- 518 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANLIĞIN BOYNUNDAKİ İNCİ
Hayat; insanlığın bize katmış olduğu yeniliklerle dolu. Nesilden nesile gelişerek ilerliyoruz. Her toplum kendine uygun olarak bir şeyler katmış bu hayatta..
Her ülke adını duyurmuş yaptıklarıyla… Örneğin;
Sigara Kızılderililerin, puro İspanyolların, kâğıt Çinlilerin, matbaa Almaların buluşu.
Karyola Yakındoğu’dan, yorgan ile pijama Hindistan’dan, elbise Ortaasya’dan gelme.
Ayakkabı Mısırlıların, kravat Hırvatların eseri.
Şemsiye ilk Güney Asya’da, şapka Asya bozkırlarında, bozuk para Lidya’da, yemek tabakları Çin’de kullanıldı.
Çatal İtalyanlarda, kaşık eski Roma’da, şeker gene Hindistan’da ortaya çıktı. Bu iftihar listesinde biz yok muyuz?
Varız elbet. Bir kere atı evcilleştirip yeryüzüne hız fikrini hediye eden Türklerdir. Türkiye’de yaşayan toplumlardır. Hızı hayatımızın bi parçası yapmışızdır. Ve bu müthiş değişimi insanlığa armağan etmişizdir. Hatta o kadar benizsemişizdir ki atasözlerimizde sıkça at kelimesini kullanmışızdır.
Bağla atını, ısmarla Hakk`a
Atlar nallanırken, kurbağalar ayak uzatmaz.
Yiğit yiğide at bağışlar…
Bu atasözlerini çoğaltmak mümkün. Ayrıca toplum olarak atları ne kadar önemsediğimizin bir kanıtı. Fakat biz tek bununla yetinmemişiz:
Çelik de bizlerin icadı. Eğeeeer.... Bu iki yenilik, yani hız fikri ile çelik ortaya çıkmasaydı, insanlık ne gemi yapabilir, ne de uzaya çıkabilirdi.
Sakın kendinizi ve kültürünüzü yabana atmayın. Halı da bizim, Türk kadınlarının insanlığa, sanata ve estetiğe armağanıdır...
Bizler abur cubur kültürlerin değil, koskoca bir medeniyetin sahipleriyiz.
Tıp dünyasının baş alimi, "Avicenna" imzalı kitapları hala Batı fakültelerinde okutulan İbni Sina, yeri doldurulmaz dedelerimizden.
O yüzden..."Biz de kimiz, dünyaya ne ekledik ki?" deyip duran zavallı ve hasta kafalara itibar etmeyiniz.
Kendi içimizdeki menfilerin hezeyanlarını cahilliklerine veriniz. Ve, dik yürüyünüz...
2014 Osmanlı Devleti’nin 715’nci kuruluş yılı. Bu sebeple Osmanlı’nın haşmetini bir daha ve tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var. 1299 dan bu yana her alanda kendini kanıtlayan bir toplum nasıl olur da unutulur. Şu unutulmamalıdır ki Osmanlı’dan ve Türk’lerden bahsedilmeden hiçbir ülke tarihini yazamamaktadır. Yaptıklarımız sadece bu kadar değil üstelik…
Sadece Birecik tersanelerinde yılda 300 (evet, üç yüz)gemi yapılıyordu.
Bayramı ve tatil günlerini çıkarın, bu her gün bir gemiyi suya indirmek demektir.
İnanılmaz bir gerçeğe buyurun: Akdeniz’de çarpışıp durduğumuz Venedikliler, Cenevizliler, Malta şövalyeleri, o koca kalyonları, devasa tekneleri kimden alıyordu?
Cevap: Bizlerden. İnsanın kendi medeniyetini küçümsemesi için ayıplanacak kadar bilgisiz olması gerekir. Ya da kasıtlı olarak küçümsemek istemektedirler. Peki 3 kıtaya 600 yıl hoşgörü ile hükmetmiş bir devlet için bunlar yeter mi? Elbette yetmez..
Çocukları gezdirme vakıfları, çocuklara her hafta meyve yediren vakıflar sadece bizde vardı.
Hizmetçinin kırdığı eşyayı tazmin eden, dağdaki aç kurtları doyuran vakıflar da bizim güzelliklerimiz.
Dünyada bir eşi yok...
Var diyenler yalandadır. Çiçeği dillendiren seviye de bizdendir. Evet yanlış okumuyorsunuz bizim hoşgörümüz; çiçeği dillendirecek kadar ince zeka ile donatılmış bir kültürün meyvesidir.
Penceredeki sarı çiçekli saksı, "Bu evde hasta var." demekti. Kırmızı karanfiller, o hanede gelinlik çağda kızlar olduğuna işaretti.
O sarı çiçekli sokaktan usulca, küfürsüz, gürültüsüz geçilirdi. Esnaf; malını satma derdini bırakıp o hasta olan evin önünden sessizce geçmekteydi.
Gözünüz medeniyet görsün. Ama bu dev buutlu, gökkuşağı sıcaklığında nükteler yazık ki bilinmiyor.
Osmanlı’nın o kadar uzağındayız ki, 715’nci yılda eller ayaklar birbirine dolanıyor.
Kutlayamıyoruz bile.
Kutlar gibi yapıyoruz.
Geçmişinize sahip çıkın ki; bir geleceğiniz olsun… Bilinçsizce naralar atmakla bilip bilmeden ahkam kesmekle değil, araştırıp doğruyu öğrenerek sahip çıkın ki ‘Siz Kimsiniz?’ Diye soranların seslerini; göğsünüzü kabarta kabarta kesebilesiniz…
Biz insanlığa geçmişten bugüne hizmet etmiş ve hizmet etmeye devam eden; çağ açıp çağ kapayan, insanlığın boynuna gerdan gibi takılmış bir inciyiz. Ve bu inciler birbirine öylesine kenetlenmiş ki hiçbir güç koparıp tanelerini savurma cesaretinde bulunamayacak. Bu böyle biline…