- 442 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEMSİYE ALTI DÜŞLERİ
ŞEMSİYE ALTI DÜŞLERİ
Yağmur yağmaya başladı. Çevrede ki insanlar şemsiyelerini açtılar. Şemsiyesi olmayanlar cafelere, marketlere sığınmaya başladı. Ben yavaşça yürümeye başladım. Şemsiyem yoktu. Aslında hiç bir zaman da olmamıştı. Benim için şemsiye her zaman gereksiz bir fazlalıktı. Yağmurda yürürken aldığım hazzı sıfıra indirgemekti Ama bazen mecburen kulandım. Hastalanmaktan çok saçlarını önemseyen kadın arkadaşlarımdan dolayı. Üstelik şemsiyeyi de hep ben tuttum. Kadın kimliklerinden dolayı mı yoksa boylarının kısa oluşundan mı? Bilmiyorum. Şemsiye taşımaktan bile üşenen bir mahlukun, şemsiyeyi tutmasını beklemekte pek gülünçtü zaten.
Onlara göre yağmurda ıslanmak modası geçmiş bir şeydi. Bir şeyin romantizm sayılması için moda olması gerekiyordu... Benim için bu geçerli değildi. Bir şeyi romantizm sayılması için haz almam gerekiyordu. Benim için önemli olan aldığım hazın gerçekliğiydi. Yağmur da yürümek bana haz veriyordu. Şemsiyenin altın da iken; başımı gökyüzüne kaldırmak, düşen yağmur damlalarını yüzümde hissetmek ve bir yandan da ayarsız sesimle türküler söylemeyi tasavvur ediyordum.
Şemsiyeyi kapatıp, kapitalizmin ibadethanelerin de isteksiz bir şekil de dolaşırken öğrendim. Yalnızlığın o kadar da korkunç olmadığını… Ben yine böyle havalar da öğrendim. Asıl yalnızlığın kalabalıklar içinde gerçekleştiğini… Yalnız, yalnız kaldığım da kendim olabileceğimi, yine böyle havalar da öğrendim.
Yalnızlık insana kendin olabilme hakkını bağışlıyor. Şemsiye fırlatıp, yağmurda sırılsıklam ıslandıktan sonra saçlarımdan yüzüme doğru akan yağmur damlalarını aldırmadan; bir cafeye sığınıp çayımı yudumlama hakkı tanıyor…