- 772 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Türk Sorunu mu, Kürt Sorunu mu?
Kürt Sorunu mu Türk Sorunu mu?
Bu savaş hala bitmedi. Bu çirkin savaşı hala bitiremedik. Tarihimizin yüz karası olan bu kardeş kavgasını sonlayamadık; biz bu utançla daha ne kadar yaşayacağız?
Bu haksız savaşı nihayetlendiremediğimiz gibi sorunu daha bir derinleştirdik, karmaşıklaştırdık, içerisinden çılamayacak boyutlara taşıdık.
Onlarca senedir süren bu soruna Kürt sorunu dedik.
Sorun beraberinde hiç olasılıkta olmayan yeni sorunları getirdi: ama neyseki Türklerle Kürtlerin savaşına dönüştürmeyi –onca denenmesine rağmen- başaramadılar. Buda başarılsaydı eğer Ülkemüz tam yaşanmaz hale gelirdi, tam çirkinliğe batmış olurduk.
Bu çözülemeyen, çözümü her geçengün daha karmaşıklaşan, içinden çıkılmaz hale gelen şey Kürtlerin yarattığı bir sorun mu?
Bundan dolayı mı her ağzını açan „Kürt sorunu“ kavramını kullanıyor?
Sohbet konumuza, yani sorularımıza yanıt bulmaya geçmeden önce şu noktanın altını çizelim ve netleştirelim. Bunu yapmazsak eğer hiç bir soruya açıklık getiremeyiz, meseleleride çöyemeyiz.
Kürt sorunu…
Kürt kelimesinin yanına „sorun“ kelimesi ekliyoruz her defasında; peki sorun kelimesi Kürt kelimesinin yanına yakışıyor mu, uyum sağlıyor mu?
Yakışıyorsa o zaman Kürt‘le sorunu yanyana getirebilir, birlikte kullanabiliriz. Ama bana göre hiç yakışmıyor ve gerçekçi gelmiyor: otuz yıldır yaşadığımız savaşın nedenlerini açıklamıyor, bizi çözüme götürmüyor.
Günlük yaşamda hep deriz „sorunlu çocuk“, „sorunlu kadın“, „sorunlu adam“, „sorunlu komşu“, „sorunlu mahalle“…gibi. Burda kullanılan sorun kelimesi bir hastalığı, bir karmaşayı, bir problemi ifade ediyor.
„Yahu ne kadar da sorunlu bir çocuğun var“ derken çocuğun ne kadar deli olduğunu sürekli afacanlık, arsızlık yaptığını, arkadaşlarıyla geçinemediğini, kavga ettiğini söylemiş oluyoruz: yani hastalıklı birinden söz ediyoruzdur, çünkü çocuk sorun yaratandır, sorunu da ancak akıl sağlığı yerinde olmayan yaratır.
Bunu bir topluluk, bunu bir ülke, bunu bir halk içinde kullanabiliriz.
Sorunlu topluluk, yani hastalıklı topluluk, hastalıklı Ülke, hastalıklı halk…
Ortada bir hastalık varsa sorunda var demektir. O zaman bu hastalık iyileştirilmeli, soruna çare bulunmalı, kesin bulunmalı yoksa bu hücre kansere dönüşürse çözülemez, asla çözülemez; iki halkı bir daha yanyana getiremeyiz, kardeş gibi, arkadaş gibi aynı düğünde halay çektiremeyiz.
Kürt aşiretlerin ayaklanmaları…
Şimdi şöyle var olan, senelerdir biriktirdiğimiz ön yargılarımızdan arınarak, yabancı katkılı, yani kendimize ait olayan doğrularımızı bir kenara bırakarak soralım ve düşünelim:
Bu ülkede Kürt sorunu var mı?
Kürtler gerek Osmanlı döneminde, gerekse Cumhuriyetten bugüne kadar sorunlu bir halk olmuşlar mı?
