DAĞIN GEDİĞİNDEN GÖRÜNEN OKUL
Korkusuz korkusuz gezdiğim dağlar,
Karanlık çökerken bir hoş oluyor.
Pınarından soğuk suyunu içen,
Ta ölünceye dek sarhoş oluyor.
Dağların doruklarında kar,
Yamaçlarında bahar,
Ardında hasret var….
………………….
Dağlar,göklere yükselir birden bire.Karadeniz’i selamlar bulutların altından.Köpüklü dalgalar geçmiş zamanı anlatır dağların doruklarına.Takalar geçer ay yıldızlı al bayraklarla gelin gibi süslenmiş… Sonra kaybolur birden sislerin arasında.
Irmaklar çağlar cennet yeşili vadilerinden.Hırçın suları,savrula savrula akar Karadeniz’e doğru.
Gün ışığı sabahı beklemeden vurur dağların tepelerine.Her sabahla birlikte yaşamın yeniden başladığını anlatır akıp giden zamana.
Yaşam bazen bıçak sırtındadır.Ölümle yaşam arasında incecik bir çizgi vardır.İkisinin arasında gidip gelirsiniz.Yaşama tutunmayı başarabilirseniz ufuklar geleceğe doğru açılır.Bu süreçte yolunuza inanılmaz engeller çıkar.İnişli çıkışlı yaşam yolunu başarılı bir biçimde tamamlayabilirseniz,dönüp geriye bakmaya gerek duymazsınız.Yaşadığınız zaman dilimi size çok uzun gelir ve mutluluğu yakalarsınız.Yaşam yolunun zorluklarına katlanmazsanız,o süreç sizin için bir anlam taşımaz.”İşte geldik,gidiyoruz.”diyerek serzenişte bulunursunuz.
Köyler serpilmiş dağların yamaçlarına,
Çok uzaklardan göz kırpan yıldızlar gibi.
Çık dağların doruğuna hele bir bak,
İçin ısınır karakışın ayazında...
Öğretmendim Çatalkaya Köyünde,
Çaresiz kalmıştım kar yollarımı kestiğinde.
Elmalı Köyünde doktordum...!
Bebeleri yaşama döndüren...
Harşit Çayı geçide kapandığında.
Umut ekmiştim umutsuzluğun üzerine...
Turnalarla paylaşmışım sıla özlemini,
Yaşamadım yalnızlığın kahredici sıkıntısını.
Hep sılayı yaşadım gurbette,
Yıldızlar kadar uzaktaydı benden,
Hemencecik ulaşırdım, ellerimi uzattığımda...
Yitik sevda koymuştum adını düşlerimin,
Destansı bir yaşamla akarken zaman;
Koşmuşum ardı sıra...
Birlikte yaşarken sevinci,üzüntüyü;
İlmek ilmek sevgiyi dokumuşum yüreklere...
Tohumlar ektim,güneş yanığından kavrulmuş
Bakır renkli kıraç topraklara.
Sulamışım yüreğimden süzülerek çağlayan
Abıhayat ırmağının sularıyla...
Bir de baktım ki
Çimlenen tohumlar fidan olmuş,
Fidanlar ağaç,
Meyveye durmuş ağaçlar;
Baharla birlikte.
Ufukta yaz var günlük güneşlik,
Ufukta yeşeren umut....
Sonbaharın ortalarıydı.Sarıç Dağının üzerine yağan karın ayazı sabahın erken saatlerinde Harşit vadisine doğru vurdukça insanın yüzünü yakıyordu.Köpüklü köpüklü çağlayan Harşit çayının,çağıltısı, vadinin yamaçlarından yankılanarak uğultuya dönüşüyordu.
Bir yol başlatılmıştı Çifte köprülerden ta bin dokuz yüz altmış üçlerden.Otuzbiroğlu Hüseyin’in imece usulüyle başlattığı bir yoldu.Kürtün köylerine yol yapılması için atılan ilk tarihi adımdı.
