- 719 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Susmayı Alışkanlık Eden Adamın Öyküsüdür!
Sustum. Alışkındım susmaya ben. On dakika da bir sus derlerdi bana. Susardım. Ama bu kez çok derinden, tek harf kullanılmadan söylendi; sustum.
Karşımda oturuyordu. Aramızda, bir kaportacı gözüyle bakarsam yirmi santim bile yoktu. Ama o an, ona dokunmak, yüzyıllar isteyen bir çabaya dönüşüyordu ruhumda. Sanki sustukça o yirmi santim artıyor, artıyordu. Hatta dünyayı sarabilir ve ardından sıkarak ikiye ayırabilirdi. Böylece insan nesli sonra erer, tüm ayrılıklar bitebilirdi. O zaman insanlar daha mı mutlu olurlardı? Mutluluk neydi? Biz insanları mutlu kılan neydi? Mutlu olduktan sonrası neydi peki? Mutluyduk bugüne kadar ama şimdi gidiyoruz. O birazdan omzundaki saçlarını geriye atıp sol adımıyla başlayıp gidecek, bense sırf onun köşede durup bana bakışını görmemek için arkamı dönüp yürüyeceğim.. Böyle bitecek..
-Mehmet.
-Efendim.
-Bir şarkı vardı, bu aşk burada biter ve ben çekip giderim diye..
-Ataol Behramoğlu’un şiiri o.
-Amaan!
Hep böyle olur. O bir şarkı sözünü anımsar, bense şiirin kime ait olduğunu. Sonra da akıllım diye hafifçe dokunur omuzuma. Güleriz uzun uzun.. Sarılır boynuma. Sonra aniden sırnaşma der. Ama şimdi bunu yapacak güç ne onda var, ne bende. Şimdi zaman ayrılık zamanı. Kalkıp gitmek vakti..
“Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider”
Şarkıyı kısık ve o kadar da güzel olmayan sesiyle mırıldandı. Sonuna kadar dinledim. Birden sustu. Uzakların kokusunu almak ister gibi içine çekti denizi. Esmer teninde yağmur vardı. Yüreğinde bir şiir vardı ve o bunun şiir olduğunu bilemeyecek kadar temizdi. Ellerini omuzuma uzatıp sıkıca tuttu;
-Sana senin sözlerinle geliyorum.
-…
-Dik dur, sağlam bas Mehmet. Kader bizi yarım elma kıldı. Sakın karartma yüzünü…
Kader olgusunu kabul etmeyen bir adama bunları söylersen, normalde anında küfrü yersin ama şu an normal değil. Anormal bile değil belki. Zaten normal ve anormalin dışında bir durum varsa bu andı, yoksa mucittik. İlk defa bu kadar var olduğumu hissediyordum. O kadar yoktu ki her şey o an, yokluğum bile varlık oluyordu.
-Parmaklarım donacak sen gidince.
-Cebine koy. Ya da iki bacağının arasına sıkıştır. Seversin bunu.
Aslında sevmem ama onun elleri soğuk olur diye hep ellerimi sıcak tutardım. Ağlar da yanımda korkar yüzüne dokunamam diye hep sıcak tutardım ellerimi.. Oysa bunu fark eder, özür dilerim fark edemez.. İnsan bazı şeyleri olduğu gibi değil olmasını istediği gibi görür. Tanrı da burdan doğar zannımca. Ben böyle inanıyorum en azından.. Tanrım eğer varsan şu anı öldüğümde tekrar yaşat bana. Söyleyemediklerim var. Boğazıma saplanan şeyler var. Canımı acıtan, boğazımla kalbim arasında bir yere saplanan bir şeyler işte..
-Neden böyle olduk Mehmet?
-Belki realist bakarsak biteceğini bildiğimiz bir oyunu oynadık. Belliydi belki..
-Lanet olası! Bir kere de kabul etme, itiraz et hayata!
-….
Hayata itiraz etmek ne işe yarıyor ki? Onun anlamayacağı ve zaten anlamadığı bir şey bu. Hayat sen yürürken karşına çıkan engellerden ibarettir. Aşmanın tek yolu ise Cemal Safi dinlemektir. Hele de yokluğunu, var olmanın temeli saydığında.. İşte o zaman kendine ulaşır insan. Yavaşça aşırı duygularından kurtulur ve mantığını tam anlamıyla kullanmaya başlar. Bir süre sonra ne aşık olur ne nefret eder. Ve ardından o mükemmel hayat başlar. Yalnız, tek.. Her gece gözyaşlı..
-Neden hep susuyorsun?
-Sen söyledin, canım.
-Canım mı? Hala kabullenemedin ama kabullendiğini görmemi istiyorsun değil mi? Kabullenmeyeceğim ben! Seni bekleyeceğim..
-Yapma, git. Bazen en iyisi budur.
-“Gidersem kahraman olurum, kalırsam senin..”
-“Gelirsem biter aşk!”
Bu kez o sustu. Ben hala devam ediyordum konuşmaya. Dinlemediğini fark edince sustum. Beraber susmak kadar güzeli yoktu. Keşke bunu fark edebilseydi.
Ayağa kalktı. Nihayet ayrılık vakti gelmişti. Ve nihayet bitecekti bu saçma hayat sonunda. Zamanı sakladım avucuma. Elini saçlarına attı ve tokasını eline alıp bana uzattı. Ben de aynı anda atkımı çıkarmıştım. Aynı anda başlayıp onun bitirdiği bir cümle yankılandı, bankın önünde ve sonra yere düştü;
-Giderken ben… arkamda mutlaka bir parçam kalsın isterim; en sonunda bir hiç olabilmek için..
Hiçlik.. Mertebenin en yükseği ya da en alçağı.. Yani sondan ya da baştan birincisi.. Ne fark eder ki hep birinci olmaya meyilli bir toplumun evlatları değil miyiz biz? Aç onca insanın arasında tok olarak gezmemiz empoze dilmedi mi bize? Hep çok paran olsun denmedi mi?
Sonra arkasını dönüp gitti.
Ben de denize baktım.
Ve bitti…
M. Hanifi Kesik
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.