Yani yüz yıllardır birlikte yaşadığımız, Osmanlıya sayısız kez asker vermiş, vergi vermiş, Emperyalizme karşı birlikte savaşarak Cumhuriyeti kurmuş, İlk kurulan meclise 72 millevekili göndermiş ve mecliste yapılan ilk konuşmada bu kürsüde Kürtler ve Türkler konuşabilir denmiş, Kore‘de can vermiş olan bu Kürt halkı essahtan sorunlu, yani hastalıklı bir halk mı?
Kürt ayaklamalarının ilklerinden sayılabilecek „Şerefhan“ başkaldırısına şöyle bir bakalım: Bitlis Emiri Şerefhan dönemin Osmanlı Padişahı tarafından bir fermanla görevden alınır. Yerine oğlu atanması gerekirken –çünkü böyle bir gelenek vardır, Kürt beylikleri Babadan oğula geçiyordu, Osmanlıda bu geleneği tanıyordu- Osmanlı merkezinden bir Vali atanır. Bu kuralları ve gelenekleri bozan atama üzerine, kendilerine haksızlık yapıldığını düşünerek isyan başlatılır. 1600 yılından bu yana süren İran-Osmanlı savaşı dönemine denk gelince ayaklanma uzun süre devam eder, bastırılamaz. Bunun üzerine Osmanlı çözüme gider, savaşla, katliamla bastırma yerine, barışçıl uzlaşmayı seçer Bitlis Emirliğine Şerefhan‘ ın oğlunu atar ve böylece isyan biter, bölgeye yeniden huzur gelir, Osmanlı rahatlar.
Yine aynı döneme denk düşen başka bir ayaklanmaya bakalım: Osmanlının bir türlü yenemediği İran seferine daha güçlü çıkmak ister. Bölgenin en geniş, en güçlü aşiretlerinden olan „Canpolat“ aşiretinden daha çok asker ve daha bol ürün ister savaşacak askerleri doyurabilmek için. Osmanlının bu isteği ağır bulunur, daha bir yoksulluğa sürüklenme olarak görülür ve Osmanlının isteği geri çevrilir. Bunun üzerine Osmanlı sefer dönüşü „Canpolat“ aşiretinin reisini öldürür. Yerine oğlu geçer. Babasının öldürülmesi nedeniyle isyan eder. Bu sıralarda Celali isyanı da yaşanmaktadır. Bu ayaklanma nedeniyle Canpolat isyanı uzun sürer. Doğu bölgesindeki bu isyan Osmanlı tarafından büyük sorun olarak algılanmaya başlar. Osmanlı tarafından yine Kürt aşiretlerinden oluşturulan 40 bin kişilik bir orduyla Canpolat isyanı bastırılır.
Şunu hepimiz iyi biliriz Kürdistan tarihinin en önemli dönüm noktası 1514 yılındaki Çaldıran savaşıdır.
Kürdistan toprakları Osmanlı ve Safevi ordularının kozlarını paylaştığı cenk meydanıdır. Taraflar birbirine üstünlük sağlamak için Kürt beyliklerinin desteğine acil gereksinim duyarlar Safevilerin Şii olmasından dolayı Sunni Kürt aşiretlerine şiddet uygular, eğemenliği altına alır; alevi Kürt aşiretleriyle de ilişkilerini güçlendirir, geliştirir. Osmanlı da buna karşılık olarak mezhep birliğini kullanır, şiddetin dışındaki dialog yolunu tercih eder.
Osmanlının bu dönemdeki bu ince ayarlı ve duyarlı, bir okadar da akıllı olan bu politikasını uygulayan Bitlis Emiri İdris-i Bitlis‘ tir. İdris-i Bitlis‘ in yoğun çabaları sonucunda bir çok Kürt aşireti Osmanlının eğemenliğini gönüllüce kabul eder. Çaldıran savaşı bitiminde İdris-i Bitlis‘ in duyarlı ve akıllı girişimiyle Yavuz Sultan Selim ile 23 Kürt beyliği arasında çok önemli bir anlaşma imzalanır.
