Narziss Mektuplar VIII
Uzun bir aradan sonra gelen bu mektup sevindirdi beni...Hani çocukluğumuz da yazlıktan dönen arkadaşımıza sevinmemiz gibi...
Ankara’da henüz kış aylarına girmeden,kışın gelivermesi bana Eskişehir’i hatırlattı . Bu çok hızlı geçiş psikolojik olarak epey etkilerdi beni...Sokaklar da kömür kokusunu duymaya başlar ,o is içinde araçların soluk farları yanar ,hava kararır kararmaz sıcaklık aniden düşer ,uzun süren kasvetli havalar sürer giderdi...Bitmez tükenmez gibi gelen kış gecelerin de neredeyse okumaktan başka yapacak birşey olmazdı ,okumak ne kadar keyifli olsa da çok fazla okuyunca içimizde ki kasvette artardı....İnternet denen şeyle tanışmamıştık henüz ,istediğimiz filmleri,dizileri öyle istediğimiz anda izleyemiyorduk...Televizyonların kumandası ise akşamları hep babaların elin de olurdu...
Günlerden bahsetmişsin ...Çarşambaların senin için neden favori olduğunu anlayabiliyorum.Haftanın ortası beklentin yok ve cuma gününe de az kalmış...Benim içinse pek fazla farketmiyor aslın da....Sadece bir kaç çalışan arkadaşımı ancak hafta sonları görebiliyorum...Fakat pazartesi tuhaf bir gün hem çalışanlar hem de çalışmayanlar için can sıkıcı bir gün.....
Yazın en sıcak günlerin de bile grip beni de yokladı bir kaç kere ...Bağışıklık sistemini baskılanması böyle birşey işte ne kadar dikkat edersen et başına bir iş geliyor ...Bitki çayları pek tercihim değil nedense hiç sevemedim...Şöyle kızılca demlenmiş mis gibi çay varken ,papatya çayının yüzüne nasıl bakabiliyorsunuz....
Karşımıza çıkan hayal kırıklıkları her zaman oldu ve maalesef her zaman olacak...Fakat bilinçli olarak bencil olunabileceğini sanmıyorum...Ya bencil birisindir ya da değilsindir...Bunu değiştiremeyiz ,fakat bu konu da yapabileceğimiz tek şey kimlerle samimi olacağımızı daha dikkatli seçmek aslın da düşünüyorum da bu bile pek mümkün değil eğer sıcak kanlı ve doğuştan samimi bir insansan yapacak birşey yok demektir...Birinin yardıma mı ihtiyacı var edebilecek durum da isen edersin,biri birşey mi istedi verebilecek durum da isen verirsin sen kişiliğinin gereğini yerine getirmişsindir,bunlar anlaşılmadıysa senin sorunun olmuyor ...İnsan üzülüyor biliyorum görmemek,işitmemek bilmemek bir dereceye kadar böyle durumlar birikiyor ve ben artık böyle durumlar biriktiğin de birşey diyemez oluyorum sadece susmak geliyor elimden...Çünkü birşey demek isteyen durumuna düşmek demek ,çünkü durmadan görmek ,duymak ve bilmek ve her seferin de söylemek kendini karşında ki tarafından zoraki çekilen insan konumuna düşürmek demek ...Bazı şeylerin söylenmeden anlaşılması gerekiyor,söylendiği zaman anlaşılsa bile içine sinmiyor insanın...Bu yüzden genelde artık susmayı tercih ediyorum...
Yakın olduğun kişilerden birtakım şeyler beklemek kadar normal birşey yok...Canın mı sıkıldı arayıp görüşmek istersin,tek başına halledemeyeceğin bir iş mi var yanında olmasını istersin,bir sıkıntın mı var dinlemesini istersin...Diğer yönden bakarsan bunların yakınlığın tanımı zaten, beklenti bile sayılmaz...
Bazı duygular bizi hatalara düşürür ,sürekli mantıklı olmak ise insanlıktan çıkarır...Sanırım en temel olarak bu konuda şunu diyebilirim...Ne kendini nede çevrende ki herhangi bir kimseyi vazgeçilmez olarak görmemek ve ona göre davranmak yapılacak en doğru şey...Kimseyi vazgeçilmez olarak düşünmezsen kimseye de yeterinden fazla güvenmezsin....Ama yapabilir miyiz ? Mantık konuştu biz insanız herşey sırası geldikçe yaşanacak ..Hayal kırıklıkları,güven,güvensizlik,yalnızlık,neşe,keder hepsi bizi insan yapan şeyler işte.....
