- 994 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Ayakkabı Kutusu Anıları!
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tırnaklarımın arasında kan vardı. Canım yanmıyordu ama. Demek ki ben kanamıyordum. O zaman kim kanıyordu? Kim bu kadar acı çekiyordu?
Onun bu kadar acı çekmesi beni ağlatıyordu. Birazdan yavaşça yaklaşacak ve bir öpücük konduracaktı yanağıma. Aklıma birden ‘veda busesi’ şarkısı geldi. Şiir olarak da okumuştum defalarca ama şarkısı beni daha bir etkilerdi. Hatta beynim, bulanacağı yeri bile belirlemiş, her şarkı çaldığında ağlatırdı beni.
Yavaşça bana doğru eğildi. Beni öpmesini o kadar çok istiyordum ki.. Ama biliyordum; bu öpücük bitirecekti her şeyi. Ya kahraman olacaktım, ya rezil.. Öpmek ya da öpmemek. Aslında tüm mesele buydu. Aklıma Batuhan Dedde geldi. Gülümsedim. Ağlarken gülmek çok saçma ve karaktersizceydi. Birden sertçe;
-Neden gülüyorsun!?
-Batuhan Dedde okur musun?
-Hayır. Tanımıyorum bile onu.
-Olmak ya da olmamak, tüm mesele bu diye bir fotoğraf paylaşmıştı bir ara.
-Yani?
-Şimdi anlıyorum; aslında ölmek ya da ölmemek.. Öpmek ya da öpmemek diyormuş.
Usulca sokuldu yanıma. Bir şiir okur musun, dedi sıcaklığıyla. O anda bir patlama sesi duydum. İrkilmiştim. Ve şiir de okumaya başlamıştım. Şiiri okurken herkes yanıma doğru koşuyordu. Sebebini bir türlü anlayamadığım bir karmaşaydı bu. Dilime engel olamıyordum. Şiir okurken de sarılmıştım ona.
Biri bağırdı;
-Ölmene izin vermeyeceğim Pröfesör.
Diğeri;
-Bırak ölsün ya. Adam mı o?
Saf saf sağa sola bakarak şiir okuyordum. Neden bilmem, Murathan Mungan okuyordum. Opera.. sözleri etkilemişti galiba beni. İnsanlar çevremde toplanıp ‘tüh’ çekerek ve acıyarak bana bakıyorlardı. Ne olduğunu anlamıyordum ama susamıyordum da.. Galiba şiiri berbat okumuştum.
Şiir bitti. Kucağımdaki usulca kalktı ve yürümeye başladı. Dilimi yine tutamamıştım;
-Nereye gidiyorsun?
-Senin olmadığın bir yere babalık.
-Bensizliği neden bu kadar çok istiyorsun?
-Onu kendine sor, beni istemeyen sensin.
Ama ben onu istiyordum. Hem de sonuna kadar. Bunu nerden çıkarmıştı. Usulca doğruldum yerimden ve takip ettim biraz. Otuz dört adım sonra durdu ve bana baktı. Gözlerimi kaçırmak zorunda kalabileceğim kadar sert bakıyordu. Sanki etrafımdaki insanları merak eder gibi çevremi süzdüm. İnsanlar hala az önce oturduğum yere doğru bakıp ‘eyvah’ çekiyorlardı. Merak edip döndüm. İşte o an bütün kriz kontrol merkezlerim devreye girdi. Donup kaldım. O da bana değil oraya bakıyordu. Yerde bir ceset vardı. Tam oturduğum yerde. Her taraf kan gölüne dönmüştü. Daha da korkunç olan da ceset benimdi. Korkmaya başlamıştım. Cesedim ordaysa, yani ben ordaysam eğer; ben kimdim?
Remzi Dayı geldi aklıma. Kendini kaybettiğini ve bulmak için çevresindekilere omuz attığını söylemişti. Çevremdekilerden birine omuz atmam gerekiyordu. Rastgele birine omuz atmayı denedim ama adam kayboldu. Bir başkasına… O da kayboldu. Donmuş cesedime dalmıştım. Arkamdan seslendi;
-Korkulacak bir şey yok!
