- 620 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Rüyaymış!
uykumun karanlık köşesinden çıkıp geliyor aniden. uzun uzun bakıyorum suratına. anneme benziyor biraz, biraz da kimseye benziyor. hafiften gülümsüyor. kafamı kaldırıp mekanın kokusunu içime çekiyorum. sütlü kahve kokusu, elmalı nargileye karışık inceden burnuma çalınıyor. kalkıp yanına gidiyorum. yüzündeki hüzün biraz yabancı geliyor bana önce, sonra kırk yıldır tanıyormuşum gibi bakıyorum. kafamı göğsüne dayarken kalbinin ritimlerinden önce memelerinin ne kadar çekici olduğunu düşünüyorum. sonra kalbinin ritimlerini dinliyorum. elindeki poşetleri aldığı gibi çıkıyor nargile kafeden. peşinden gidiyorum. bir otobüse biniyoruz. ’belen-sarımazı’ yazıyor önünde, otobüsün. nereye gittiğimizi hiç önemsemiyorum. karanlığı izliyorum biraz. neden sonra hiç konuşmadığımızı merak ediyorum. biraz korkak, biraz endişeli;
-nereye gidiyoruz?
-bilmem.
-ama sen bindin bu otobüse.
-sen de peşimden bindin.
susuyorum sonra. konuşmamam gerektiğini düşünüyorum. eğer bu bir rüyaysa bitebilir. bitmesini istemiyorum. tekrar göğsüne yaslıyorum başımı. ellerinin arasına alıyor başımı. biraz sonra bir virajı dönerken otobüs, uyuya kalıyorum.
gözlerimi açtığımda hala yol alıyoruz. otobüste bizden başka kimsenin olmayışı beni rahatlatıyor. bir yandan da bu saatte otobüsün hala çalışması endişelendiriyor beni. ’duman’ın rüyanda görsen inanma’ parçası hoparlörlerden kulağıma saplanıyor. başımı kaldırıp yola bakıyorum biraz. o da beni izliyor. sonra ona dönüp gülümsüyorum. o da bana gülümsüyor. başımı tekrar göğsüne yaslayıp gözlerimi kapatıyorum. aklıma düşünecek hiçbir şey gelmiyor. oysa her zaman uyumadan önce mutlaka düşünecek bir şeyler bulurum. şimdi bulamıyorum. tekrar uyuya kalıyorum.
gözlerimi tekrar açıyorum bir ara. etraf biraz aydınlamış. saat altı falan diye tahmin ediyorum. biz hala gidiyoruz. duraklardan geçerken otobüs hiç durmuyor. bu saatte işe giden insanların uyanması gerektiğini düşüyorum. kafamı kaldırıp nerde olduğumuza bakıyorum. ’çınarlı’ yazan tabelayı görünce korkuyorum. bizim eve çok yakın olduğumuz aklıma geliyor. babam beni bu halde yakalarsa çok kızar. yasak bir şeyi yapmanın verdiği keyif ve korkuyla;
-burdan hemen uzaklaşmalıyız.
-neden?
-bizim eve çok yakınız çünkü.
-yani?
-babam bizi bu halde görürse çok kızar.
-baban öleli dört yıl oldu.
son sözü kafama kurşun yemişe çeviriyor beni. benim babam ölemez! yalan söylüyor diyorum. kendimi avutmaya çalışırken defin sahneleri canlanıyor gözlerimin önünde. demek gerçekten babam öldü. ağlayacak gibi oluyorum. boğazım düğümleniyor, yutkunamıyorum. ’babam ölürse ben ne yaparım’ diye düşündüğüm zamanlar aklıma geliyor. o hiç bana bakmıyor. hüzünle, yarı ağlamaklı camdan dışarıyı izliyor. camdaki kuş pisliklerinden iğrenmiyor. bense hala babamın ölümünü hazmetmeye çabalıyorum. babamın ölümünü nasıl unutabiliyorum? peki babam nasıl öldü? hatırlayamıyorum. kafayı yemek üzereyken arabayı durdurup annemi teselli etmek geliyor aklıma. şoföre ’dur’ diye bağırıyorum. ses yok. o ise hala camdan dışarıya bakıyor. yoksa sesim çıkmıyor mu? ona dönüp soruyorum;
-neden durmuyor?
