- 806 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
'gitmek için güzel bir gün'
Orada bir yer de. Denenmiş ki, denemişler ki, anlattıklarına bakılırsa hiç de yalan gibi gelmiyor. Bir şey var, tam da orada bir yer. Ama ben diyemiyorum. Orada bir yer de var diyenler de yok, onlar da yok, diyemiyorlar, demek zor geliyor belki de, demelerinin imkânı kalmamıştır kim bilir! Bir çıkış kapısından bahsedilebilir, hepsinden daha güzeli bir çıkış kapısıdır. Ben diyebilseydim güzel olurdu ama diyemiyorum. Bu tatminsiz bir budalaya dönüştürüyor beni. Zaman geçmiyor. Zaman denen kavram karmaşık, kimse çözemiyor. Çözmemeli zaten. Zaman için, geçsin, bitsin ve her ne olacaksa zaman geçecek, insanlar iyi olacak diyorlar. Buna inansaydım, orada bir yer de çıkış kapısının da olduğuna inanırdım. Varsa da benim değil, bana ait değil, kimsenin o kapı. Varsa eğer o kapıyı bir gün hepimiz göreceğiz. Ben dışında yaşamış, yaşayan insanları düşünürken tek olmadığımı fark etmemek garip bir güç veriyor. Bu güçle betonları kırabilirim. Kelimeler boğuk bir bacadan uygunsuz vakitlere doğuyor. Ne demeli, ne etmeli, kime anlatmalı; bunlar soruldukça insanın başı ağrıyor. Belki de sormamak en iyisi. Evet, evet sorular çok zor gerçekten de. Evetler, hayırlar; cevaplanmak zorunda olan biri sürü şey. Hepsi bir şeyden oraya varacağı anı bekliyor. Olsun. Beklemek güzel. Bir çıkış kapısının hayalini beklemek bile güzel. Deri yıpranıyor. Kendim yıpranıyorum. Olağan ötesi bir geçiş döneminden bahsediyorlar. Bu asrı yarattığından beri insanlar yaratıcısını çok üzüyor. Başta kendimi saymak istiyorum yalanını kendime bile atamıyorum. Kötü bir yalancıyım. Ama uyarılara da uymuyor değilim. ‘Yatağından kalktıktan sonra yorganını düzelt, açık kalmasın!’ Sebebini sormak zorunda değilim ama yatağın yine de toparlanmamış bir halde her gece geç saatlerde beni bekliyor. Garip bir maskenin üzerinde olduğu adını söyleyebilirim. Hıçkırabilirim. Kınayabilirim. Küfredebilirim. Son ikisi hayırlı gibi değil. Yatağın içinden küçük bir süt paketi çıkıyor. Sabahtan beri onu düşündüğümü biliyor olmalı. Gece mide asidinin etkisini azaltmak için elimde duruyordu. Sonra elim onu bırakmıştı. Böyle tanımak da güzel onu; süt, yalnızca biraz süt ve boşluk! Her şey bir sonrasında boşluk var ediyor. Senelik iznin manasızlığı kadar, tatillerin , hafta sonlarının, hafta içinin, resmi tatillerin, festivallerin… Zamana suç bulunurken, tekdüze bir yılgınlık mevcut. Aynı şeyden bahsediyoruz. Orada bir yer var ama. Buna da inanıyorum. Biraz potansiyel enerji durumu. Kütle sabit de olsa, yerçekimi kutuplardan farksız da kalsa, hız yoldan bağımsız ve zamana küfretse, mekanik bir paslanmanın yorulma şiddetinin tekrarlanan gerilmeler sonrası olduğunu ilaveten kokulu, rengârenk mumlar açıklasa. Mumlar şiddetle sararıyor. Ellerimde bu sararmanın tekdüze su toplanışları. Bugün de yine aynı duayı okurken, yarın gece daha erken uyuyacağımı söylüyorum. Yine geç bir vakit, yine uykusuzluk, tekdüze bir düşüş bu, kaçış belki de. Karanlık olduğundan daha şirin, hayalini beklemek de güzel. Orada bir yer de, bu çıkış kapısının hayali var. Önce hayali, sonra kendisi ama daha öncesinde hayalinin bile hayali var. Kahve soğuyor.
