- 712 Okunma
- 8 Yorum
- 3 Beğeni
PERİ PADİŞAHININ KIZI
O kadar uzun zaman olmuştu ki onu görmeyeli. Meyletmişti işte. Er geç gidecek ve ne varsa içinde biriktirdiği bir bir anlatacaktı. Dinlerdi ya da dinlemez ama koymuştu aklına bir kez.
Topu topu iki kez buluşup görüşmüşlerdi. Ama neler neler sığdırmışlardı o iki güne. Akıllarına gelen her şeyi irdelemişler ve doya doya hasret gidermişlerdi sanki bir ömrü paylaşıp da ayrı kalmış iki sevgilinin nazarındaki kollanan aşka nazire edercesine.
Soğuk bir Kasım sabahı, buz gibi soğuğa rağmen sıkı sıkıya giyinip attı kendine sokağa.’’ Sabahın körü, ne işim var dışarıda’’ deyip de söyleniyordu bir yandan. Dile kolay senelerdir pek rağbet etmiyordu zamanını evin haricinde geçirmeye. Tembelliğe öylesine alışmıştı ki diğer yandan. Ama yine de tembel addetmiyordu kendini. Sadece rahatına düşkün ve mizacına uygun bir hayattı yaşadığı. Mizacı her ne kadar azmin kıyısından geçmemiş olsa da kabullenmezdi o sıkılgan ve üşengeç kimliğini. Arkadaşlarıyla görüşeceği zaman bile ayağına çağırırdı kadim dostlarını. Alışan alışmıştı nihayetinde. ‘’Gülü seviyorsan dikenine katlanacaksın’’ diye de sitem etmeden duramazdı. Aslında o da biliyordu ki tüm sitemi hep kendisine yöneltiyordu. Kolay kolay dile getirmezdi başkalarının yanında. Diğer yandan çok da hoşnut değildi yaşadığı hayattan. Hele ki geçirdiği kaza sonrası daha bir sitemkâr daha öfkeli bir kişilik geliştirmişti.
Ev halkı her haliyle kabullenmişti Perihan’ı. Eh, ne de olsa peri padişahının kızı, evin çiçeği Perihan. Ağabeyi kolay kolay Perihan demezdi muzip kardeşine. Varsa yoksa ‘’cadı’’ diye seslenir ve kızdırırdı her defasında. Annesi bankadan emekli olmuştu bir sene evvel. Babadan kalan emekli maaşını da eklediler mi gül gibi geçinip gidiyorlardı. Ne kira dertleri vardı ne de ödeyecek borç harç. Gerçi kaza sonrası büyük bir borç batağına girmişlerdi ama Perihan’ın iyileşmesine müteakip tüm mali sorunları bir çırpıda halletmişlerdi. Perihan’ın ağabeyi okulunu dondurmuş ve kısa soluklu bir işe girmişti. Gerçi pek tasvip etmemişti anneleri ama mecburdular kabullenmeye. Kimine göre ters gelse de getirisi iyi olduğu için bir yılı aşkın süredir bir gece kulübünde koruma olarak görev yapıyordu. Bodyguard diye çağrılmak hoşuna gitmediği için herkese kendini koruma olarak tanıtırdı. İşe başladıktan kısa bir süre sonra gece kulübünün sahibi Hamit Beyin kızı ile bir beraberlik yaşamaya başlamıştı Muzaffer her ne kadar önceleri pek alışamamış olsa da. Sözde başlayan bu ilişki yavaş yavaş ciddi bir beraberlik boyutuna girmeye başlamıştı. Genç kızın bir ayağı yurt dışında olduğu için sık sık bir araya gelemiyorlardı gerçi ama yine de iyi bir uyum içerisinde ilişkileri günden güne gelişiyordu. Muzo, artık pek sıcak bakmıyordu okula yeniden dönmeye. İki yıl daha sıksa dişini okulu bitirecekti ama hayatının akışı ve değerleri yavaş yavaş farklı bir döngüye girmeye başlamıştı.