-o durmayı sevmez.
-ama durmalı. annemi görmeliyim!
-...
tekrar cama dönüp dışarıya bakıyor. sonra derin bir nefes çekip;
-annen nerde?
gerçekten, annem nerde? düşünüyorum ama aklıma gelmiyor. annem kayboluyor zihnimde. siması gözlerimin önündeyken kendini bulamıyorum bir türlü. kafayı yiyecek gibiyim. bağırıyorum;
-durdurun şu otobüsü!
otobüs durmuyor. şoför koltuğuna doğru eğiliyorum. koltukta kimse yok. otobüsün kendi kendine gitme ihtimali yüzde kaç? sağa sola bakıyorum, hızla hareket ediyoruz ama ilerlemiyoruz. aynı yerdeyiz hep. ona dönüp dehşetle bakıyorum. birden annem oluyor. dilime felç iniyor sanki. şaşırıp kalıyorum. ağzım bir karış açık;
-anne?
-kendine hakim ol. dişlerini fırçalamıyorsun! o dişlerin ağrıyınca anlarsın ne demek istediğimi!
-fırçalıyorum anne. dün unuttum. bugün fırçalarım.
annem tekrar camdan dışarıyı izlemeye başlıyor. yahu bu kadar dehşet verici bir durumda diş fırçalama açıklaması da ne diye düşünüyorum bir an. göğsüne yatıyorum annemin. huzur doluyorum birden. annemin kucağı en yumuşak ve sıcak yatak diye düşünürken uyuya kalıyorum.
gözlerimi açıyorum bir anda. otobüs durmuş. cama biri vuruyor durmadan. o tarafa bakıyorum ki fatih dayım bana el sallıyor. sağa sola bakıp nerde olduğumuzu anlamaya çalışıyorum. binaların duruşu ve önümdeki park antep’te olduğumuz haber veriyor. fatih dayım dışarıdan bana sesleniyor;
-evde durumlar nasıl?
-şükür dayı ya. idare eder.
-ben mehmet abi’yle konuştum da biraz sıkıntı varmış.
-halledilir dayı ya.
-olum, dayak yemişsin!
fatih dayım kahkaha atmaya başlıyor. kahkahası zoruma gidiyor. anneme dönüyorum. o da ne! annem yeniden o kadın olmuş. fatih dayıma dönüp dikkatli bakınca saçlarını ağardığını fark ediyorum. camda kendi simamı görüyorum bir ara. siyah tam çerçeve gözlüklerim hala duruyor fakat yanaklarım, gözlerim, dudaklarım, saçlarım... yaşlanmışım. ton ton bir dede olmuşum. şok geçirir gibi oluyorum bir ara. zaman ne kadar hızlı geçti? daha dün üniversite ikinci sınıftaydım. demek ki zaman sudan betermiş.
fatih dayım cama vuruyor tekrar. birden görüntü bulanıklaşıyor. derken silinmeye başlıyor dayım. sonra yanımdaki kadına bakıyorum. annem oluyor tekrar. sonra o da silinmeye başlıyor. otobüs siliniyor. ama cama vurma sesi gitmiyor bir türlü. korkum bu kez had safhada. terlediğimi hissediyorum. demek yaşlanınca da çok terliyorum. gözlerimi kapatıyorum.
gözlerimi tekrar açtığımda otobüsü göremiyorum. yatağımda, yarı açılmış yorganın altından kapıya bakıyorum. babam uyanayım diye cama vuruyor. annemse babama bağırıyor;
-bünyamin karışma çocuğa! kahvaltı hazır hadi gel.
-o da kalksın da ayda yılda bir kahvaltı yapayım oğlumla..
M. Hanifi Kesik / 01.09.2013 / 23.48