesellilerin, eşinin işyerine, hatta evlerine dahi gelecek hacizleri engelleyemeyeceğini. Kocası, ortağıyla beraber büyük bir kooperatifin kapı, pencere doğrama işini almıştı. Ama yapılan işin bedeli alınamamış, bu yüzden senet ve çekleri ödeyememişlerdi. Ayrıca ortağı da ortadan kaybolunca bütün, bankalar, icralar, hacizler hepsi eşinin başına kalmıştı.
Yemekten sonra Nazan hanım mutfakta tek başına sigara içen eşinin yanına geldi.“Engin sana bir şey söylemek istiyorum!” dedi üzgün bir sesle.
Bu arada odasının kapısı açık olan Kerem de annesiyle, babasını dinliyordu. Nazan hanım konuşmasına devam etti.
“Bugün Kerem’i doktora götürdüm biliyorsun. Doktor, onun çok ağır üşüttüğünü söyledi. Yazdığı ilaçları hemen kullanmaya başlamamız gerekiyormuş, yoksa zatüreye çevirebilirmiş. Reçeteyi eczaneye götürdüm fakat ilaçlar, özellikle antibiyotik olanı çok pahalıydı alamadım. Biliyorum sen de Bağkur primlerini yatıramadığın için yazdıramıyoruz da! Canını sıkmak istemiyorum, ama bu ilaçları nasıl alacağı Engin?” diye sordu çaresizce.
Engin beyin yüzünü ıstırap dolu bir hal almıştı. Zor anlaşılan bir sesle:
“ Çok mu hasta Kerem?” dedi. Sonrada “Bir saniye diyerek” yavaşça kalkıp yatak odasına gitti. Yarın ödenmesi gereken bir senet için, arkadaşından borç para almıştı. İçinden bir miktarını alıp eşinin yanına geldi.
“Nazan al bunu, yarın sabah hemen Kerem’in ilaçlarını al olur mu.” dedi ve düşünceli bir şekilde odasına yöneldi.
Ertesi sabah Nazan hanım yanına Kerem’i de alarak eczaneye gitti ve ilaçları alıp eve geri geldiler. Fakat eve geldikten yaklaşık yarım saat sonra Kerem annesine belli etmeden ilaç poşetiyle dışarı çıktı. Aradan on beş dakika geçmişti ki Kerem elleri boş bir şekilde eve geri döndü.
Akşam olmuştu. Yemekten sonra Engin bey oğlu Kerem’e bakıp:
“Ne yaptın oğlum, ilaçlarını içiyorsun değil mi?” diye sordu.
O an Kerem’in yüzü, yalanı ortaya çıkan bir suçlu gibi kızardı! Başını öne eğerek “Hayır baba ben oları içmek istemiyorum çünkü çok acı. Hepsini dışarı attım zaten” dedi korku içinde!
İşte o an, aylardır bunalımda olan Engin bey kendini tutamayarak oğluna doğru hızla yöneldi ve ona sertçe bir tokat attı! Aldığı darbeyle yere savrulan Kerem başını setçe parkelere vurdu. Olanları dehşetle seyreden Nazan hanım şok olmuştu!
“Engin sen ne yaptın, çıldırdın mı?” diye bağırdı ve yere savrulan Kerem’i kaldırarak odasına götürdü. Panik ve gözyaşları içinde “Oğlum bir şeyin var mı? Bir yerin ağrıyor mu diye” ardı ardına sormaya başladı.
Kerem yattığı yerde, bir yandan şişmeye başlayan başını tutarak içli içli ağlıyor, bir yandan da “Babam kötü birisi” değil diye sayıklıyordu.
O gece Nazan hanım, Kerem’in yanında yatıyordu. Odanın kapısı gecenin bir yarısında sessizce açıldı! Gelen Engin beydi. Yavaşça oğlunun yanına çömeldi, kahrından perişan olmuştu. Oğlunun saçlarını okşarken gözlerinden oluk oluk yaşlar süzülüyordu. Dudakları yüreğindeki ıstırabı anlatmaya çalışıyordu; “Allah‘ım ben ne yaptım… keşke canımı alsaydın da bunu oğluma yapmasaydım. Affet oğlum.. Affet beni. Affet artık kendini kaybeden zavallı, ama sana canını verecek babanı.”