-Ama… O yerdeki..
-Senin cesedin.
-O zaman ben kimim?
-Sen hiç kimsesin. Hiç olmadın. Kendini var saydın hep.
-Ne!? Anlamıyorum.
-Eğer cesedin çürümeden önce gidip içine girebilirsen Pröfesör olacaksın. Ama yetişemezsen sen bir hiçsin.
Adım atmayı denedim hemen ama beceremedim. Tekrar denedim ama olmuyordu. Ben ileriye gitmek isterken adımlarım geri sayıyordu. Hemen sırtımı döndüm cesedime ve tersini denedim. Yine olmuyordu. Cesedime dönmek istiyordum ama iğrenmiştim ondan. Midem kaldırmıyordu onu. Sordum;
-Yetişemezsem ve bir hiç olursam ne olacak?
-Hep benim dünyamda kalacaksın.
-Senin dünyan, benim dünyam değil mi zaten?
-Sen hiç dünyanda beni gördün mü?
-Her zaman!
-Hayır. Bana öyle bağlısın ki hep benim dünyama gelmeyi kabul ettin. Çünkü burda huzur vardı.
-Ölüler huzurlu olamazlar.
-Ölüler huzurlu olurlar.
Derin derin gözlerine baktım. İçimden onun beni kontrol ettiğini düşündüm ve ona oyun oynamaya karar verdim.
-Pekala. O zaman seninleyim.
-İstemiyorum seni.
-Az önce istediğini söylemiştin?
-Şimdi istemiyorum.
Acı çektiğimi biliyor ve bu hoşuna gidiyordu. İnsanlar dağılmaya başlamıştı ve polisler olay yerini ablukaya almışlardı. Oturdum olduğum yere ve ağlamaya başladım. O benim ağlamama dayanamazdı. Hemen yanıma koştu ve sarıldı bana. İşte o an boğazını tutup tek hamlede boynunu kırdım. Cansız bedeni kucağımda kalıvermişti. Ayağa kalktım ve cesedime doğru yürümeyi denedim ama o da ne! Aman Allah’ım! Yürüyemiyordum hala. O zaman o beni yönetmiyordu. Hayır! Hayır onu boşu boşuna öldürmüş olamazdım.
Bir siren sesi ortalığı kavurdu. Bir polis arabası hızla üzerime geliyordu. Birden reflekslerim beni yolun dışına attı ve cesedime yaklaşmıştım. Sürünerek biraz daha ilerledim ve cesedimin ayak ucundan tutabildim. Buz gibiydi. Aslında sıcak kanlı bir insanımdır ama bedenimin bu kadar çabuk soğumasına şaşırmıştım. Üstelik içimde fırtınalar koparken fazla sakindim. Sonunda cesedimin içine girebildim. Gözlerimi açtığımda çevremde kimse yoktu. Yalnızca onu gördüm yerde. Daha doğrusu cesedini..
Gözleri açık kalmıştı. Artık kendimi kurtardığım için mutluydum. Bunları düşünürken birden içime bir acı saplandı. Onu öldürmüştüm ve bir katildim! Polisler gelmeden yok etmeliydim onu. Gidip kocaman bir kağıt buldum ve içine koydum. Üzerine basınca mektup oldu. Açıp okudum. Ağlamak geldi içimden okurken. Tırnak aramdaki kana baktım. Bedenim kaskatı kesildi. Batuhan Dedde’nin Pia’sı geldi aklıma. Sonra Orhun Çevik’in Ecrin’ini düşündüm.
Kağıdı ayakkabı kutuma atıp unutmak istedim. Beş dakika sonra evdeydim ve ayakkabı kutuma kağıdı bıraktım. O anda ayakkabı kutum konuştu;
-Seni asla affetmeyeceğim Baba.
M. Hanifi Kesik