PALYAÇO
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir palyaço görüyordum her cumartesi Yenice Sokak’ta...
Gözleri acılar deniziydi sanki!
Sözleri yaralıydı.
Dudaklarında bir yarı tebessüm asılıydı.
Boyalı yüzü pek de belli etmiyordu hüznünü.
Kamufle olmuştu bir nevi; içi kan ağlıyordu belli dışı düğün dernekti.
Kimi ekmek parası için alnının teriyle çalışır kimisi de yan gelip yatar başkasından medet umar.
Kimi gerektiği yerde palyaço kıyafetlerini giyer yüzündeki hüzünlü imajı siler, yüreğindeki derin acıyı gömer ve her türlü mutluluk kıyafetini bedenine uygun hale getirirdi. İçi kan ağlar ama dışı güler bir halde ekmek parasını kazanmaya çalışırdı.
Renkli ve cafcaflı giysisi, kırmızı burnu ve boyalı yüzüyle gelen geçeni içeriye davet ediyordu. Sokağın başında kimi görse hemen buyur ediyordu. İşi buydu.
Mağazada adım atacak yer yoktu. Palyaçoyu gören herkes mağazaya girmek zorunda hissediyordu kendisini.Herkes onu yakın buluyordu kendisine, garip bir çekiciliği vardı.
Elinde şişirilmeye hazır balonlar vardı.
Balonu tutmak için çubuklar...
Ve balonları şişirmek için de motorlu bir hava pompası...
Çocuklar hemen başlarına toplanıyordu.
Hem palyaçoyu görmek, hem de kocaman balonlardan almak istiyorlardı.
Şarkılar söylüyordu ama sesinde bir yanıklık vardı.
Mecburdu bu işi yapmaya, öğrencilikte para sıkıntısı her zaman olurdu.
Hem yapacak başka bir iş gelmiyordu elinden.
Giysilerini giyer her hafta cumartesi bu mağazaya gelirdi.
Ve onun olduğu gün mağaza bayağı iş yapardı.
Bir keresinde gidip bir iki kelam ettim palyaçoyla.
- Çok kazanıyor musun? dedim.
- Çok şükür, dedi ’Cep harçlığım çıkıyor. Daha ne isterim!’ demişti kanaatkâr bir şekilde.
- Mutlu musun? demiştim.
- Herkes palyaçoları mutlu sanıyor, bu imajı bozmayayım abi, susma hakkımı kullanıyorum. demişti. Anlamıştım mutsuzluğunu,susmuştum ben de! Saygı duymuştum onun bu suskunluğuna. Kimsenin göründüğü gibi olmadığını iyi biliyordum. Mutlu yüzlerin arkasında ne hüzünlerin saklı olduğunu iyi biliyordum. Onun da nasıl bir yarası olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Bu aşk yarasıydı.
Aylardan kasımdı.
Kar havası vardı, soğuk mu soğuktu.
Günlerden cumartesiydi.
Yine o mağazanın önündeydi. Gelen geçeni buyur ediyordu, çocuklara balon veriyordu, büyüklerle şakalaşıyordu.Ama kimsenin göremediği bir hüznü vardı.her hareketinde baştan ayağa hüzün akıyordu. Yağmur cama vurduğunda usul usul camın üzerinden kayıp yere düşer ya öyle! Hüznü hüzne aşina olan bilir.
Onu izliyordum karşı kuaförün penceresinden. Birden donup kaldığını hissettim.Elindeki balonun düştüğünü...Canlılığını yitirdiğini... Sesinin kesildiğini...Sabit bir noktaya takılıp kaldığını...Bir kıza bakıyordu Gazi Caddesi’nden o sokağa inen. 1.70 boylarında, yeşil gözlü, dalgalı saçlı, yüzü dünyalar güzeli, endamı o biçim, tavrı ve tarzı olan... Palyaçonun tam yanına geldi.Bizimkisi sendeleyip düşecek gibi oldu. Elini mağazanın camına attı,dengesini sağladı. Kız bir durdu, kararsız ve kaçamak bir bakış attı palyaçoya. Sonra ardına bakmadan çekip gitti.
Kız onu tanımamıştı ya da tanımazlıktan gelmişti.
Bu vaziyet palyaçoda yıkım yarattı.
İçin dışa galibiyeti oldu, mazrufun zarfa hakimiyeti...
Palyaço önce külahını çıkardı.
Sonra burnuna taktığı kırmızı hokkayı...
Balonları azat etti.
Gözlerinden yaşlar akıyordu, başını önüne eğip kızın aksi istikametine yürüdü gitti. Ardına bile bakmadı.
Bir daha o sokakta ne o palyaçoyu gördüm ne de o kızı.