Öğretmenlik görevime 1966 Temmuz sonunda Çatalkaya, diğer adıyla Kızılçukur köyünde başladım.Bir yıllık görev süresinin sonunda ağır bir akciğer hastalığı ile karşı karşıya kaldım. Umutla umutsuzluk arasında yaşam savaşı vermeye başladım.Bu nedenle uzun süre İstanbul Validebağ sanatoryumunda tedavi gördükten sonra sağlığıma kavuştum.Türkiye’nin her yerinde öğretmenlik yapabilir diye bir heyet raporu çıkardılar.Böylece yeniden görev almak için bakanlığa baş vuruda bulundum. Dağ ve orman havasının sağlığım için yararlı olacağını da düşünerek tayinimin Elmalı köyüne yapılmasını istedim.1968 Yılının Ekim ayının ilk haftasında Elmalı köyü öğretmeni olarak
görevlendirildim. .
Elmalı köyü,Yukarı Kürtün dağlarının sivrilen doruğunun yamacında kurulmuş,birbirinden uzak,iki mahalleden oluşan,kartal yuvasını andıran küçücük bir köydü.
Çifte köprülerden başlayan yol, Çencik suyunda,yalçın kayalıkların geçit vermediği yerde aniden bitmişti.Yolun bitiminde katırlarıyla birkaç kişi bekliyordu.
Beni görünce dikkatli dikkatli bakmaya başladılar.
-Selamun aleyküm diyerek selam verdim. Hep birlikte aleykümselam,dediler.
İçlerinden en yaşlı olanı sordu:
-Oğul yolculuk böyle nereye?
-Elmalı köyüne,der demez şaşkın şaşkın bakıştılar…
- Herhalde yabancısın,köyde kimlere gidiyorsun;diye sordu orta yaşlı olan birisi.
--Ben öğretmenim,Elmalı köyüne tayinim çıktı,oraya gidiyorum,Harıt köyündenim diye söyleyince orada sevinç dolu bir kargaşa yaşandı.Her biri beni ayrı ayrı kucakladılar.
- Siz burada kimi bekliyorsunuz? Diye sorum:
-Köyümüze Amerikan barakası tipi okul yapılacak,Gümüşhane’den teknisyenler gelecek,onları bekliyoruz,dediler.
Bilal emmiyi yanıma yoldaş olarak verdiler.Elmalı köyüne gitmek üzere yola koyulduk.Köyün hemen altında Çerçür deresi akıyor,boz bulanık,deli fişek.Dere boyunca derin uçurumlardan geçen ince cılga yol sarp kayaların dibinden yılan gibi kıvrıla kıvrıla yükseliyordu.
Birkaç saat gittikten sonra derenin kenarında azıklarımızı çıkararak karnımızı doyurduk.Derenin buz gibi suyundan avuç avuç içtik.
Bilal Emmi parmağıyla işaret ederek:
-Bak öğretmen Bey,şu karşıki karlı dağın eteğindeki köy,işte bizim köy…
Çerçür deresi boyunca sürdürdüğümüz yolculuğumuz bitmişti.Elmalı köyü yolu ayırımına gelmiştik.
Dimdik yokuşla başlayan patika yolu ağır ağır tırmanarak köye yaklaştık.Evlerin bacalarından çıkan duman kıvrıla kıvrıla yükseliyordu.Gökyüzünde süzülen boz kartallar,çam ormanlarının üzerinde dolanarak avlarını kolluyorlardı.
-işte burası bizim mahalle,Alantarla,şurası da bizim ev dedi Bilal emmi…
Bilal emminin evinde bir süre dinledndikten sonra,okul temelinin kazıldığı yere gitmek üzere ayrıldık.
-Okul şuraya yapılacak,köylüler hep orada şimdi.Bir de koç kesip kavurdular,teknisyenler gelince hep beraber yiyeceğiz,dedi.
