- 2045 Okunma
- 7 Yorum
- 2 Beğeni
Giderken
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Aslında daralan ekonomi değil de, insanların kalpleri..
Ziya Türe
Nasıl olur da başkasının üzüntüsü sizi böylesine mutlu kılar? İnsan olan yerlerim bunu anlamıyor! Ne zaman bu kadar karardı kalbinizin odaları. Merhametiniz nasıl oldu da bir ışık yakmadı o siyahlığa. Çirkin kahkahalarınızın ardına gizlediğiniz o sahte yüzünüz sizi hiç utandırmadı mı? Geceleyin baş başa kaldığınızda kendinizle, yastık diye bir kayaya uzandığınız olmadı mı!
Gece yarısının üzerinden üç buçuk saat geçti. Uzayan mesafelerden sonra ilk kez kalemi avucumun içinde sıkıca tuttum. Kalemi kırmak istedim öfkeyle. Bu bende tuhaf bir heyecan yarattı. Garip bir müzik var odada. Dışarıda yağmur yağmıyor. Ama içim olabildiğince puslu. Sabaha az kaldığını anlamak biraz olsun rahatlamamı sağlıyor. Ruhumda oradan oraya çarpıp duran serçeyi özgür bırakmak istiyorum.
Bunu yapmama çok önemsediğiniz siz sebep oldunuz. Kendimi sizden korumak için yapıyorum bunu. Bir lütuf gibi sunduğunuz esareti artık istemiyorum. Çok bilmiş önyargılarınızla kafamın içine yine bağdaş kurup oturdum. Görünüşte yatağın içinde hayli sakin bekliyor olmam gecikmiş saat için pek makul bir hal sergilemiyor. Böyle olmasını siz istediniz.
Sizin istekleriniz insanlara iki seçenek sunuyor. Kalmak veya gitmek.
Küçük bahçeleriniz var. Plastik çiçekler, yapay çimenler ve kovanlar, petekler… Burada herkes birer arı. Bunu üzerine basa basa yineliyorsunuz her yeni gün. Buradakilere birer arı olduklarını kabul ettirdikten sonra beklentileriniz başlıyor. Kovana bal taşıyan arılar asla gereksiz yere iğnesini boşa götürmeyecek ve yaşama sevdasından vazgeçecek. İğnesini malum olasılıklar için saklayacak. Burada her arı kendi iğnesinden asılıyor ağaçlara. Bir arı örümcek ağına takılırsa kendi çabasıyla kurtulmak zorunda. Aynı zamanda arı balı akıldan çıkarmadan iğnesi için potansiyel avlar aramalı. Arılık meziyet gerektiren bir şey. Hem koruyan, hem korunmaya muhtaç bir şövalye. Hepsi de bir arı için ezik ve aşağılık bir durum. Hele ki insanken. Sonra arı olmayı beceremeyenler için daha sağlam planlar kurmaya başlıyorsunuz.
Küçük kalabalığa hamamböceği olmayı emretmekten daha eğlenceli oyunlar aramalısınız. Şüphesiz ki bir hamamböceğinin en trajik görüntüsü ölmeden önce yerde boylu boyunca uzanıp çırpındığı o sayılı dakikada gizlidir. Ne var ki -buna ölümleri de dahil- hamamböceği olmanın tek bir soylu tarafı yoktur. Yine de beton zemin üzerinde çırpındığı anlara tanık olmaktansa, fişek gibi burnunun dikine koştuğu zamanları özlenir. Hamamböceği olmak bir meziyet sayılmaz lakin hamamböceğine eziyet etmek en gaddar durumdur, ki hamamböceği feleğin sillesini zaten en başında hamamböceği olmakla yemiştir ve bedelini fazlasıyla ödemiştir aşağılanmanın.
Bazı gerçeklerden söz edemedik sizinle ne yazık! Sizin kalın duvarlarınızdan içeri sızabilecek cümlelerimi hiç harcamadım. İsteseydim iğne deliğinden bir dünyayı sığdırırdım küçük bir odaya. Buna gerek duymadım. Duvarlar inciticidir. Hayatım boyunca böyle inandım ve duvarlar örmedim etrafıma. Lakin siz ve sizin gibilerin kelimelerimi üzmenize müsaade edemezdim. Üstüne üstlük kibrinizin onları alay konusu etmesine katlanamayacağımı biliyordum.
Adalet dediğiniz şey aramızda olmadı hiç. Oysa yüksek oktavlı balkonlarınızdan meydanı tarayan gözleriniz aranılan açıklar yerine alenen ortada sırıtan gerçekleri daha kolay seçmeliydi. Bazen sır sandıklarınızdan daha heyecan vericidir gözünüzün önünde olup bitenler. Gözünüzün önündekilere aşinalığınızdan fark edemezsiniz varlıklarını. Onlar hep oradadır, alışırsınız bayağılıklarına.
Sizin basma kalıplarınız küçük insanların üzünçlerini anlamayacak kadar sığ ve bir o kadar da acımasız. Beklentileriniz varolan enerjiyi kan pompalamakla yükümlü o kemiksiz organımızdan -adeta köklerinden hunharca sökülen bir ağaç gibi- çekip alıyor. Bunu bile göremeyecek kadar flu bir sis perdesi inmiş gözlerinize.