Bu anlaşmaya şöyle bir bakalım, bize neler diyor, neleri gösteriyor:
1)Kürt emirliklerin özerklikleri korunacak, ancak bu emirlikler Osmanlı yönetimine bağlı olacak;
2)Kürt emirliklerinde yönetim babadan oğula geçecek, ama ferman padişahtan çıkacak;
3)Kürtler bütün savaşlarda Türklere yardım edecek, asker ve vergi verecek;
4)Türkler de Kürtleri bütün dış saldırılardan koruyacak;
5)Kürtler devlete verilmesi gereken her türlü vergiyi mızıkçılık yapmadan verecek.
Bu anlaşmadan da anladığımız gibi Kürtler aşiret düzeyinde de olsa bulundukları topraklarda taki Cumhuriyete kadar hep „özerk“ yaşamış; „özerkliklerine“ tecavüzde bulunulmadığı, hakları ihlal edilmediği sürece ayaklanmaya başvurmamış, Osmanlı için hiç sorun teşkil etmemiş, padişahların başını ağrıtmamış.
1919 da Anadolunun işgal edilmesine karşın Kemalistler anti-emperyalist temelde örğütlenmeye girişirler. Anadoluda yaşayan halkların birliğini sağlamak gerekiyordu. Bu bölgenin en güçlü halklarından olan Kürt halkına gereksinim vardı. Kemalistler bundan dolayı Kürtlere büyük vaatlerde bulundular. Bu vaatin en başında „özerklik“ geliyordu. Emperyalizm karşısında bağımsızlık ilan edildiğinde Kürtlere „özerklik“ verilecek, kendi içlerinde bağımsız olacaklardı, iç yönetimlerine müdahale edilmeyecekti. Bu dönemde Kemalistler Kürtlere kardeş gibi davrandı, ayrımcılık yapmadı.
Cumhuriyet dönemi…
Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığında 72 Kürt milletvekili vardı. Kürsüde yapılan her konuşmada kardeşlik vurgusu yapılıyor ve bu kürsüde konuşma hakkı iki millete, Kürtlere ve Türklere aittir deniyordu.
Daha sonraki yıllarda Kemalistlerin kardeşlik vurgusundan uzaklaştığını, kardeşlik duygusundan arındıklarını görmeye başlıyoruz. Verilen sözlerde inkara gidiliyor, unutturulmaya çalışılıyor; ve bu kürsüde sadece Türkler konuşabilir denilmeye başlanılıyor.
Mustafa Kemal‘ in çok sevdiği, fikirlerine değer verdiği, içtenlikle benimsediği, Türkçe ve Türk milliyetçiliği konusunda düşüncelerini en net en yalın biçimde dillendiren, „Bozkurt“ soyadını bizzathi kendisinin verdiği Mahmut Esat bakın neler düşünüyor, neler söylüyor, inkara nasıl yöneliyor, Anadoluda yaşayan irili-ufaklı halkları nasıl yok sayıyor:
1)Biz, Türkiye denen Dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz;
2)Türk, bu ülkenin yegane efendisidir, yegane sahibidir, saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek bir hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı, dost düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler;
3)Türklerin en kötüsü Türk olmayanın en iyisinden iyidir;
4)Türk devletinin işlerini Türklerden başkasına vermeyelim! Türk devleti işlerinin başına öz Türklerden başkası geçmemelidir.
Gördüğümüz ve tüm çıplaklığıyla yaşadığımız gibi Cumhuriyetten sonra Misaki Milli sınırlar içerisinde yaşayan ( irili-ufaklı ) Çerkezlerin, Ermenilerin, Rumların, Arapların, Lazların, Kürtlerin... bir hakkı, sadece bir hakkı varmış; Hizmetçi olma, köle olma hakkı. Kime hizmet edecekler, kime kölelik yapacaklar? Türklere, yani üstün olan ırka, Türklere…
Yaşanan vaziyet böyle olunca, Cumhuriyet döneminde de isyanlar kaçınılmaz oluyor, küçükleri saymazsak yaklaşık 18 Kürt ayaklanmasına tanıklık ediyor Anadolu halkı.
Bu isyanlardan bir kaçını hemen hatırlayalım: Nasturi isyanı 1924, Şeh Sait 1925, Sason 1925, Ağrı 1926, İkinci Ağrı 1927, Üçüncü Ağrı 1930, Dersim 1937-38 ve PKK isyanı.