Bu arada Nazan hanım göz yaşları içinde kocasını izliyordu. Bir çiçeği koparmaya kıyamayan bu merhametli adam, kötü giden işlerinden dolayı öylesine bunalıma girmişti ki, en küçük bir olay karşısında bile kendine hakim olamayıp öfkeleniyordu, yoksa eskiden her gece sarılıp yattığı Kerem’i ne böyle bir şey yapar mıydı? Kocasına belli etmeden gözlerini kapattı ve daha da katlanan acısını içine akıtmaya başladı.
Sabah olmuştu. Az önce içinde büyük bir kahırla işe gelen Engin beyin telefonu çalmaya başladı. Arayan Nazan hanımdı. Sabah erken saatlerde Kerem rahatsızlanmış, ambulansla hastaneye kaldırmışlardı! İlk muayene yapan doktor, Kerem’in başına aldığı ağır darbeden dolayı beyin kanaması geçirdiğini söylemişti.
Yirmi dakika sonra, Engin bey çıldırmışçasına hastaneye gelmiş, hızla merdivenleri çıkıyordu. En sonunda oğlunun yattığı yoğun bakım ünitesine geldi. Fakat, bu sırada ağlayarak feryat eden Nazan hanım söylediklerine inanmadı! İnanmak istemedi!
Nazan hanım feryat içinde; “Gitti yavrum, gitti Kerem’im” diye acıyla haykırıyordu!
O gece canlarının bir parçasını, hastanenin en soğuk odasına koydular ıstırap içinde.
Ertesi gün öğle namazından sonra minik bir can kondu musallaya ve ardından toprağa.
Birkaç gün sonra, bitip tükenmiş durumdaki Engin bey, elleri titreyerek oğlu Kerem odasını açıp, içeri girdi. Aldığı sakinleştiricilerden dolayı ayakta durmakta zorlanıyordu. Gözleri, masadaki küçük çerçeveli resme takıldı, takıldığında da hıçkırıklara boğuldu, Kerem’in gülerken çekilmiş resmi kendisine bakıyordu çerçeveden. Uzanıp resmi aldı tüm tükenmişliğiyle. Bin pişmanlıkla, bin kere kahretti kendine hakim olamayıp oğluna vurduğuna. Ve ardından kendisinden geçmişçesine büyük bir hasretle oğlunun resmini öpüp koklamaya başladı. Bir müddet sonra resmi yerine bıraktı. O sırada gözü, oğlunun arada sırada yazdığı günlüğe takıldı. Anlamını bilemediği bir heyecanla hemen günlüğü elini alıp sayfalarını açmaya başladı son sayfaya geldiğinde yüreğine sanki bir hançer saplandı! Son sayfayı, öfkesine hakim olamadığı o lanet olası günde yazmıştı canı Kerem’i. Kalan son takadiyle okumaya başladı;
“Babam dün ilk kez bana tokat attı! Biliyorum işleri çok kötü hiç para kazanamıyor, o yüzden mutluda değil. Olsun ben onu çok seviyorum. Aldığım bütün harçlıkları onun için biriktiriyorum. Bunlarla babamın borçlarını ödeyip, onun omuzlarında eskisi gibi oynamak istiyorum. O yüzden dün annemin aldığı ilaçları zorda olsa eczaneye geri götürdüm, onların parasını da canım babamın borçlarını ödemek için biriktireceğim.”
Değerli okurlar, bu öykümde ön plana çıkan “öfke” meselesiyle ilgili birkaç araştırma yazımı sizinle de paylaşmak istedim.
Ayet
O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever." (Âl-i İmrân: 134)
Hadis
Öfkelenen, dilediğini yapmaya gücü yettiği halde, yumuşak davranırsa, Allahü teâlâ da onun kalbini emniyet ve iman ile doldurur. (İbni Ebid)
Ayrıca Peygamber efendimiz (s.a.s.), öfkelenen insanın öncelikle euzu besmele çekmesini, abdest alıp ferahlamasını söylemiştir. Yine öfkesi geçene kadar eğer ayakta ise oturmasını, öfkesi yine geçmezse yan yatmasını söylemiştir. Buna ek olarak öfkeli insanın susmasını da salık vermiştir Peygamber (s.a.s)
Bu arada Dünyaca ünlü tıp doktoru Mehmet Öz bütün ameliyat yaptığı hastaları ile yapmış olduğu konuşmaları kitaplaştırmış. O kitapta kendisini çok etkileyen bir hastadan bahsediyor.
Beslenmesine dikkat eden, sigara ve içki kullanmayan, spor yapan,40 yaşlarında olmasına rağmen dört kalp damarı tıkanmış bir hasta çok dikkatini çekmiş.
Bu hastasını inceliyor ve sonunda neden bütün olumlu verilere rağmen bu kişinin bu hale geldiğini buluyor. Hastanın çok çabuk öfkelenen, ani kızgınlık göstermeye alışmış bir kişi olduğunu ve bu durumun dört damarında tıkanmasına yol açtığını buluyor.
Bugün tıp öfkenin damarları sigaradan beş kat daha fazla tıkadığını bulmuş durumdadır.
Bu da, Peygamber Efendimizden (s.a.s) nasihat isteyen bir kişiye üç defa ’kızma’ demesinin ne kadar manidar ve hikmetli olduğunu bize göstermektedir.
İmam Gazali, öfke anında kontrolün ilim ve amel ile sağlanacağını belirtir.
İlimle kastettiği ise öfkeli insanın öfkelendiği esnada düşünce yapısını fark edip bunu değiştirmeye yönelik tavsiyeleridir ki bu da 6 şekilde olur:
1- Tahammülün ve gücü olduğu halde affetmenin faziletini düşünmek
2- Öfkeye hakim olunamadığında Allah’ın vereceği cezanın hatırlanması.
3- İnsanın kendi kendisini, öfkelendiği kişilerin de aynı şekilde kendisinden intikam alacağını düşünerek korkutması.
4- Öfke anında kişinin kendi görüntüsünü düşünmesi.
5- Öfkesini yenmeye engel olup, intikam almaya yönelten zaaflara yoğunlaşma (kendisinin küçümsendiğini düşüneceğine, mahşerdeki rezil ve rüsvalığın düşünülmesi, buna sabır ve affetmekle Allah’ın affının ümit edilmesi).
6- Öfkenin kaynağını düşünmesi (Allah’ın rızası sebebi ile mi, şahsi mi, Allah’ın rızası sebebi ile değilse vazgeçmesi).
Bu arada öfke; Allah tarafından insana bahşedilmiş bir lütuftur da aynı zamanda, amacı dışında kullanılırsa her helal gibi o da yerilir, haram dahi olabilir.
Öfkenin lüzumlu olduğu ve Allah tarafından bir lütuf olarak verildiği(Maide Suresi/54) ayetten anlaşılmaktadır. Bireyi olumsuzluklardan koruma, dokunulmaz değerleri ve mukaddesatı savunmak için insana bir imkan olarak verilen öfke duygusu, doğru ve yerinde kullanılmadığı takdirde veriliş amacının dışına çıkmış olur.
İmam Gazali, öfkeyi üç dereceye ayırarak mutedil olmayan öfkenin kişiyi yanlış hareketlere sürükleyeceğini ifade eder:
a-İtidal(ılımlı) derecesi : Öfke duygusunun insana verilme hikmetini kapsayan bu durum kişinin; canını, dinini, malını, meşru haklarını korumak ve mazlumlara yardım etmek amacıyla gösterilen öfkeyi kapsar.
b) Tefrit(gevşeklik) Derecesi : Öfkenin itidal noktasından daha aşağıda olduğu bu seviye, insanın öfkelenmesi gereken yerlerde haklı tepkisini vermemesi durumudur ki bu durum hem akli hem dini açıdan yerilmiştir.
c) İfrat(aşırı gitmek) Derecesi: Öfkenin bu derecesi "pire için yorganı yakmak" ifadesi ile açıklanabilir. İfrat derecesinde öfke, akıl ve dine egemen olur, en küçük bir olumsuzluk hiç tahmin edilmeyen sonuçlar doğurur. Bu sebeple öfkenin tefrit derecesinde olması kadar ifrat derecesinde olması da aklen ve dinen yerilmiştir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.