- 792 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ÜÇ HARFLİLER TEKRAR( 2. bölüm )
Zehra ne yapacağını bilemez halde ayağa kalktı, burada yanlız kalmak veya yaşlı kadını getirmek için o kırkların yedilerin karıştığı, üç harflilerin mağarasına gitmek...
Her iki durumda da korkudan ödü patlıyacağı kesindi.Dağın başında tek başına ne yapacaktı, ya gidip ikisi de gelmezlerse...
Keşke kocasının sözünü tutsaydı ne işi vardı ya! bu huyunu suyunu bilmediği şu garip insanlar arasında...
Arkadaşı Emine; kaşla göz arasında kaybolup gitmişti bile....
---Gideyim mi ? ’
---Kalayım mı ? ’
Düşünceleri içerisinde bocalayıp dururken...
Aniden karar verip koşmaya başladı. Onların gittikleri yöne doğru...
Hemen arkasından gelen kalın bir erkek sesiyle irkildi ve çivi gibi çakıldı kaldı olduğu yere. Hiç kıpırdamadan bekliyordu şimdi...
Gür ve kaba bir ses tonuyla; birisi kendisine sesleniyordu...
Hem de ismi ile hitap ediyordu:
---Zehraa! Dur gitme!
---Burada kal. Gel yanıma...
---Zehra arkana bak! Ben buradayım...
--- Gitme sakın onların yanına!
---Burası daha güvenli!
Adeta donakalmıştı oldugu yerde. Ses sanki yankılanıyordu...
---Gel... Gel...Geelll...
Arkasına dönüp bakmadığı halde sesin sahibini görmeye başladı. Karşısında dikiliyordu sanki...
O anda işte ipler koptu. Yere yakın boyuna rağmen yerlerde sürünen simsiyah sakalı ve uzun çekik gözleri; koca ağzına doğru sarkan kalın bıyıklarıyla çok korkunç görünüyordu...
Bütün gücüyle tekrar koşmaya başladı... Ama bu sefer köye doğru koşuyordu.
Kendisini çağıran adamın soluğunu ensesinde hissederek, koştu koştu...
Üç yaşlarında bir çocuk gibi vücudu olan ama kocaman bir adam görünümünde cüce gibi bir yaratıktı arkasından gelen.
Arkasındaydı ama aynı zamanda da önündeymiş gibi görebiliyordu...
Simsiyah ve gür kalın kaşları, iri elleri vardı. Gözlerini kocaman açmış ve sürekli kirpiklerini kırpıştırıyordu. İri kıllı elleriyle gel işareti yapıyordu kendisine...
---Gel..!
Nefes nefese kalmıştı. Cebindeki telefonu çıkarmaya çalışırken koşmaya devam etti.
Kocasını arayacaktı. Anlaşmalarına göre yarın kendisini almaya gelecekti. Ama bu şartlarda burada bir saat bile kalmaya tahammülü yoktu...
Hemen yola çıkmasını söyleyecekti kocasına...
---Gel beni al! Diyecekti...
Köyden eşyalarını alıp, hiç beklemeden kasabaya gidecek, bir otelde oda tutup, orada bekleyecekti kocasını...
Yıldırım hızıyla düşündü bütün bunları, bir taraftan koşuyordu hala...
--Yok! Yok!
Vazgeçti, kasabada falan kalmasına gerek yoktu. Hiç beklemeden, en iyisi, hem bu köyden hem bu kasabadan acilen uzaklaşmalıydı...
Kocasının gelmesini beklemeye falan gerek yoktu, bir an önce evine gitmeliydi...
Ah güzel evi ve huzurlu hayatı... Ne kadar özlemişti yuvasını, bin kere pişman olmuştu, kocası Ahmet’in uyarılarına kulak vermediğine...
---Çocukluk arkadaşın tamam anlıyorum. Ama senelerdir görmediğin bir insan için iki saatlik bir yolculuk, daha önce hiç gitmediğin bir yer ve tanımadığın insanların yanlarında ne işin var?
"Yine de sen bilirsin. Ama gitme bence karıcığım." Demişti.
Köye yaklaşmıştı ve hala koşuyordu. Neredeyse; tabiri caizse çatlamak üzereydi...
Nefes nefese kalmış bir halde cesaretini toplayıp arkasına baktı. Kimse yoktu.
Belki de hayal görmüştü. Ya da aklının ona oynadığı bir oyundu...
Tekrar baktı arkasına. Geliyordu işte. Birisinin ona doğru koştuğunu görünce, aklı yerinden oynayacak gibi oldu adeta...
Dikkatlice bakinca bu gelenin bir kadın oldugunu fark etti, biraz daha yaklaştığında ise; yeşil renkli, çiçekli pazen eteğinden tanıdı arkadaşını...
Yüreğine su serpildi. Arkadaşıydı koşarak kendisine yetişmeye çalışan...
Durdu yere çöktü, derin derin nefes alip verdi bir kaç kere... Sonra oturdu yere ve beklemeye başladı Emine’nin gelmesini...
Yanına geldiginde o da nefes nefese kalmış bir halde, oturdu yolun kenarina. Ve sordu bir çırpıda, nefesi tıkanarak, soluk solluğa:
---Ya bacim ne oldu?
---Niye beklemedin!
---Niye koşup geldin köye?
---Çok korktum seni göremeyince...
Zehra arkadaşına ne diyecekti şimdi... Gördüğü cüce adam gerçek miydi? Yoksa duyduklarının etkisi altında kalarak; hayal gibi bir şey miydi tüm yaşadıkları?
---Ben de çok korktum!
