- 488 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
411- limonatıcı-ard.öyk. yeniyazım
Sarı rengi mavi renk tamamlar.
Yaz günün ışık tonuyla kış günü ışık tonu aynı mıdır?
Sarf zannediyor olunmamalı!
Yaz günü ışığı, gamı şiddetlidir. Rock müziği makamı gibidir.
Kış ışığı grisatrdır, sanat müziğimizin makamı gibi.
Sonbahar renkleri pastel gamdır. Makam olarak disko müziğe benzer, hafif veya yüngüldür.
İlkbahar da renk çiçeklerin taze bendeleri yepyenilikten herhalde keskin bir makamdaki gam: Beethoven’ın " İlk ilkbahar" senfonisine benzer.
Dört mevsimde dört renk makam-ı renk saltanat-ı vücud bulur.
Keza gün içinde ışık aynı renk lezzetinde değildir.
Yaz sabahı renk tonu, makamı, gamı mavi ile başlar.
Seherden sonra ışığın dik inme açısı 90 derece iken zaman öğlendir ve renk ismen: sarı, sapsarı , sarısıcaktır.
"Makam mı ? "
" Queen ’in Show must go on" ’undan daha beter, daha Teneberistik gamdır.
Güneş zevalına doğru... Renk gamı: turuncudan, mora ve boşluk gibi karşıtı olmayan renge oturur.
Gam pasteldir. Makamı: " RAP" gibi yalın ve hafif çünkü bitiş yok gibidir de ondan; ha varmış, ha yokmuş anlaşılacağı...
Ozan Zülali ne der ?
" DERYANIN DİBİNE DALINCA DALGIÇ
KARANLIKTA YANAR SANARSIN TURUNÇ
YANAR ZİYAN VERİR AŞIK KARARİ
DÖNER ZİYAN VERİR AŞIK KARARİ"
ZÜLALİ de, ŞENLİK de renk bilgisi olağanüstüdür!
Bu: Mevlana’da da böyledir!
" Bütün renkler tek bir renkten gelmedir," der. " O da beyazdır; beyaz da ışıktır. Renk ışıktır, ışık renktir. Beyazdan doğan tüm renkler elvandır. Elvansa ışıktır."
Mevlana’yı iyi analiz eden, ağzını değil gözünü açarak çözen GOETHE ’de: Modern dönemin renk teorisini klasik dönemlerin bitişinde, çok çabuk kavrayarak çözmüş ve yeniyi kurmuştur.
Modern dönemlerin sonunda ise artık renkler HOLOGRAM tekniğine geldi...
Renkten açılan bahis ile: Ardahan’da yıllar önce yaz aylarında limonatacılar vardı, onları aklıma getirdi.
Buzlu limonata arabaların, satılan limonataların resmi, fotoğrafı var mıdır? Olsa da onun üzerinden yad ediversek!
Nesneler alemindeki körler gibiyiz. Körler fil’i tarif etmişler ya: kör tuttuğu nesneyi bilmiş, onu anlatmış.
Bizim de aklımızda kalan, sanıyoruzki en doğrusu bu. Halbuki ne arar? Gerçek ne çetin, ne menem zordur ki!
Temmuz sıcağına, biçin sıcağına karşıkoyan buzlu soğuk limonatalar yapan tek satıcı Yeni mahalle’den Ali Rıza Ağabeyin babasıydı, adını hatırlayamıyorum. Babadan oğula Ali Rıza’ya geçti meslek, onlar da bir müddet yaptılar.
Kıştan hazırlanırdılar. Torun Rıza’nın bana anlattığı:
"Kışın Kura Nehrinden buz kırdırıp, kestirir, buzu ambara stoklar, yazın limonata arabalarında limonatanın soğuklamasında kullanır, limonatayı satardık."
İki çift öküzün çektiği buzlar boyut olarak 1,5 x 3 metre kalıpta idi hemen hemen.
Öküzler zincire bağlanık halde buzu süründüre süründere çekerdiler.
Zeki Kocamemi’nin bir resmi vardır. Nakliye kolunu anlatan tablo ile buz çeken öküzlerin yokuşa kapaklanması, figür olsun, form olsun sanki aynıydı.
Bizim Alabalık dere yokuşunda buz çeken öküz koşum takımı... derede ki evimiz, Yenimahalleye gidişin, tek yolun başıydı, bu yüzden gözlemim kendiliğinden...
Köprü tek idi, mecburen Yenimahalleliler Şükrü Hocaların kavaktaki ( öndeki) köprüden geçerdiler. Çok zengin gözlemler yapmak işten bile değildi. Mahalleli üstelik, bir gevher misali insanlardı.
Köprü çarpık çurbuk bir geçit yolu kadar köprüydü. Köprünün başından başlayan yokuş, kış oldu mu, kış olimpiyatları yani.
Öbür mahalle çocukları gelirdi. