- 459 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİZE NELER OLUYOR
1972 yılında öğretmen arkadaşımla İstanbul’a gezmeye gitmiştik. İlk kez gördüğüm bu eşsiz ve gizemli kent beni çok etkilemişti. Bir de yaşadığım bir olay: Durakta, bir bayanın; “hastam var parasız kaldım, memleketime gitmek için yol parası verir misiniz?” şeklinde boynu bükük konuştuğunu görünce içim sızlamıştı.
Elimi cüzdanıma attım, arkadaşım elimi tuttu; “sakın verme” dedi. Bu davranışını yadırgamıştım. Bozuldum doğrusu, “neden engel oldun yardım edecektim” diye sitem ettim uzaklaşırken.
Gülerek, “benzerlerini çok göreceksin, senin gibi duyguları temiz insanları böyle avlıyorlar” dedi. O gün aynı şekilde birkaç dilenciye yine rastladığımda “bu millete ne oldu” diye hayıflanmıştım.
İki gün önce haberlerde, çok iyi giyimli ve düzgün konuşan bir bayanın, İstanbul’da, aynı yöntemle para topladığını gördüğümde, hüzünle eski yılları hatırladım. Yıllardır bu ve benzeri duygu sömürüleri artarak ve modernleşerek(!) devam etmekte maalesef.
Okumamış cahil insanların dilenmelerini, cahilliklerine verelim. Peki okumuş, kendini bilen, iyi giyinen, sosyal çevrelere rahatça intibak eden, nazik ve düzgün konuşabilen insanların sahtekarlıklarını nasıl izah edeceğiz?
Bir eğitimci olarak nesillere, öğretimin yanında, müspet eğitimi veremediğimizi görmekten üzüntü duymaktayım.
Kaliteli mühendis, polis, hâkim, mimar, öğretmen, doktor vb. yetiştirmek yetmiyor. İnsan olmamızda belirleyici rol oynayan; “ahde vefa, hoşgörü, erdem, dürüstlük, sevgi, adalet duygusu, mertlik, sözünde durma, alın terine saygı gösterme, merhamet, şefkat, görev aşkı vb. duyguları da yeterince vermemiz gerekiyor sanırım.
Acaba bu konuda sadece eğitimciler mi sorumlu, yoksa ortak olan “her paydaş” mı bu ihmalden dolayı suçludur?
Sanırım sadece okullarla bu sorunu çözmek mümkün değil. Aileler, sivil toplum kuruluşları, belediyeler, basın yayın, TV, internet ve nihayetinde devlet, bu milli ve evrensel ortak değerleri işlemek, daha bir yapıcı, kaynaştırıcı programlar yapmak, önlemler almak, çözümler üretmek zorundadır.
Bir de doğru davrananların, yanlışlara “dur” diyenlerin yanında olmamız gerekir yasal çerçevede. Dürüstler yalnız kalmamalı, “sana ne” diyenlere, “bana ne” dememeliyiz elbette ki.
Geçmişte, halkı rahatsız eden bir grubu uyaran değerli bir profesörümüzün, grup tarafından komaya sokulduğunu çoğumuz biliriz. Hiç kimsenin ve kurumun da kılı kıpırdamamıştı tepki olarak.
Duyarlı vatandaşlık görevimizi yeterince gösteremediğimiz kanaatindeyim kötülüklere, haksızlıklara ve yanlışlara karşı.
Geçenlerde haberlerde izledik; yaşlı bir teyze tertemiz duygularla, bütün altınlarını, parasını polis olduklarına inandığı birilerine, sepete koyarak pencereden aşağıya sarkıtıyor. Tabi alanlar sırra kadem oluyor. Böyle birinin alın terine, emeğine, rızkına nasıl iştahlanırlar bilemiyorum.
Bankamatiklere kamera yerleştirilerek memurun maaşı çalınmakta. Yaşlılar takip edilerek, türlü hilelerle ellerinden tek geçim kaynağı olan emekli maaşları alınmaktadır.
Torunlar, paralarına el koymak için gözlerini kırpmadan dede ve ninelerini öldürmekte. Eşler, sevgilisiyle bir olup, karısını ya da kocasını ortadan kaldırmaktadır.
Evlatlar, ölmesini beklemeye tahammül edemeyerek, zaten kendilerine kalacak olan mirasa, bir an evvel konmak için, baba katili olmakta. Tığ gibi delikanlılar, askerden kaçabilmek için, sakat kalma uğruna parmağını keserek, kendilerini vurmayı göze alabilmekteler.
Eskiden köylerde, kasabalarda doğanın çiçekleri kadar nadide kokan, çok ve çeşitli ortak değerler vardı. Herkes bunlarla yoğrulur, etrafına güzellikler saçardı. Kötü ve yanlış düşünenler, davrananlar uyarılır, ayıplanır, düzeltilirdi. O yüzden nahoş hareketler pek yapılamazdı.
Şehirlerde, toplumun denetleme, uyarma işlevi kayboldu. Çoğumuzun çevremizde olup bitenden haberi yok. Haberi olanlar da çeşitli nedenlerden ötürü karışamamakta, ya da nemelazımcı.
Balıkesir’in bir köyünde abim öğretmendi. Ziyarete gittiğimde yol kenarında yığınlar görmüştüm. “O’nlar meyve ve sebze çuvalları, gece kalacaklar, kamyon sabah erkenden alarak ilçe pazarına götürecek” demişti abim. “Çalmazlar mı?” soruma, “öyle bir duyguyu kimse bilmez buralarda” dedi. Köy bakkalına bir delikanlı hırsızlık için girmişti. Yıllardır ilk kötü örnekmiş bu olay. Herkes hayret ve şaşkınlıkla “beynine şeytan girmiş” diye bunu anlatıyordu.
Bu uzak beldedeki insanların dürüstlüğüne, barışık ve mutlu yaşantılarına imrenmiştim doğrusu.
Bir zamanlar bu tür hasletler olağandı ve her yerde vardı. Gittikçe mutluluk kubbemizden yıldızlar gibi birer ikişer kaymaktalar. Bir zamanlar ufak bir kötülüğe şaşırırken, şimdi güzel bir haslet gördüğümüzde hayret etmekteyiz.
Teknoloji ve kentler mi bizi kirletti? Sahi ne oldu bizim; hasta, yoksul, yetim ziyaretlerimize, komşuluk ilişkilerimize, akraba hısım kaynaşmalarımıza, paylaşmalarımıza, hal hatır sormalarımıza, selamlarımıza, tebessümlerimize. Tertemiz duygularımıza, dürüstlüğümüze, aile bağlarımıza, bitmez tükenmez sevgi ve saygılarımıza.
Milletler bir ulu çınarsa, kökü, dalları, yaprakları da o milletin değerleridir. Her güzel hasletimizi kaybettikçe, bu çınarın yaprağı, dalı, gövdesi, sonra da kökü kurumaya yüz tutar.
Gelin bu çınarı hep birlikte yaşatmaya gayret gösterelim.
Sevgiyle kalın…
YORUMLAR
"ahde vefa, hoşgörü, erdem, dürüstlük, sevgi, adalet duygusu, mertlik, sözünde durma, alın terine saygı gösterme, merhamet, şefkat, görev aşkı vb. duyguları " bunlar hangi devirde kaldı arkadaşım? Maalesef insanlardan en güçlü duygu "ben(ene) " duygusu ki bunun önüne bir türlü geçemiyoruz. Soru güzel cevabı aslında basit ama uygulama da zor... Vicdan arkadaşım vicdan birde ALLAH korkusu hepimize biraz yüklenmesi gerekiyor. Anlamlı ve bu güzel yazıya çok teşekkürler.