AŞK DÜŞKÜSÜ-Tanıtım
• AŞK DÜŞKÜSÜ
Uzun süre elim gitmedi Öztürk Acun’un Aşk Düşküsü adlı kitabı hakkında yazı yazmaya. Kitabı okuyup bitirdiğimde de adeta birkaç yerimden vurulduğumu hissetim. Öylesine yaralayıcı, öylesine düşündürücü ki… Kitap baştan sona çalınan hayatlar ve kaybolan yıllarla ayna tutuyor. Ne yalan söyleyeyim Aşk Düşküsü’nü okuyup bitirdiğimde iki üç gün doğru dürüst bir şey de alamadım elime. Olmadı herhangi bir şey okuyamadım. Sık sık dalıp kayboldum kitaptaki olayların içinde. Yalnızca anlatılan geçmiş değil romanda. Gelecek hakkında da bir şeyler buluyorsunuz cümleler arasındaki boşluklarda. Söylenmemişliklerle bir hayli cebelleşiyorsunuz. Aslında romanın kapak ve sayfa düzeninden ötürü harcandığını görmek, aceleye getirildiğini fark etmek de acı verdi bana. Korkum şu: Bu kapak içindeki roman okurun dikkatini çekmezse çok yazık olacak. Yayınevi işi baştan savmış, 250-300 sayfa olabilecek romanı maliyet kaygısıyla sıkıştırmış da sıkıştırmış. Ama yazar da ilk romanı için titiz davranma yolunu seçmemiş ne yazık ki. Dolaysıyla romanın ikinci bir baskıya daha ihtiyacı var bana kalırsa. Yeni bir baskı; kapak, sayfa düzeni ve içeriğindeki bazı kusurlar için gereklidir diye düşünüyorum.
Üzerinde yaşadığımız coğrafyaya çok yazık edildiğini düşünüyorsunuz romana başlayıp daha beş on sayfa bile ilerlemeden. Çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı bir coğrafya nasıl olur da tekleştirilir, tek tipleştirirler diye düşünmeden edemiyorsunuz. Duyarlılıklarınız kanıyor. Belli bir vicdani sorumluluğu yüklenip karşı çıkıyorsunuz ister istemez bu doğa kıyımına, bu insan kırımına... Roman kesinlikle ideolojik bir şeyi kanıtlamanın peşinde değil. Ama doğaya, ülkeye, insana ve dünyaya belli bir duyarlık penceresinden bakıyorsanız, ister istemez siyasi olarak da bir takım değerlendirmeler yapıyorsunuz. Romanı bitirdikten sonra bu durum daha bir kaçınılmaz hale geliyor.. Aşk Düşküsü bir yara aslında, geçmişten gelen bir yara, geleceğe taşınacak bir yara ve zamanla iyileşmeyecek bir yara... Yazar bu yarayı, “bazı hikâyeler anlatılmak ister” düşüncesinden yola çıkarak ele almış. Bana kalırsa çok da iyi etmiş. Romanın ana izleği: çok küçükken babasız kalan, bölge değiştirme talihsizliğine uğrayan, böylelikle çocukluğundan ve kültüründen uzaklaştırılan ve bir türlü yokluğun ve yoksulluğun pençesinden kurtulamayan Kadri’nin verdiği yaşam mücadelesi, ailesinin ve yakın çevresinin durumu, öğretmen olabilmek için girip çıktığı girdaplar ve elbette ki aşk…
Kitap boyunca birkaç kez adamakıllı sarsıldım. Bu sarsıntılardan ilki Malakanlarla ilgili bilgisizliğimden kaynaklandı. Zöhrap Kars iline bağlı Arpaçay ilçesinin bir köyü. 1876-1877 Osmanlı Rus Savaşı sırasında savaş karşıtı tutumlarından ötürü Kars’a sürgün edilmiş Malakanların kurduğu 35 köyün en güzeli ve ilçeye en yakın köyü. Romandaki olay örgüsüne merkezlik eden köy aynı zamanda... Yazar özellikle bu köyün tarihi ile ve Malakanlarla ilgili geniş açıklamalar vermekten kaçınmamış. Bunun bir usta işi olduğunu romanı bitirmeden anlayamamıştım doğrusu. Malakanlar kurdukları köylere o güne kadar çevrede görülmeyen ileri bir tarım, yerleşim ve konut kültürü götürmüşler, oralarda cemaat halinde ve kolektif bir yaşam tarzı sürdürmüşler. 1682 yılında Rus Ortodoks Kilisesi’nden ayrılan bir tarikat olan Malakanlar, İsa’nın şiddet karşıtı yanını kendilerine ilke edinmişlerdir. Şiddetin her türlüsüne karşıdırlar. Silah taşımak, kullanmak ve militarizmin simgesi olan üniforma giyinmek dinlerince yasaktır. 1960’ların başlarında Malakanların Türkiye’yi terk ettiği ise acıklı bir durum. Dünyanın bu bir avuç barış çiçeği insanı, ülkemizde güvenli bir gelecek bulamayınca istemeye istemeye de olsa bin bir güçlükle ve büyük bir özenle kurdukları yaşam alanlarını terk etmişler. Romanda bu konu ayrıntılı biçimde işleniyor ve bu yanıyla roman tarihe bir belge bırakıyor, geleceğe ışık tutuyor.
