- 703 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUK OKUL VE BAŞARI
Göz bebeğimiz olan çocuklarımızın/yavrularımızın üzerinde titreriz. Her anne baba kendisinin okul hayatı iyi geçmese bile, hayat mektebinde gerekli dersleri aldıktan sonra, tabir caizse aklı başına geldikten sonra, çocuklarının hayatın zorluklarına karşı kendisinde oluşan deneyimlerine dayanarak mutlaka onların okuyup iyi bir yerlere gelmelerini ve kendilerinden daha iyi bir meslek sahibi olmalarını arzular. Çocukluğumuzda büyüklerimizin” tek oğlum okusun da ceketimi satar yine okuturum” sözünü işitmeyen var mıdır? Burada şu hususu hemen belirtmeliyim ki; eskiden beri halen devam eden yanlış bir anlayışın okuması gerekenin erkek çocuk olduğu, kız çocuklarının ise okuyup kendine bir yön çizmede olmasa da olur zihniyetinin azda olsa tekelci bir halle devam ettiği kanaatinin kırsal kesimde algı olarak sürdürülmesi olasılığının bulunduğunun da altını çizmek gerekir.
Bizim eğitim anlayışımızda hemen herkesin bildiği yaygın bir kanaat olarak ta sanki vazgeçilmez bir gösterge/kıstas/ölçü olarak kabul ettiği bir anlayışın ne olduğunu söylesem, eminim ki sözlerimin evet doğrudur şeklinde zihinlerde yer aldığını buna göre değer ifade ettiğinin genel geçer kural haline geldiğini bilmeyen var mıdır?
Peki nedir? Diye sorarsanız kısaca söyleyeyim ki; ”öğrenim görmek için okula gelmeyen geldiği halde kaçan az çalışan yahut hiçbir şekilde dersleriyle arası olamayan ve derslerinde seyahat etmeyi düşünmeyen, ölçek olarak alınan not bareminden vasatın altında not alan, gerekli başarıyı elde etmek için çaba göstermeyen, isteksiz ve sınıfı kaynatan eğlenmeye bakan, gözü dışarıda oyun peşinde koşan kırık not denilen notlara abone olan çocuklara biz tembel çocuk gözüyle bakar hatta daha da ileri giderek gerzek tabirini kullanırız.
Hâlbuki hiçbir anne baba çocuklarının tembel veya gerzek diye tabir edilen yanlış bir tanımlama ile anılmasını istemez. Kimse böyle bir şeyle ithamda edilmemeli. Derslerinde yeterince ilgi gösteremeyen gerek ebeveynleri nezdinde gerekse yakın çevresindeki tanıdıkları nezdinde hatta öğretmenleri tarafından böyle bir ithamla ötekileştirilen ve eğitim ortamına çekilemeyen çocuklar kendilerini başka türlü ispatlama yoluna gidecekler ama bir şekilde bunu başaracaklardır. Nedir bu başarı hali derseniz, onlar itilip kakılmanın yanlış çerçeveye oturtulup sunulmanın acısını ya kendilerine zararlı alışkanlar edinerek ya da zararlı alışkanlıklarda yol alan ve elinden tutulmayıp sahip çıkılmayan çocukların yolundan/çizgisinden giderek yol haritalarını oluşturacaklar böylece sevgili yavrularımızı bir yanlışın kucağına kendi elimizle atarak onların sokaklardaki halini seyretmiş olacağız.
Peki, sokaklar bizim aynamız değil mi? Dışarıda kendi hallerine bırakılan zamanında yeterince eğitimini alamayıp terk edilen ne biliyim çöplüğe/sokağa/araziye terk edilen ve kâinatın en güzeli ve özeli olan insanımızı yavrularımızı kaybetmek ne kadar güzellikle ve değerlerle bağdaşır?
Bizlerin eğitim anlayışında hep süregelen ve yaygın olan husus şudur ki;”çocuk eğer isteksiz derslerine çalışmıyor, öğretmenlerine karşı geliyor, ödevlerini yapmıyor veya eğitimle ilgili herhangi bir materyali okula getirmiyorsa bilinir ki, bu onun tembelliğindendir ve bunu da aşmanın yolu ya dayaktan geçer ya da sıkı bir şekilde azarlayıp fırçalamaktan geçer. Yani mutlaka bir ceza olmalı. Ki bizim ceza dediğimiz de bildiğimiz gibi adamakıllı iyice bir benzetmektir. Hâlbuki kendimden örnek vereyim. Küçükken kendi isteğimle camilerdeki hoca belletmenler nezdinde namaz surelerini okuyup öğrenmek dini bilgileri öğrenmek ve kur’anı kerimi öğrenmek için gittiğimiz hocaların ellerindeki uzun sopaların benim için bir korku ve endişe olduğunu ta o zaman hissetmiştim. Evde anne baba dayağına okulda ya da böyle eğitim yerlerinde bir de bunu üstlenenlerin vermesi çocuk üzerinde oluşan baskı ve sindirme hareketinin onun hareket alanını ve düşünce tarzını kısıtlaması netice de kendisi üzerinde biriken bir mağma gibi oluşan birikimin nihayetinde güçlü ve büyük patlamalara ya da büyük sarsıntılara yol açacaktır. İşte ben bu uzun değneğin korkusundan gidemedim ve lise son sınıfta iken gittiğim bir camide vitir namazının nasıl kılındığını bilmiyordum.
Dövülen sövülen itilip kakılan dışlanan çocuklar gerek bunu ev ortamında gerekse okul ortamında bir şekilde gösterecektir. Sokaklar zaten onun özgürlük alanı haline gelmiştir. Hele anne babaların kendi sorunlarının arttığı aileler de eklenen geçim sıkıntısı gibi hayat şartları ister istemez çocuğunda psikolojisini alıp götürecek, göz önünde dövülen veya hakarete uğrayan bir annenin acı feryadını babadan alınacak hınçla yoğrulacaktır.
Bilinmesi gereken neydi aslında anne baba okula gitmemiş olsalar bile, çocukları için fiziki ve ruhi gelişimlerinde eğer uygun olmayan bir durum tespit ettiklerinde hemen birilerinden yardım almaya çalışarak bilgi eksiklerini giderip yetkili kurum veya mercilere başvurmak olmalıydı. En azından bir çocuk doktoru bile yönlendirirdi bazı şeyler hakkında.
Eğitimin uzun soluklu bir sürecin meyveleri olduğunu sabır ve kanaatin ise onun harcı olduğunu bilmek zorundayız. Eğer çocuk bir şeylerden kaçıyor veya uyumsuzluk gösteriyorsa mutlaka onun bir sebebi olmalı. Ki; çocuğun ilköğrenim gördüğü yerin, en önemli ve kalıcı izlenimlerin kendisinde yer edindiği pekiştiği yerin/ mahallin ev ortamı olduğu ve bir babanın yüz öğretmenden daha etkili olduğu düşünülecek olursa, meydana gelen bir eğitim düzensizliğinde ilk bakılması gereken yerin “çocuğun aile ortamı ve aile hayatı olduğunu unutmamak gerekir”
Tembel diyerek azarlanan veya alaya alınan çocukların çalışmama ya da daha az çalışma gibi belli bir amaç disiplini yakalayamama ve hedefi kavrayamama gibi bir durumları varsa işte o zaman oturup bunun sebeplerini düşünmek ve araştırmak gerekir. Değilse kısa yoldan azarlayıp kendimizi tatmin etmek veya alaya almak kolay. Bilelim ki kaybedilen yalnız bir çocuk değil kaybedilen âlemin cüzü olan bir canlıdır. Yani kaybedilen bir insandır. Bilelim ki o kaybettiyse bizde kaybetmişizdir, unutmayalım.
Yusuf Erdoğan