Kürt isyanlarının başarısızlığı ve dış güçlere bel bağlama…
Yaşanan onca Kürt isyanına rağmen neden bu isyanlar başarıyla sonuçlanmadı, bölgede bir Kürt devleti kurulamadı sorusu zihinlerimizde çakılı durmakta.
Sahi geniş nufusa sahip olmalarına, güçlü beylikler kurmalarına rağmen neden devlerleşemedi Kürt halkı? Kürt isyanları niye neticelenmeden bastırıldı, yada uzlaşma yolu arandı?
Bu sorulara çok yanıtlar üretilebilinir tabii ki. Ama biz burada sohbetimizi sıkıcı hale getirmemek için sadece en önemli bir kaç neden üzerinde duralım istiyorum.
Gelin birlikte bir kaç Kürt isyanına göz atalım, başarısızlığın gerekçelerini birlikte bulalım.
Baban beyliğine Osmanlı Vali atar. Bu atamayı Baban beyliğine sormadan yapar. Bu sırada Abdurrahman paşa Baban beyliğinin varisidir. “Bu bizim özerk yapımıza tecavüz anlamına gelir, Baban beyliğini hiçe saymaktır, küçük düşürmektir, saygınlığını ayaklar altına almaktır” diyerek ayaklanmayı başlatır. Görüldüğü gibi burada gözetilen ve korunmak istenen tek şey aşiret yapılanmasıdır.
Bu ayaklanma bizlere dış güçlere güvenmenin, bel bağlamanın önemli ve çarpıcı örneğini gösterir.
Abdurrahman paşa Osmanlıyla sürekli çelişki içerisinde olan İrana sırtını dayar, her zorda kalışında İrana çekilir, Şahın desteğiyle ayaklanmayı diri tutar.
Bunun üzerine Osmanlı sorunu temelden çözmek için girişimde bulunur, Abdurrahman paşanın üzerine yürümeden önce İran Şahıyla anlaşma yapar, Şah , Abdurrahman paşadan desteğini süratle çeker. Artık yalnızdır Baban aşireti. Osmanlı öteki Kürt aşiretlerinin desteğiyle oluşturduğu geniş orduyla Kürt Baban beyliğinin üzerine yürür. Aşireti kırıma ugramasın, toprağı parçalanmasın diye teslim olur, Osmanlının egemenliğine yeniden girer, Padişaha boyun eğer.
Bir başka öneli ayaklanma ise Yezdan İzzettin Şer ayaklanmasıdır; bu ayaklanma Kürt isyanları içerisinde en önemlilerindendir.
Bedirhan bey ayaklanması yaşanmaktadır. Güçlü bir beyliktir Bedirhan bayliği. Bu ayaklanma Osmanlıyı çok tedirğin eder. Kaleyi içten feteder. Bedirhan beyin yiğeni Yezdan İzzettin Şer amcasına ihanet eder, Osmanlıyla birlik olup ayaklanmayı kanla batırır.
Bu ihaneti ödülsüz kalmaz, Osmanlı tarafından Hakkari paşalığına atanır Yezdan İzzettin Şer.
Osmanlı kısa süre sonraYezdan İzzettin Şer paşayı gözden çıkarır, paşalık görevinden alır, Paşalardan birini yerine atar. Bu haksızlığı, bu kadir bilmezliği, bu vefasızlığı içine sindiremeyen Şer paşa 1853 de ayaklanır. Bu sırada Osmanlı Rus savaşı yaşanmaktadır. Osmanlı ordusunu bu bölgeden çekmesini önemli fırsat bilir. Bu boşluktan yararlanır. Ama Şer paşada kendi gücünden çok Çarlık Rusyasına güvenir, ilişkiyi güçlendirir. Kışın bastırmasıyla Rus birlikleri bölgede barınamaz, çekilir; Yezdan İzzettin Şer paşanın arzusu sonuçsuz kalır.