İki mahalleye de aynı uzaklıkta olan Hıraca deresinin kenarındaki kayalıkların üzerini yararak okul temeli kazmışlar,teknisyenlerin gelmesini bekliyorlardı.Her iki mahallenin insanlarının tamamı oradaydı.
Habersiz olarak Bilal emmiyle okul yerine gelmemiz sevinç yaratmıştı.Tanıştıktan sonra,okul yeri ile ilgili olarak konuşmaya başladık.
-Biraz üzüleceksiniz ama buraya okul yapılmasına izin vermezler çünkü,yerleşim yerlerine çok uzak.Çocukların oynayacağı alan yok.Bir çocuğun ayağı kaysa,uçuruma yuvarlanır,diye açıklamalarda bulundum.
Herkes önüne baktı.Üzülmüşlerdi. Hep birlikte,”Haklısın”dediler.Akşamın alaca karanlığı çökerken,güneşin Soğukoluk yaylasındaki kızıllığı yavaş yavaş kayboluyordu.Ortada yanan ateşin alevi vadinin içini adeta aydınlatıyordu.
Teknisyenleri almaya giden katırcılar,yalnız geldiler.Başları önlerine eğik ve üzgündüler. Büyük bir kara kazanda kavrulan koç kavurmasını hep birlikte yedikten sonra oradan ayrıldık.
O akşam muhtar Salih dayının evinde toplandık.Tarifsiz bir sevinç içinde olan,yüzleri bakır renkli,iri gözlü,çocuklar öğretmenlerini görmek için gelmişlerdi. Her birini tek tek kucakladım.
Gecenin ilerleyen saatlerine kadar konuştuk.Muhtarın kullanmadığı eski evini,yeni okul yapılıncaya kadar ufak bir tadilatla kullanmaya karar verdik.
Elmalı köyündeki, ilk günüm, Akçal üzerinden kırmızı bir iz bırakarak yükselen güneşin doğuşunu izlemek oldu.Uzaklarda, sislerin altında Zigana dağları bütün heybetiyle sıralanıyordu.Çam kokulu orman havası ile yaylanın serin havası her nefes alışta insana yaşam sunuyordu.
Marangoz İsmail usta bir iki gün içinde gerekli tadilatı yaparak eski evi eğitim ve öğretim yapıla bilecek hale getirdi.Köyden sağlanan tahtalar kullanılarak sıraları ve yazı tahtasını yaptık.
Altmış üç öğrenciyle okulu öğretime açtık.Köydeki değişikliğin sevinci herkesin yüzünden okunuyordu.
Ekim ayının sonuna doğru kaymakamla ilköğretim müdürü katırların sırtında, okul yeri belirlemek üzere köye geldiler.Her iki mahallenin insanları okulun kendi mahallelerine yapılmasını istiyorlardı.Bu yüzden anlaşma sağlanamadan,kaymakam ve ilköğretim müdürü köyden ayrıldılar.
O günün akşamında muhtarın odasında mahalle halkıyla toplandık.Herkes üzgündü.
-Arkadaşlar, bu işin bir kolayı var,diye söze başladığımda sessizlik birden bire bozuldu.
-Ne diyeceksin öğretmen bey,dediler.
-Köyümüz orman köyü.Aranızda hızarcı var,taş duvar ustası var.Yaptığınız demircilikten de beş on kuruş kazanıyorsunuz..Hep beraber bu okulu birlikte buraya kendimiz yapalım,der demez:
Domaoğlu Topal Mustafa sağlam bacağının üzerinde dimdik doğrularak:
-Aha benden yüz lira diyerek cebinden çıkardığı yüz lirayı masanın üzerine elini sert bir şekilde vurarak bıraktı.
-Köyün en yaşlılarından olan Mehmet emmi,elini çenesine götürerek sakalını sıvazladıktan sonra,ben de mezarlığın başındaki tarlamı vakıf olarak veriyorum dedi.