Perihan bir yandan yürüyor bir yandan da bunları düşünüyordu. Ailesi onun her şeyi idi ve yaptıkları tüm fedakârlıklar yüreğinin en derininde korumaktaydı anlamını.
İnce ince kar yağsa da aldırmamıştı Perihan önceleri. ‘’Kasım ayında karın tuttuğu ne zaman görülmüş İstanbul’da’’ deyip korunaksız çıkmıştı dışarı. Sabah ayazı bir yandan atıştıran kar diğer yandan bir yandan da söyleniyordu: ‘’Dışarı çıkacak hava mıydı’’diye.
O kadar çok araz kalmıştı ki kaza sonrası. Aylarca yattığı yerde tedavi görmüş ve uzun bir süre yatağa bağlı kalmıştı. Vücudu eski fonksiyonlarına kavuşamamış olsa da yine de iyi kötü koltuk değnekleri ile yürüyebildiğine bile şükrediyordu. Ama alışamadığı çok şey vardı diğer yandan. Gözlerini süzen komşulardan tutun lafını esirgemeyen halasına kadar. Ne de olsa sağlıklı idi çocukları halasının. Yeğen diye telaffuz dahi etmezdi zira hiçbir zaman ortak bir dil geliştirememişlerdi. Kaza sonrası ise oldukça malzeme çıkmıştı akrabalarına. Her fırsatta Perihan’ı eleştiren halası ve kızları şimdi de harekette çektiği sıkıntıyı dillerine dolamışlar sık sık yüzüne vuruyorlardı Perihan’ın hem de en acımasız şekilde. Sonuç itibariyle ne suçlu idi ne de hayatına gelen bu kısıtlamayı kendi istemişti. Ölme ihtimalini Allah’ın izniyle bertaraf etmişti ve bu da bir şükür vesilesi idi hem Perihan hem de ailesi için. Yapabilecekleri her türlü fedakârlığı yapmışlar ve yeniden doğduğu için her daim şükürlerini eksik etmezlerdi. Önem arz eden Perihan’ın aralarına dönmesi idi. Bunun ne anlama geldiğini başkaları anlamasa da umurlarında bile değildi. İsyan değildi dillerinin zikrettiği sadece şükür duaları idi her daim şükranlarına vesile olan.
Perihan uzun süredir Mustafa’dan haber alamamıştı. Son görüşmelerinin üzerinden haftalar geçtiği halde değil görmek telefonda konuşmak bile nasip olmamıştı. Ne de olsa yoğun çalışan bir adamdı Mustafa.
Mustafa ne zaman düşse aklına ne varsa aklında unutur ve hayallere dalardı Perihani. Hastanede tedavi olduğu zaman zarfında tanışmışlardı. Perihan normal odaya geçtiğinde yanındaki yatakta da Mustafa’nın annesi yatıyordu. Durumu çok ciddi değildi kadının Perihan kadar ve inanılmaz da destek olmuştu genç kıza. Mustafa annesini ziyarete gidip gelirken Perihan ile olan diyalogları başlamış ve hız da kesmemişti kızın hastanede yattığı süre içerisinde.
Eve çıktıktan sonra da iki kez ziyaretine gelmişti kızın. Ve yanında koca bir demet çiçek ve kocaman pelüş bir tavşan. Odasının başköşesine koydu tavşanını. Ve solan çiçekleri günlerce atmaya kıyamadı Perihan, Muzo’nun cadı kız kardeşi…
Bildiği kadarıyla Mustafa’nın işyeri on dakikalık yürüyüş mesafesindeydi ama nasıl da zorlanmaya başlamıştı genç kız bu kısacık mesafede dahi. Ne zaman zorlansa içine akıtırdı gözyaşlarını. Hele nasıl da hicap duyardı sefil insanların küçümseyen bakışlarından. Bazen kendini sefil olarak tanımlasa da biliyordu ki, sefil olan sadece küçümseyici bakışların sahibi duyarsız insanlardı.
Her zaman iç sesinin sesini dinlemiş ve tüm hayatını buna göre yönlendirmişti. Gerçi eline fazla bir şey geçmemişti ama en azından kendine duyduğu sevgi ve saygıyı da bir ömür korumuştu. Saygısını da korumuştu tüm insanlara ama içi de çok acırdı nasıl bu kadar duyarsız olabiliyorlar diye.
Sonunda Mustafa’nın çalıştığı o büyük kafeteryaya ulaştı bin bir güçlükle olsa da. Ne kadar heyecanlı olduğunu yadsımış olsa da deli gibi çarpıyordu yüreği. Farkındaydı ve bir o kadar korkuyordu Mustafa’nın nasıl tepki vereceğini kestiremezken. Ne de olsa haber vermeden düşmüştü yola. ‘’Yol da ne yol ama altı üstü kısacık bir mesafe’’ deyip de hüzünlenmişti az da olsa. Değil sokağa çıkmak evde bile işini gücünü kolay kolay yapamazken içinden lanet okudu. İsyan etmemesi gerektiğini bilse de bazen engel olamıyordu kendine. Hızlıca sildi gözyaşlarını, üstünü başını çekiştirerek içeri girmeye yeltendi ta ki…
‘’Hanımefendi, yardıma ihtiyacınız var mı efendim?’’ demesiyle arkadan yaklaşan adamın irkildi bir anda. ‘’Ben, ben Mustafa Beye bakmıştım. Sanırım içeridedir, değil mi?’’ diye sormasıyla adam gecikmedi yanıt vermede.
‘’Mustafa Bey memleketine gitti iki gün evvel. Karısı yeni doğum yaptı da. Uzun bir süre de gelmeyecek. Siz nereden tanıyorsunuz Mustafa’yı?’’ demesiyle darmadağın oldu genç kız.
‘’Ben, ben sadece geçiyordum ve bir merhaba demek istemiştim. Çok sevindim. Allah analı babalı büyütsün İnşallah.’’
‘’Söyleyeceğiniz bir şey varsa bana söyleyebilirisiniz. İletirim Mustafa’ya.’’ der demez toparladı kendini genç kız.
‘’Sağ olun. Ama söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben yine uğrar bebeğin hediyesini de getiririm.’’
‘’Çok naziksiniz. Dilerseniz size gideceğiniz yere kadar yardımcı olayım.
‘’Hayır, hayır, hiç gerek yok. Teşekkür ederim.’’
‘’Nasıl isterseniz.’’
‘’İyi günler dilerim.’’ demesiyle bin bir güçlükle adımlamaya başladı geldiği yolu.
Bir yandan da kızıyordu kendine. Duyduklarına inanmak dahi istemiyordu ama işte her şey meydandaydı. Aylardan beri yakınlık duyduğu ve inandığı adam bir kere bile bahsetmemişti evli olduğundan. Üstelik yeni de bebeği olmuştu. Tutamıyordu artık kendini. Yüzü gözü yaş içinde kalmıştı. Değil eve gidecek hali tek adım atacak halde değildi. Kim bilir evdekiler nasıl merak içindeydi. Ayaklarını sürte sürte alçak duvara yanaşıp oturdu usulca. Beyni yine aralıksız düşünce üretiyor ve zorluyordu muhalif ruhunu. Bin bir çekince ile gelmişti ve hüsrana uğramıştı işte. Bilseydi adım dahi atmazdı. Yanına ne telefon ne de para almıştı. En azından haber verirdi evdekilere, gelip alırlardı onu.
Ölümden dönmüş olsa bile alışamamıştı işte yeni durumuna. Oysa daha bir iki yıl evveline kadar nasıl da koşturup dururdu, bir dakika dahi yerinde oturmaz işini gücünü çabucak kotarırdı.
Yeni fark etti kar yağışının sona erdiğinin. Fazla ısıtmasa da güneş yeniden parlıyordu en azından titremesi geçmişti. Tam kalkacaktı ki bir ambulans sireni ile irkildi. Kim bilir kimi taşıyordu ambulans, kim bilir kimdi yeni kurbanı kaderin. ‘’Yapma, ne kendini suçla ne de kaderi. Sadece şükret en azından nefes alabiliyorum ve halen yaşıyorum.’’diye telkinde bulundu kendine. İç sesine kulak kabartmak iyi gelmişti. Hep de yapardı bunu ta çocukluğundan beri üstelik.’’Ne de olsa iflah olmaz bir hayalperest değil miyim’’ derken aydınlandı yüzü. Hep annesi, ‘’benim güçlü kızım’’dediği kadar vardı yoksa şimdiye kadar defalarca yok olmuştu. Üstelik artık alışmalıydı da yeni darbeler almaya. Bu şekilde güçsüz sandığı benliği kat ve kat güçleniyordu.
‘’Belli mi olur belki ilerleyen zamanlarda koltuk değneklerimden kurtulurum’’ düşüncesi ile içini huşu kapladı.
Karamsarlığın ne sırası idi ne de yeri. Üstelik yeniden tanınan yaşama hakkına şükretmesi gerekirken sızlanması kendine yapacağı en büyük kötülük idi.
Mademki artık tek başına dışarı çıkacağını kendine ispatlamıştı bu henüz yeni hayatının da ilk basamağı olacaktı bundan sonra. Bir vesile olmuştu Mustafa’yı görme düşüncesi ve üzülmüş olsa da korkusunun üzerine gitmişti. Çok gençti henüz ve umut dolu bertaraf edemeyeceği kadar üstelik. Yavaşça kalktı yerinden ve bir o kadar emin. Emindi kendinden hem de hiç olmadığı kadar.
Olmalıydı zorundaydı zira…
Engel teşkil eden ne varsa bertaraf etmişti Perihan sadece korkularının üzerine gitme gerçeğine vakıf olup… Kendini sağlam ve kusursuz addeden onca insana, halasına ve Mustafa’ya rağmen. Rağmenlere ve keşkelere hayatında yer vermemek adına hayatında yer vereceği güzelliklere ulaşmak adına. Adımları kısa ve yorucu olsa da onu yormayan yüreği en değerli hazinesiydi sahip olunabilecek en değerli hazine hem de.
YORUMLAR
GÜZEL BİR HİKAYE OKUDUM.YAZI BENİ ALDI GÖTÜRDÜ.İNSAN KENDİNE İNANMAYA GÖRSÜN NELER BAŞARMAZ Kİ. .İLHAM KAYNAĞI OLDUNUZ.BEN DE İNŞALAH KALEME ALIRIM YAKINDA.ÖPÜYORUM O GÜZEL ELLERİNİZDEN.EMEĞİNİZ VE GÜZEL YÜREĞİNİZDEN GEÇENLER İÇİN.
Semiray Emre tarafından 11/26/2014 11:40:20 PM zamanında düzenlenmiştir.
Gülüm Çamlısoy
İnanmak, çabalamak, umut etmek...Bazen yetmeyebiliyor da sevgili dostum üstelik tüm iyi niyete ve içinizdeki inanca rağmen. Zira engeller bir zincirin halkaları gibi çevreliyor.
Vazgeçmek mi? Asla. Bu kendimize yapacağımız en büyük kötülüktür.
Çok çok teşekkür ederim varlığınızı ve desteğinizi esirgemediğiniz için. Gerçek anlamda sizlerin varlığı ile yazdıklarım bir anlam kazanıyor.
Sonsuz sevgiler, en derin saygılarımla efendim.
Yüreğiniz dert görmesin.
Gerçekten çok güzel bir hikaye.
Gönülden, hissedilerek, heyecan duyarak kaleme alınmış.
Çok da güzel sunulmuş.
Hayatımın acı bir hatırasını getirdi aklıma hikaye.
1999 yılı Sonbaharının son günleri idi.
Depremde hasar gören ayaklarım dolayısı ile,
epeyce bir zamandır yürüyememiştim.
Bir çift koltuk değneği getirdi bir gün ağabeyim.
Hayatımda kullanmamışım.
''Hadi bakalım'' dedi. ''Kalk da, bir kaç adım at değnekler yardımı ile.''
Kalktım ve yürümeyi denedim.
Bir adım atamadan arka üstü, yatağımın üzerine yuvarlandım.
Anacığımın yüzünün şeklini ve söylediği şu cümleyi hiç unutamam.
''Eyvah!... Bir daha yürüyemeyecek galiba oğlum.''
Oysa,
ben asla öyle bir duyguya kapılmamıştım o güne kadar.
Onu teselli etmek bana düştü.
''Merak etme anne. Yürüyeceğim ben.''
Meğer, koltuk değneklerinin bir yükseklik ayarı varmış ve yüksek olduğu için koltuk altıma yerleşememiş.
Ağabeyim ayarları yapınca,
takır takır yürümeye başlamıştım.
Artık,
zavallı anneciğimiz yüzündeki sevinci görmeliydiniz.
Yeter ki,
insan kendine güvensin.
Altından kalkamayacak hiç bir problem yoktur.
Gülüm Çamlısoy
Yeter ki kendimize güvenelim.
Nice Perihan nice Ahmet kısaca nice hayat hikayesi farkında dahi olmadığımız.
Ve hemen hemen sizinkine benzer bir durumu annem yaşamıştı seneler evvel. Bu yüzden çok tanıdık bir duygu. Neyin garantisini verebiliriz ki...
Ne olduğumuz değil neler yaşayacağımız önemli olan. Anımızın garantisi yok ki. Bunun için değil mi dualarımız...
Tahmin edebiliyorum annenizin yaşadığı sevinci. Allah bir daha böyle acılar, üzüntüler yaşatmasın.
Çok teşekkür ederim değerli duygu paylaşımınız için. Ve çok geçmiş olsun.
Selamlarımla...
Niyet hayallerle el el yürümüş. İnsan niyetlerin gözleriyle eylem an'ına düşürür o gözlerini. İnsanın hayatı boyunca tek bir gayesi var mutluluk. Ya kendini mutlu edecek, ya da karşısındakini. Her iki durumda mutluluk bütün eylemleri tetikler. Lakin bunu görmek istemeyenler işte butün aksiliklerin sebepleri
Her zamanki gibi, insan merkezli güzel yazınız.
Çok çok çok çok tesekkürler değerli dost
Saygılar, Sevgiler
Gülüm Çamlısoy
Asıl ben teşekkür ederim değerli arkadaşım hem yorum için hem ziyaretiniz için.
Ve mutluluk herkesin hakkı.
Sevgiler, selamlar...
Gülüm Çamlısoy
Saygılar, sevgiler...
Var olun.
Gülüm Çamlısoy
Çok sağ olun.
Hep mutlu kalın ve sevgiyle kalın.
Sevgilerimiz, sonsuz selamlarımı gönderiyorum en iyi en iyi dileklerimle birlikte. Kabul buyurun lütfen.
:))
Gülüm Çamlısoy
Çok teşekkür ederim sevgili dostum.
Sevgiler, selamlar...
Görüşmek üzere...
Gülüm Çamlısoy
Aslında yazı sonlandı ama Perihan açısından erdi nihayete. Çünkü mutluluğu buldu içinde saklı olan mutluluğu. Ve küçük bir ekleme yapacağım mademki siz istediniz.
Aslında tüm engellerin yürekte saklı olduğu gerçeğinden yola çıkarak yazdım bu yazıyı. Mademki bizler her an olması muhtemel birer engelli adayıyız tek gereken görmemiz gereken o ışığa vakıf olmak ve sahip çıkmak hem kendimize hem de sevdiklerimize.
Sevgilerimle...
Gülüm Çamlısoy
Çok teşekkür ederim.
Sevgiler, saygılar...
Var olun.