Rusyanın başarısız olması, Osmanlıyı yenememesi Uzak doğudaki çıkarlarına karşı tehlike olarak gören İngiltere ayaklanmaya müdahale eder. Musul’ daki İngiliz konsolosluğu aracılığıyla Şer paşayla görüşme yapılır. Ayaklanmanın geleceğini Ruslarda bulamayan, hayal kırıklığı yaşayan, Van’ ın güneyindeki dağlık bölgesine çekilen Şer paşa bu kez umut olarak İngilizlere sarılır, İngilizlerden medet umar. Kısa süre sonra İngilizler Osmanlının arabuluculuk teklifini kabul eder, görüşmeleri başlatmak için Şer paşayı konsolosluğa davet eder. Burada tutuklar, Osmanlı subaylarına teslim eder. Bu kez kendisi İngilizlerin ihanetine gelmiştir. Kendi gücüne, kendi halkına değilde dış mihraklara bel bağlayan Şer paşa başkaldırının bedelini hayatıyla öder, boğularak idam edilir.
Şimdi bir başka isyana bakalım. Bu isyan 1. Dünya savaşı sırasında yaşanır.. Kürt aşireti Barzanilerin ilk isyanıdır bu. Barzanilerin tarihi çok önemli bir tarihtir. Yarım kalan, başarısız olan, dış güçlere güvenen, onların gücüne gereksinim duyan, sırtını dayayan, bundan dolayıda ihanetlere uğrayan bir tarihtir bu.
1907 yılının baharında Osmanlı vergileri can acıtacak şekilde artırır, yaşanmakta olan krizi böyle aşacaktır. Artan ağır vergi yükü karşısında çareyi isyanda bulur Barzani aşiretinin reisi Şeyh Abdulselam Barzani. Osmanlı vermeden alan olduğu için bazı aşiretleride yanına almakta güçlük çekmez.
İsyan bölgeye yayılmadan asker sevkeder Osmanlı. Barzaninin yanındaki bazı aşiretler taraf degiştirmekte geç kalmazlar, Osmanlının yanına geçerler, işbirliği yaparlar. İki ay süren kanlı savaş sonrasında Şeyh Barzani tutuklanır, isyan kesintiye uğrar. İki yıl sonra Padişah tarafından affedilir, serbest bırakılır. Osmanlı ağır vergi toplamada ısrarlıdır. 1. Dünya savaşının yarattığı kriz ağırlaşmaktadır. Barzaniler buna katlanamazlar , reddederler, vermezler. Osmanlı bunu bir isyan olarak telakki eder Barzanilerin üzerine yürür. En yakınındaki bir hainin oyunu sonucunda yakalanır Barzani; öteki aşiretlere ibret olsun diye hemen asılır.
Diğer önemli bir ayaklanmada Şeyh Mahmut Berzenci isyanıdır.
1918 de “Otonom Kürdistan” söylemiyle Osmanlıya başkaldırır. Şeyh Mahmut önderliğindeki Hamavend Şeyhleri ile Süleymaniye Şeyhleri İngilizleri bölgeye davet ederler, bölgeye yerleşmesine yardım ederler. Bu sırada Osmanlı Kerkükü alır, İngilizler bölgeden çekilmek zorunda kalır. Kasım ayında yapılan bir anlaşmayla İngilizler bölgeye yeniden döner, Şeyh Mahmut Berzenci’ yi de “Kürdistan Kralı” ilan eder.
Bir kez daha dış güçlere bel bağlamanın acı ve vahim örneğini görelim. Yaklaşık 40 kadar aşiret reisi bir araya gelir. Aralık ayında bölgeyi ziyaret eden İngiliz temsilcilerine ortak imzaladıkları belge içerikli bir mektup sunarlar. Bu belge içerikli mektupta şunlar yazılıdır:
"...majestelerinin hükümeti, Doğu halklarının Türk mezaliminden kurtarılıp, onlara bağımsızlıklarının gerçekleşmesi için yardım etme niyetini açıklamış olduğundan, Kürdistan halkının temsilcileri olan şehler, hükümetten İngiliz himayesine alınmalarını ve birliğin yararlarından yoksun kalmamak için Irak’a bağlanmalarını rica ederler!.. Eğer hükümet Kürtlere yardım eder ve onları korursa, onlar da onun emir ve görüşlerini kabullenmeyi taahhüt ederler!!.."