Sofi’nin Dünyası’nın Miletli Thales ile başladığını hatırlatman güzel oldu...Gerisini getirmekte eğlenceli olacak Thales’den sonra gelen Anaksimandros Thales’in herşeyin temel maddesinin su olması düşüncesine itiraz etmiş,ona göre temel madde su gibi varlığı sınırlı olan birşey değildi..Daha sonra temel maddenin sonsuz ,bitmez ,tükenmez olması gerektiği üzerinde durmuş buna da ’’Aperion’’(Sınırı olmayan)adını vermiş ....Ayrıca sayısız dünyalar dan bahsedip, dünyanın silindir biçiminde olduğunu düşünmüş...
Anaksimandros’u tekrar gözden geçirirken dünyanın şekli üzerin de düşünüp fikir yürütmenin feci zor birşey olduğunu anlar anlamaz ,aklıma Yüzyıllık Yalnızlık’da ki Jose Arcadia Buendia geldi oda 20.yy başların da medeniyetten uzak bir köyde hiç alet edevat olmadan sadece çingenelerden satın aldığı basit bir teleskopla dünyanın yuvarlak olduğunu kendi keşfetmişti...Karısı Ursula’ya haberi verdiği an hala aklıma geldikçe beni gülümsetir...’’Dünya yuvarlak kadın,tıpkı bir portakal gibi’’.
Kitap ve sinema dünyasına gelirsek son zamanlar da okuma randımanım da biraz düşüş oldu...Uzun zamandır beni gerçekten heyecanlandıracak bir kitap geçmedi elime nerede kaldı güzel bir kitap keşfettiğim de o keyfim,o sevincim....Geçmişte beni düşündüren karakterleri özlüyorum..Artık Nastasya Filippovna gibi bir kadın çıkmıyor karşıma,bir Bazarov gibi adamı anlamaya çalışıyorken bulmuyorum kendimi,Lermentov’un çağımızın bir kahramanı ilan ettiği Peçorin’in anlamsızlığı düşündürmüyor beni...Ucundan kıyısından asılabiliyorum son zamanlar da kitaplara biraz Slovaj Zizek’in tabiri caiz ise tuvalete oturuş biçimimizden bile yaptığı felsefeyi,ayrıca sinemaya farklı bir bakış açısı getirme denemerini okuyorum...Birde Hakan Günday’ın kitaplarını bitirme çabası.....
Sinema artık edebiyattan önde gidiyor...Sinema da ’’İnstellar’’ beni epeyce etkiledi...Teknoloji gerçeğine bu kadar yakınlaşan bir bilimkurgu izlememiştim daha önce...Daha sonra sana bahsettiğim Barış Bıçakcı ’nın ’’Bizim büyük çaresizliğimiz’’ adlı kitabından uyarlanan filmin sadeliğinden gelen görkemine hayran kaldım...Film Ankara’da çekilmiş ...Kısa kısa Ankara manzaraları..İzlemeni isterim....
Son bir kaç ayda beni etkileyen bir aydınlanma yaşamamı sağlayan bir olay oldumu diye sormuşsun....Eğer aydınlanma sayılırsa artık eskisinden ruhen daha güçsüz ,daha sabırsız ve tahammülsüz olduğumu anladım...Diğer yandan sanırım daha bir gerçekci oldum...Dolu dolu yaşanan bir yaz beni epeyce bitkin düşürdü.....Kimbilir bir daha ki yaza toparlanmış olarak gireriz ne dersin...
Ben de bu sefer uzun bir ara verdim...Bilirsin sıkkın olunca bazen yazamıyor bile insan....Bir haftadır İzmir’deydim....Hava orada bile epey serindi....Antalya’nın yumuşacık havasına inmek harika oldu....Sevgili Athena elim de olsa sana ve ortak arkadaşımız Nellas’a buradan bir kaç gün güneşli gün bağışlayabilirdim.... ’’Milana’ya Mektuplar’’ bittikten sonra ,’’Dava’’yı okuman iyi olurdu ...Bir sonra ki mektuplarımızın bu kadar gecikmemesi dileği ile mektuba son veriyor,Anaksimondros’dan sonra ki Milet’li yurttaşımızı sana devrediyorum....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.