---Sen teyzenin arkasından gidince, size yetişmek için koşmaya başladım. Bir ses duydum. Sonra köye dönmeye karar verip buraya kadar koştum. Kaynananın anlattıklarından çok etkilenmiştim.
Anlattıkları çok korkuttu beni. Seni göremeyince korkudan tuhaf şeyler göründü gözüme. Kusura bakma ne olur arkadaşım. Seni de telaşlandırdım...
Arkadaşının elleri omuzundaydı şimdi. Hafifçe dokundu, sırtını sıvazladı:
---Hadi kalk geri dönüp devam edelim pikniğimize...
---Yooo!
---Ben gitmem artik oraya!
---Köye gitmek istiyorum ben. Zaten eşim rahatsızlanmış. Bugün eve dönmem gerekiyor...
Dedi ve başını kaldırıp arkadaşının yüzüne baktı; kocaman iki iri gözle karşılaştı. Sürekli kirpiklerini kırpan, kalın kaşların altında, bir çift uzun çekik göz...
Sırtını sıvazlayan kocaman parmakların ağırlığını hissetti...Üzeri kıllı kocaman elleri gördü.
Omzu çöktü...Titreyen bedeni taşıyamadı bu ağırlığı.
Oracığa yığıldı kaldı....
Gözlerini açtığında kasabada bir hastane odasında ve başında arkadaşı Emine vardı. Gözlerini dikip baktı arkadaşına, acaba bu karşısında duran kimdi?
Sıkı sıkı kapadı gözlerini, Emine uzandı ellerini tuttu:
---Zehra aç gözlerini, neyin var arkadaşım? Köyün girişinde bulmuşlar seni, beni aradılar koşarak geldim, seni buraya getirmişler, kocanı aradım geliyor merak etme, nasılsın şimdi?
---Niye beni bırakıp köye döndün? Korktun değil mi? Kaynanamın anlattıklarından, tüh yaa! Üşütük karı!
Zehra çığlığı basmıştı, hemşirelerin yaptığı iğnenin etkisiyle uyumaya başladığında, kocası kasabaya gelmek üzereydi.
Emine, köye gittiğinde ilk işi kaynanasını kilitledikleri odaya girip, bir güzel azarı basmak oldu. Bağırdı çağırdı, öfkesinden tir tir titriyordu, yaşlı kadının umrunda değildi, kahkahalarla gülüyordu.
---Biliyordum, o kadın da aynı benim kafadan,. Biliyordum, gözlerinden anlamıştım. Bakışlarından anlamıştım!
Kapıyı çarpıp çıktı odadan, anahtarla kilitledi tekrar. Kocasıyla burun buruna geldi, eliyle itti kocasını göğsünden:
---Bıktım sizin ininizden cininizden, ömrümü yediniz!
Emine arkadaşının durumundan çok etkilenmişti, misafir olarak geldiği yerden kafayı oynatarak geri dönecekti zavallı kadıncağız...
Kocası homurdanarak, mutfağa geçti:
---Kadın başıyla ne işi varmış, bilmediği yerlerde, iyi oldu buldu belasını! Hiç hazetmemiştim zaten.
Emine öfkeyle baktı kocasına, fazla üzerine gitmekten korkmasa, tartışmaya devam edecekti. Eline sopayı alması an meselesiydi. Az yememişti kocasından, bazılarının ’cennetten çıkma’ dediği dayağı...
"Ya sabır" çekti ve bahçeye çıktı, elinde çalı süpürgesiyle, başladı bahçeyi süpürmeye. Yerlere çarpa çarpa, öfkesini taşa toprağa kusarcasına.
Zehra aradan üç ay gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen tam olarak kendine gelememişti. İlaç kullanıyor, sürekli terapilere devam ediyor, geceleri kabuslarla uyanıyor ve evinde tek başına kalamıyordu.
Dışarı çıkamıyordu, işin güzel tarafı bir daha gözüne görünmemişti, cüce adam...
Bir oğlu bir kızı olan Zehra’ ya hem kocası hem de çocukları elinden gelen desteği vermişlerdi. O’ nu hiç yalnız bırakmamışlardı.
Bir daha telefonla dahi görüşmemişlerdi, arkadaşı Emine ile...
Aradığı zaman, telefonlara cevap vermemişti. Kızına annem yok dedirtmişti her seferinde...
Ama o gün ilk defa gafil avlandı, numaraya bakmadan açmış bulundu telefonu.
Defalarca özür diledi Emine...
Gayri ihtiyari sordu Zehra:
---Teyze nasıl? Ne var ne yok!
Aldığı cevapla elleri titremeye başladı:
---Hiç sorma! Bir hafta önce kayıplara karıştı, hiç bir yerde bulamadık. Kayınbabam gibi bir günün içinde; buhar oldu uçtu sanki...
Telefon elinden kaydı gitti Emine’ nin. Kapının zili acı acı çalıyordu. Kanepeye boş bir çuval gibi bıraktı kendisini.
Seslendi kızına, sesini kendi bile zor duymuştu:
---Kızım kapıya bak!
Kızı Hande çoktan açmıştı bile kapıyı. İçeri seslendi annesine:
---Annee! yaşlı bir teyze seni soruyor. Zehra’nın kaynanasıyım diyor, bi bak kapıya!
Emine gözlerini sürekli kırpıştırarak, kalın bir ses tonuyla gülmeye başladı:
---Gelsin!
---Al içeri, benim arkadaşım O!
Kocaman elleriyle yere düşen telefonu aldı yerine koydu. Yere düşerken artık gülmüyordu. Halının üzerinde boylu boyunca uzanmış bir halde bulduklarında, gözbebekleri fır fır dönüyor gibi, göz kapaklarını titretiyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.