Kadriler Malakanlardan kalan bu boşluğa yerleşmişler işte. Babasının ölümünden sonra daha iyi bir yaşam elde etmek amacıyla Mustafa amcasının önderliğinde Posof’tan, Şavşat’tan ve daha başka yerlerden gelip yerleşen aileler gibi onlar da gelip yerleşmişler Zöhrap’e. Farklı kültürlerin uyumu zor olmuş. Çatışmalar, birbirleriyle geçimsizlikler beklentileri olan daha güzel yaşam hayallerini çok geçmeden ellerinden almış Kadrilerin. Aslına bakılırsa Malakanlara yar olmayan Zöhrap, onlardan sonra buraya yerleşen, birbirinden farklı kültürlerden ailelere de yar olmamış. Yoksulluğun bir de yaban ellerde insana dokunan acısı var ki bunu yazarını iyi işlediğini söylemezsek haksızlık ederiz. Romanda Kadri’nin yaşadığı aşk, yoksulluğun içinde acıların ve çaresizliklerin içinde, cahilliklerin ve geriliklerin içinde ne yazık ki kirlenmekten kurtulamamış. Aşk aşk için yetmemiş. Bu da romanı okurken yaşayacağınız ve sizi burkacak bir gerçeklik. Uzun zaman yakanızı bırakmayacak olan bir gerginlik. Kendinizden kaçamayacağınız bir yüzleşme. Romanda geçen olayların pek çoğunun yakın tanığı olan, pek çoğunun içinde yaşayan, Malakanlar için ciddi bir araştırma yapan ama bütün bunları kurgusal bir gerçekliğe dönüştürerek Aşk Düşküsü romanını oluşturan yazarın ve onun gözleme dayanan tanıklığının ve daha çok da içtenliğinin payı var bunda.
Roman her ne kadar 1960’lı yıllardan başlayarak 2000’li yıllara kadar uzanan bir olay örgüsü içindeki bir zaman diline otursa da ve kuşkusuz bu özelliğiyle bir gerçekliğe tanıklık etmiş olsa da, daha ayrı bir özelliği var ki bana bu yazıyı kaleme aldıran oydu: Romanın görüntüde olmayanı görüntüye getirmiş olması, arka çıkılmamış düşüncelere arka çıkması… Ha bir de yayınevinin hışmına uğramasına, yazarın “benden çıksın da ne olursa olsun” diyen tutumuna itirazım da bu yazıyı yazmama yol açan başka bir nedendir. Romanı okuduktan sonra bu romanın elden ele bir karanfil gibi uzanması, arada kaynamaması ve hak ettiği ilgiyi görmesi gerektiğinin bir okur olarak bana da yüklediği bir sorumluluk vardı. Bu yazı aynı zamanda odur işte.
Aşk Düşküsü, Roman, Öztürk Acun, Akad Yayınları, 176 sayfa, Ankara -2014 Hayrettin Geçkin
YORUMLAR
Gerçekten beğenerek okuduğum bir yazı. Güzel bir tanıtım. okuyucuyu meraka sevk eden bir kalem.
Lakin, yazının fon rengi değişip paragraflara bölünseydi okuyana da hem kolaylık hem de büyük bir keyif verilecekti sanırım.
Fon rengi çok silik, kopyalayarak okudum.
Tebrik ederim, saygılar