Size öfkeli değilim. Belki de öfkenin ne manaya geldiğinden artık emin değilim. Bu hissettiğim şey çok daha güçlü. Size hiçbir şey değilim esasen. Bir ışık parıltısı yok içimde arkanızdan bağıracak. Bir zamanlar olan o duygu karmaşasına yeniden sahip olmak isterdim. Ama yok! Tıpkı sizin sızlamaya terk edeceğiniz vicdani bir uzuvunuzun veya organınızın olmadığı gibi.
Değiştiremedikleriniz sizi hırçınlaştırıyor. Buna bencillik denilebilir belki ama her şey aksi de gitse sizin istediğiniz gibi olsun isterken trenin raydan çıkınca başına neler gelebileceğini hesaba katmıyorsunuz. İyi ve kötü her şeyin fazlasına sahipsiniz. Doymak bilmeyen bir alçaklık korkusu var içinizde ve hep uçurumun kenarındaki parmaklıkları sıkıca kavrarken buluyorsunuz ellerinizi. Dünyaya entrika için gelmişsiniz sanki! Geçerken de küçük hesaplar defterinizi, her işin aslına ermek isteyen merakınızı ve dirseğinizin sivri ucundan daha sert kurallarınızı şuraya buraya bırakıvermişsiniz.
Samimiyetten nefret ediyor oluşunuza mantıklı bir açıklama bulamıyorum. Bizler insanları samimi oldukları için severiz. Heyecanla bir şey anlatırken sesinizin çirkin bir üslupla kıstırılmasının ne anlama geldiğini sizin saygın ve ölçülü duruşunuz elbette bilmeyecektir. Mutfaktaki derin dondurucu gibi soğuk ve ruhsuz olmayı nasıl da ustalıkla buyurduğunuzu görmeliydiniz. Ömür boyu böyle bir fotoğrafın içinde yer almak çarptırılacak en acımasız ceza. Zavallı siz! Başkaları arkasını dönüp sizi terk ederken geride kalan olmak ne kadar adaletsiz, ne hazin bir son…
Üslubumun haddini aşıyor olması kendi adıma beni üzüyor. Hak ettiğiniz onca şey arasında buna takılıyor oluşum her ne sebeple olursa olsun, bu kadar fazla çirkinliğin, bana göre sefilliğin arasında bulunmayı istemediğimden ve bulunduğum anlar adına pişmanlığımı bildiğimden kaynaklanıyor. Ben bir hayalin içinde, size çiçekli bahçelerden, Faslı bir müzisyenden, ebruli renklerden ısrarla bahsederken keşke beni dinleseydiniz. Keşke bu kadar kötü olmasaydınız ve acıyla ilgili temenniler geçmeseydi aramızda.
Birisinin gitmiş olması hepinizin kurtuluşu olmaya yetebilseydi. Onaramadığım insanlıklar adına biraz da kendimi suçluyorum.
fulya/kasım2014
YORUMLAR
İnsanın doğasına bırakılırsa doğal hayattaki hayvanlar gibi olurlar,yaşlanan yaralanan terk edilir ve bırakılır
evrensel kollektif bir akıla ihtiyaç var bu bizi hayvan olmaktan kurtaracaktır bunu filozof yöneticiler ve bilim adamları sağlayabilir,insanı denetimsiz ve cahil bıraktınız mı aklınıza hayalinize gelmeyecek zalimlikler yapar,tarihte bunun örnekleri çoktur,insanın vicdanını bırakılanlar yandı demektir.
selamla
Yazıyor olmak böyle bir şey sanırım. Yazmak. Yaşanınca bir nebze bir şeyler serinleyebiliyor nefesimizin gölgelik tarafında ancak bir bir harf edince..
Açıkçası tek bir seçenek tanıyorum..
“koşulsuz terk..”
Ve sanırım, bu okuduklarımı sesli düşünürsem, ömrüm muhtemeldir ki hattâ kesin kanaâtim de bu yöndedir: Vâr olan iki günlük ömrümün boyu olabildiğine iki kat kısalır. Yirmidört saat aslâ eksilmez, eksilen umudumuzdur.
Geceleri uyutamayanların rahat uyuduğuna dâir.. Sâhi böyle bir gerçek var mı. Ben inanmıyorum.
Bunun içindir ki okuduğumun zarif olduğunu ve belki de haklı satırlardan bir bütün olduğunu söyleyip en sessiz adımlarımla susmalıyım.. Susmak birilerinin dediği gibi ne asâlettir ne de korkmaktır, emîn olmak farklıdır yalnızca..
Güzel olan, bütünden kopmamış olunması. İlk cümlelerde düşündüğümüzü son cümlelerde düşünebilmek hoş.. Açıkçası yukarıda dediğim gibi, inanmadıklarımla yaşayamıyor ve ses edemiyorum ama gördüğüm için fikrim olabiliyor. Seçkin bir düzen, nizam. Ve sözcükleri boğmadan, okuru yormadan.. Esrâr, kalem ile dikte edilenin arasında bir akit. Bu okurun yüreğine o yağmursuz puslu havaları iyi gösterebiliyorsa ne mutlu.. Hamamböcekleri varlıklarından ötürü saygı görebilir ancak ve teşbih için.. Buna rağmen duvarları seviyorum.
Bu kadar. Güzeldi, severek okumak, sevginin acısını hissetmek olsa da severek okumak ve okutmak, özeldir..
Esenlik diliyorum.