- 638 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
"OKU!" EMRİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı ‘alak’tan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” (Alak Suresi, Ayet 1-5.)
Dil felsefesi açısından bakıldığında, ‘harf’ ile ‘ses’in negatif konumunu ifade eden ‘sükût’ta sonsuzluğa bakan bir anlam çokluğu; sükûtun pozitif konumunu ifade eden harf ve seste ise çoğaldıkça daralan bir anlam azlığı söz konusudur. Başka bir deyişle; ‘kelime’ ile ‘anlam’ arasında hem birbirini genişletip büyüten, hem birbirini daraltıp küçülten çelişkili bir ilişkinin olduğu görülür. İşte icaz, kelime ile anlam arasındaki bu girift ilişkinin; aklın, mantığın ve estetiğin ölçülerine göre yeniden bir önerme veya cümle hâlinde tertibini; az ama öz, kısa ama veciz, sade ama çetin ceviz bir keskinlik kazanmasını ifade eder.
“Oku!” emri, özelde, “İndirilen Kur’an’ın Hz. Peygamber tarafından okunması” davetini içerisinde saklayan bir mesajı ifade etse de, genel çerçeve itibariyle “nesnesi ve tümleç ayrıntısı belirtilmeyen ucu açık bir okumanın” teşvik ve tavsiyesini de içerisinde barındırmaktadır. Dolayısıyla “Oku!” emrindeki mesajın derinliğinde, ifadeler kadar ifadesizlik ve sükûtun da semantik bir anlamı vardır. Çünkü “Oku!” emri verildikten sonra, peşi sıra gelen ayetlerde “nasıl okuyacağımız” belirtilmiş ama “neyi okuyacağımız” belirtilmemiştir. Nahiv veya gramer açısından ifade etmek gerekirse fiil ve fail vardır, fakat meful/ nesne veya tümleç ayrıntısı yoktur. Sadece nasıllığın karşılığı olan durum veya “hal” komplimanı vardır. Şayet okunması istenen nesne açıkça belirtilmiş olsaydı, eylem faille başlar, fiille icra edilir, mefulle tamamlanırdı. Mesela burada, sadece “Sana indirilen Kur’an’ı, Yaratan Rabbinin adıyla oku!” şeklinde açık nesneli bir okuma eylemi hedeflenmiş olsaydı, bu teklif veya emir, yalnız bu ilahî kitabın kıraatini veya okunmasını ifade eden “ütlü” veya “rattil” emr-i hazırı (I. eril emir kipi) şeklinde olması lazım gelirdi. Böyle bir durum söz konusu olmadığına göre, sonuç itibariyle ortaya çıkan bu nesnesel boşluk, “Kur’an ve hadislerden Celaleyn Tefsiri’ne, Dede Korkut Hikâyeleri’nden günlük gazetelere, at tımarının inceliklerini anlatan mesleki kitaplardan Orta Çağ Avrupa düşünürlerinin felsefi eserlerine kadar uzanan sonsuz sayıda kitap, dergi veya matbuatla doldurulabilir. Buradan hareketle, Allah’ın inananlara; “Eline geçen veya geçecek olan her kitabı oku, dimağını engin bilgilerle donat, içinde bulunduğun çağa iyi bak, ufkunu aydınlat, tam bir entelektüellik çabası içerisinde ol” şeklinde yorumlayabileceğimiz; zengin, çok yönlü bir öneride bulunduğu açıktır.
