- 485 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Serare
Akislenmiş bir sesin yankısında buldum kendimi. Nakaratlarla düşen ve damlayan suyun sesine iştirak etti ruhum. Bir kovuktan içre fışkıran bir nebze ışıkta şimdi, Eyüp misali 7 yıl çile doldurdum. Derin derin indiğim bir kuyunun, göremedim kafamı kaldırdığımda sonunu. Yusuf değildim ki öylece bir tacirin beni kurtarmasını bekleyeyim, ben ki titrek bir ışığa hasretken güneşi buldum! En çok leyle yakıştırdım ben şebiyeldayı, bilakis tarumardı o vakit gönlüm. Kulaklarım işitince uzaklardan hoş bir sadayı, Leyla’nın ayak sesleri sandım!
Nefti bir gecenin cerh eden ayazında, şahit oldum asıl fırtınanın içte koptuğuna. Bir avuç şimşek ve bir tas suya, söyleyeceklerim vardı, hatırladım!
Bir serareydi bedenim o zamanlar. Dikmeye çalışırken ruhumdaki söküğü, kapanmayacak bu yara, ellerim titreyince farkına vardım. Elimdeki çuvaldızı, Karun’un yakut sandığına sakladım! Sonra oturup bir divanda, bekledim gaiplerden gelecek bir adamı. Asam gelip de uzatınca kemiksiz parmağını, o an imdadıma yetişti sandım. Aralayıp da göz kapaklarımı isli duvara bakınca, hepsi bir rüyaymış, uyandım! Asırlık sükûtunu bozup da konuşunca gölgem ve kan ter içinde saçlarını yolarken, gölgemin çığlıklarına kulaklarımı tıkadım; sonra onu bir patikada kalleşçe vurup yolun ortasına bıraktım, evet pişmanım! Ruhsuz, gölgesiz ve kalpsiz bir insan gibi, davrandım yıllar yılı, biliyorum ki ne yaşadıysa yaşattım. Ve ben en çok kendime yenildim, aslında kendimi yenen bendim. Çok sonra anladım!