Bu mektupta da gördüğümüz gibi Kürt aşiretlerin derdi ne bağımsız Kürdistandır, nede Uluslaşma gayreti içerisinde olmaktır. Onlara “Otonom” yetmektedir. Bunun içinde İngilizler gibi güçlü gördükleri devletlerin “emri ve yönetimi” altına girmekten, onların doğrultusunda hareket etmekten kaçınmamaktadırlar.
İngilizler, Osmanlının gücünü azaltmak, dallarını budamak, bölgedeki egemenliğini küçültmek, nufusunu azaltmak için Kürtlerin bu isteğine sıcak bakar ve destekler. Lakin bölgedeki gelişmeler Kürtlerin istediği gibi olmaz. Orta doğudaki gelişmeler başka eksene doğru kayar. Irak’ta Araplar iktidarı alır. İngilizler Arapların yanında yer almayı menfaatleri açısından uygun bulurlar. Bunun üzerine Şeyh Mahmut Berzenci ve öteki aşirelere sırtını döner, Kürtlere karşı tavır içine girerler.
İngilizlerin bu dönekliğini hazmedemeyen Berzenci, Şeyh Faysal’ ın Irak Kralı ilan edilmesi ardından tavrını sertleştirir ve kendisini yeniden “Kürdistan Kralı “ ilan eder. Orta doğuda denetimi kaybetmek istemeyen İngilizler Kürtlere karşı taarruza geçer. 3. Mart 1923 te İngiliz hava kuvvetlerinin başlattığı bombardımanda çocuk-kadın demeden Kürt halkı kaltledilir. Bu vahşete dayanamaz, Berzenci 1924 de yenilir.
Kurtuluş savaşı verildiği sıralarda da Emperyalist güçlerin kışkırtmaları sonucu Kürt ayaklanmaları yaşanır.
1919 da, yaz aylarında Malatya’ da bir ayaklanma başlatılır. İngilizlerin tüm derdi ve tasası Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin önünü kesmek için bizzatihi fiili olarak ayaklanmanın organizaszonunda yer alır.
Kürt ayaklanmalarının başarıya ulaşarak Kürt Ulusal Devletini kuramamasının can alıcı nedenini gördük. Kendi güçlerinden ziyade dış güçlere bel bağlanması, ayaklanmaların aşiret düzeyinde tutulması, aşiret yapılarını korumak duygusundan öteye gidilememesi bu ayaklanmalara başarı getirmedi.
Kürt ayaklanmalarının başarısızlıkla nihayetlenmesinin bir öteki ve en önemli bir nedeni üzerinde daha duralım.
19. yüzyılda kapitalizm dünyaya hızla açılmaya, sömürge ağını güçlü bir şekilde serpmeye başlar. Osmalı ise yıkılması, parçalanması, güçsüzleştirilmesi gereken bir kale gibi durmaktadır Batılı kapitalistlerin önünde. Önasyanın, Avrupanın büyük toprak parçasını eğemenliğinde tutan, halklar hapianesi yaratan, vergisiyle, zulmiyle ahalinin bogazını sıkan Osmanlı, o güçlü yapısına rağmen gelişen kapitalizmin karşısında tutunamaz, varlığını koruyamaz, bölge bölge topraklarını kaybetmeye, giderek küçülmeye, cılızlaşmaya ve sömürgeleşmeye başlar. Batı kapitalizminin yarattığı “Uluslaşma” bilinci Osmanlı’ nın genç subaylarını, aydınlarını hareketlendirir. Osmanlı’ da ezilen ulusların genç subayları, aydınları “Vatan” sloganıyla sahneye çıkarlar, Batı kapitalizmin desteğiyle Osmanlı’ ya karşı zafer elde ederek Ulusal Devletlerini kurarlar, Ulusal bütünlüklerini, dil ve iktisadi birliklerini sağlarlar.