Ancak Kur’an’ın, muhatabı olan inananlara böylesi kültürel ve informatik yönlendirmeyi yaparken bir hususun altını önemle çizdiği görülmektedir. Bu önemli husus da, her şeyi okuma özgürlüğüne sahip olan insanoğlunun bu özgürlüğünü tam bir muhayyerlikle kullanırken, “yoktan var etme” gücünü elinde tutan Allah’ı bir üst değer olarak unutmaması, okuma ve öğrenme fiili de dâhil her şeyi yaratan bir Rab olarak O’nun adını hatırında tutma gayreti içerisinde bulunmasıdır. Mevlâna’nın ünlü pergel metaforuyla ifade edersek, bu ayette Yaratıcı; “Önce pergelin ucunu benim ismimin üzerine iyice sabitle, diğer ucunu da uzat uzatabildiğin kadar... Sonsuza dek genişlet ufkunu ve bakış açını... Aç gözlerini bütün dünyaya ve varlık âlemine... Oku okuyabildiğin kadar...” demek istiyor olmalı bize. Ayrıca “Oku!” emrinin de içerisinde bulunduğu diğer ardıl ayetlere dikkatle bakıldığında; “okuma”, “öğrenme” ve “yazma” gibi eylemlerin “yaratma” üst işlemiyle ilişkili birer olgu olduğu ve bu olguların akıl, alfabe, bellek, göz, beyin, algı, organ ve kas sistemleri ile ortaya çıktıklarına dair rasyonel bir vurguyu da içerisinde barındırdığı görülmektedir. Öte yandan bu ayetler zincirinin dördüncü halkasında; “kalem” (yazma) ile “öğrenme” veya “öğretme” arasında doğrudan bir ilişkinin olduğu, bir ipucu olarak kulaklarımıza fısıldanmaktadır.
Kısacası Kur’an, insanın neyi okumasının veya neyi okumamasının kritiğini yapmıyor. Bunu tamamen kişinin kendi özgürlüğüne bırakıyor. Konunun, İslam’ın ikincil temel kaynağı olan hadis açısından ele alındığında, yine Kur’an’la eşdeğer bir anlam içeriği taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hadislerinde, Kur’an’daki bu muhayyerlik vurgusuyla paralellik arz eden, âdeta insanın ruhunu okşayan, neyi okuması gerektiği hususunu herhangi bir yönlendirme ve sınırlandırmaya tabi tutmayan, sadece “faydalı olması” gerçeğine dikkat çeken, nazik, kişisel bir yakarış söz konusudur. Bunlar da "Allah’ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi artır" (Tirmizi, Daavât, 128); "Faydasız ilimden Allah’a sığınırım" (Tirmizi, Daavât, 68) şeklindeki hadis-i şeriflerdir. Her iki hadiste de görüldüğü gibi, burada Hz. Peygamber tarafından bireysel çekince konulan husus, elde edilecek bilginin, okunacak kitap veya matbuatın “neden, ne zaman, niçin” ve “kim” tarafından yazıldığı değil, sonuç itibarıyla okunan bilginin “nasıl”; yani kişiye ve insanlara faydalı olup olmaması ile ilgili bir durumdur. O hâlde Hz. Peygamber’e göre, herhangi bir kitabın veya matbuatın değerini, içindeki bilginin “neden bahsettiği” değil, bireye ve topluma “ne fayda sağladığı” belirler. Dolayısıyla “dinamit yapımı” ile ilgili bir kitabın, haksız şekilde mala veya cana zarar vermek kastıyla okunması, insana “Allah’a sığınırım” dedirtecek kadar faydasız/ zararlıdır. Ama arazisi sarp bir coğrafyada yol açmak, kayaları parçalamak amacıyla okunması ise faydalı ve lazımdır. İşte Hz. Peygamber’in “bilgi” veya “bilgilenme”, dolayısıyla “okuma” hususunda parmak bastığı bireysel özgürlüğü, kişinin lehine sabitleyen tek ölçü budur: Her şeyde olduğu gibi, insanın, “okuma” konusunda da “yarar”ı gözetmesi, “faydacılık ilkesi” ile yaşamını sürdürmesi...
O hâlde sadece Kuran ve dinî kitaplar okuyup orada kalmayalım. Pergelimizin iğnesini, Tanrı’nın tam adının üzerine sabitleyelim “kim, niçin, ne zaman yazmış” sorularına takılmadan istediğimiz bütün kitapları, dergileri, yazıları okuyalım. Okumayı, kaliteli yaşamın olmazsa olmazı hâline getirelim. Hep güzel ve faydalı olanın peşinden koşalım. Hatta bunu bile aşalım. Kendimizi ve okumamızı, sadece bize göre “güzel” ve “faydalı” olanla sınırlandırmayalım. Okuyalım, okuyalım, okuyalım... Okumaktan değil okumamaktan korkalım. Okuyanlar, iyi insandırlar. Zira onlar, ne kadar bilmediklerini bilir ve anlarlar. Ama hiçbir şey okumayanlar, hep bildiklerini okurlar.
MESUT ÖZÜNLÜ