Hüzün,yerini büyük bir sevince bırakmıştı.O akşam paralar topladı.Ertesi gün,köy ihtiyar heyeti üyelerinden Yakup Taşkın ve İbrahim Ataç’ı tek derslikli okul projesi için kaymakamlığa gönderdik.
Gün bitiminde proje geldi.Sabahı beklemeden,lüks lambalarının ışığında okulun temelini kazmaya başladılar.Bayram coşkusu içerisinde temel iki günde kazıldı.
Mursal köyünden Kemençecinin Ahmet Usta birkaç gün içinde okulun duvarlarını ördü. 1969-1970 Öğretim yılına kadar okulun inşaatı tamamlandı.
1969 Eylül ayı sonunda yeni okulumuzu törenle eğitim ve öğretime açacaktık.22 Eylül günü üç jandarma ile bir onbaşı köye gelir.Soruşturmam olduğunu,savcılık tarafından ifadeye çağrıldığımı,bildirirler.Jandarmalarla sohbet ederek beş altı saatlik bir yolculuktan sonra bucak merkezindeki karakola ulaştık.Karakol komutanı Mehmet Çavuş,iki jandarma refakatinde bir odun kamyonunun üzerinde beni ilçeye gönderdi.O geceyi ilçe jandarma karakolunda geçirdim.Bir askerin söylediği türküyü hiç unutmam.”Saçım uzun,ben bu saçı satarım.Adapazarı’na mektup atarım”
Hüzünlü bir türküydü….
Sene 1969
Mevsim sonbahar.
Torulu’n içinden,
Sararan yaprakları sürükleyerek
Harşit akar...
Harşit’in karşısı kale,
Önünden Harşit akar...
Kalenin burcunda özgürlük,
Kale,Torul hapishanesine bakar.
Kalenin üzerinden kuşlar uçar.
Çıkar yücesine deli gönlüm uçar....
Ben uçamamam
Gayri bağlamışlar kanadımı kolumu,
yüreğim tutsak
Ceviz kabuğunun içinde.....
Yer yuvarlağı,
Bir ceviz kabuğu kadar küçük.
İçinde yüreğim atar.
Yıllarca,
Nasırlı ayağımın
Karlı dağları aşmak için
Taşlı yolları tepmesi gibi...
Politikanın tutsak aldığı savcı tutuklama kararı çıkarttıdı.Bir hafta tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldım.Ekim ayının birinci günü yeni okulumuzu eğitim ve öğretime açtık.
Artık yaşam bir destan akışındaydı.sevincimiz,hüznümüz birdi.
Nice günlerimiz geçti birlikte…Ben onların doktoru,avukatı,radyo ve saat tamircisiydim.
Ne zaman tayin yaptırıp gideceğim dediğimde,Domaoğlu Topal Mustafa:
-Arkadaş bizi bırakıp gidemezsin,biz aynı derenin balığıyız,derdi.
Altı yıl sonra Sakarya’ya tayin yaptırdım.1975 yılının Mayısında bir mektup aldım.Okuduktan sonra dünya başıma yıkıldı,tutamadığım gözyaşlarım şakaklarımdan süzülüyordu.Mektupta şunlar yazıyordu:”Domaoğlu Topal Mustafa,oğlu Ali ile tarlanın etrafına tel çekmek için kazık çakarken,balyoz fırlayarak karnına vurdu,kalın bağırsağı parçalanmış,Trabzon Numune Hastanesinde öldü.”
Dağlar,dağlar,ihtiyar dağlar…Top top ak bulutlar dolanır üzerinde ileri geri…Hangi dağın gediğinden baksan Domaoğlu Topal Mustafa’nın okulu görünür.Okulun önünde Nazlı nazlı şanlı bayrağı dalgalanır…..
Domaoğlu Topal Mustafa’nın anısına….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.