Kürtler geniş topraklara, çok nüfusa sahip olmalarına rağmen Uluslaşma yolunda etkili adımlar atamadıkları gibi, Beylikleri parçalanır, aşiretlere bölünür, kimi bölgede baş gösteren ayaklanmalara karşı da Osmanlı’ nın yanında yer alarak kendi ırklarının katliamına ortak olurlar.
Peki Kürtler Uluslaşma yönünde neden iç dinamiklerini geliştiremediler, Uluslaşmaya önderlik edecek burjuvalarını yaratamadılar?
Bunun nedeni dışa kapalı feodal yapılarının olması, içe dönük üretimde bulunmaları, kendine yeten aşiret ekonomisini yaratmış olmalarıdır. Bu kapalı ekonomik işleyiş öncü rolü üstlenecek, Ulusal bütünlüğü sağlayacak burjuvazinin oluşmasına izin vermemiştir.
Kürtler birbirinden bağımsız ve birbirinden kopuk yüzlerce aşiret halinde yaşadılar, Kimi çıkarları gereği ara ara bir araya geldiler, aşiretlerinin ortak çıkarlarını savundular, sonrasında içe kapandılar, dışa kapıları örttüler. Göçer hayatları vardı, dış dünyayla ticaret ilişkisini pek kurmadılar. Kapalı köylü toplumu olmakla yetindiler. Bu yapısından dolayıda Uluslaşma bilinci oluşmadı.
Kürt Ulusal bilincinin gelişmesindeki en önemli ayaklanma 1880 daki Şeyh Ubeydullah ayaklanmasıdır. Sahneye “Otonom Kürdistan” şiarıyla çıkarlar
20. yüzyılın başlarında Kürt aydınları arasında Ulus bilinci gelişmeye başlar. İstanbulda başlayan dernekleşme faaliyetleri Kürdistana dağılır. Lakin bölge Feodalitenin egemenliğinde olduğu için köylüler arasında ulusal bilinçlenme yaratılamaz. Dernekler ve çıkartılan gazeteler güdük kalır, hedefini bulamaz.
Meşrutiyetin ilanıyla Kürt aydınları “Bağımsız Kürdistan” söyleminden ıraklaşırlar; tüm çabayı ve enerjiyi kültüre aktardılar. Kürtlerin medenileşmesi, cahaletten kurtulması, okur-yazar olmaları en önemli gayretleridir artık. Siyasetten ıraklaşırlar; Bağımsız Kürdistanı oluşturabilecek olan Parti ve örgüt gibi oluşumları kurma çabasına girmezler. Musul bölgesindeki Baban aşiretinden Babanzade İsmail Hakkı’ nın her yerde dillendirdiği gibi, “Osmanlı ailesi içerisinde kıymetli, sadık bir üye haline gelmiş olmak...” fikri Kürt aydınlarıncada kabul görmüştür.
Uluslaşma bilincinin nüvelerini 1907 yılında Barzani ayaklanmasında da görürüz. Şeyh Abdülselam Barzani bazı aşiret reisleriyle birlikte dönemin Padişahına bir dilekçe çekerler. Derlerki: “Kürt dilinin Kürt bölgesinde resmi dil olmasını, Kürtçe öğrenim hakkımızın olmasını, Kürdistan’ daki memurların Kürtlerden oluşmasını, toplanan vergilerin en az yarısı bölgemizdeki yol, hastane, medrese yapımında kullanılmasını ve İslami Hukuğun uygulanmasını...”isterler. Padişah bunu isyan olarak telaki eder, üzerlerine yürür.
1921 deki Koçgiri ayaklanmasında da Kürt Ulusal bilinci öne çıkaran talepleri görüyoruz.
Ve daha sonraki 1930 daki Ağrı isyanında da, 1938 deki Dersim isyanında da Ulusal bilinç ve talebler görülüyor. Lakin yine de aşiret çıkarları daha ön talepler içerisindedir.
Ulusal bilincin en belirğin şekilde ve daha derli toplu olarak gördüğümüz ayaklanma PKK ayaklanmasıdır.
PKK isyanı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.