…
Aklım kar altında kalırken, gözlerim o müthiş çığ seferinin yumuşak başından sert ayaklarına kadar titrerken, inanmak nasıl bir şey dinleyebilirim sabaha kadar. Sabahlar da güzel, gece sabahlardan daha da güzel, akşamlar hariç. Akşamlar kısa, geçmekten, mağlup olmaktan anlatı sanki. Önceden daha büyük insanların olduğunu, zamanın bitmek tükenmeyen bir halde olduğuna kanaat getiriyorum. Ne fayda ki, ilk insanların binlerce yıllık ömürlerinin hiçbir cezbedici yönü yok. Hal böyleyken, ölümün çokça istendiği bir dünyada, ölüme yakışan insanlar giderek azalıyor. Ölüm onları sessiz sedasız alıp götürüyor. Orada bir yere götürüyor. Çıkış kapısının olduğu bir yere. Hayır, bir şey varsa devam eden, kinetik kırımlarında eski bir kalenin burçlarından rengârenk bir kelebek havalanıyor. Dumandan daha hafif kanatlarıyla uçan kelebeğin ölüme yuvarlanan yolculuğunu kıpkırmızı rujuyla okşanmayı bekleyen travesti biliyor. Bir araba geliyor. Önce polis arabası travestiye çarpıyor. O can çekişirken, avuçlarının içerisindeki kelebeği salıyor. Dönüşüm bir böcekten toprağa, topraktan insana, insandan dumana, dumandan kelebeğe doğru ilerliyor. Şükür, pavyonda çalışan kadınlara! O kelebeğin azat oluşunu gören onlar oluyor. Pavyonda çalışan kadınların kötü parfümleri var. Travestiler garip bir kıskançlıkla onlara bakıyorlar. Pavyondaki kadınların memeleri sarkmış olsalar da gerçekler. Filmin adını bir kelebeğin ölümü diye koysalardı keşke. Film aslında ne travestileri ne de pavyondaki kadınları anlatıyor. Sahil kasabasında basit bir aile dramından bahsediyorlar. Bu filmi önceden izlememiştim. Bazen ister istemez film izliyor insan. Tekdüze hayatın boğucu kramplarından uzaklaşırken, başka hayatları tadıyorum ama öncesinde kendi hayatımda bir bilinmeyenin öncesindeki hal daha korkutucu geliyor. Benden önce ben olan bir benin varlığını bilmek, onun konuştuğunu, etten olmasa bile, bir duman gibi uçuşabildiğini bilmek, onun hırpalandığı, yıprandığı zamanlarda dünyanın yeni yeni var edildiğini bilmek… Tüm bu bilgelikler hırpalanmış ve yıpranmış ruhun yorgun tadının asla vücuttan çekilmediğini her seferinde incitmek şöyle düşün, öldüresiye bir yobazlıkla tekrarlıyor, zamanı biliyormuş gibi tadını çıkarıyor hoyratlığının. Toprağın ölüm olduğu yer de, mezarlıkta kendimi buluyorum. Kendimden çıkış yolu alabildiğince kısa. Düşünmek istemediğimin farkına varınca, korkutucu şeyin korkunun kendisi olduğu saçmalığını ifade edenlerle yan yana kaldığımın farkında, gözlüklerimi çıkarıp siliyorum. Hayır, yüzümdeki sakalımın kıllarının her bir adedince yemin olsun ki bilmemek kötü olan, korkutucu olan. Bilmemek çok kötü. Bu yine de canımı önceden incitmedikleri anlamına da gelmiyor. Canım çok acıyor. Canımı acıtan toprağın kendisi. Topraktan korkuyorum. Rüyalar zincirleme olarak birbirlerine girerken, döneceğim yerin başlangıçta orası olan yerle aynı yer olduğunu bilmenin garip bir hazzıyla mum eriyor. Çıkışın, kendisinden başka güzel bir yanı da yoktu zaten. Çıkamıyorum. Anlatmak istediğimden çok fazlası, ikincil derece de bir yanıkla karşı karşıya ve romatizma ağrıların sebebini elementler arasında paylaşıyor. Kütle numaraları her ne olursa olsun, elementler spiral halka dağılımlarında bilumum farklılıklar da gösterseler ve hiçbir tablo, bir elementin çekirdeğini öpen meleklerin sayısını tutamasa da, her bir çekirdek aynı mezarlığın çıkışında insanları bekliyor meleklerle beraber. O yer de huzur var. Çikolata kaplı toprak var. Süt var, hiç kesilmeyecek ağaç kovuklarından bal gibi süzen. Kuşlar var hep özgür uçacak! Çiçekler var asla solmayacak. Kötürüm örneklerin iyi olduğu, belki de günahların af edilmek üzere beklendiği bir ‘delete’ tuşu.
Öykü bağırıyordu: ‘Ceketten bahsedeceğim. Gömleğimden. Adımlarımdan. İnsanlar halleriyle filmlerin içinde. Eğer gerekliyse sözcükler var türeyecek. Yarının çocukları sevecek toprağı. Toprağı diyorum göğe bakınırken. Gözlerimde bilsinler çocukların gerçeği. Karıma söylesinler onu çok sevdiğimi. Bugün gitmek için gerçekten güzel bir gün.‘
Gideceğim, yola koyulacağım. Orada güzel bir çıkış var. Dünyanın çıkışı belki de! Zaman yok. Sözcükler var. Onların istediği bir son var.
‘Mum söndü ve kahve bitti. Dönebiliriz.’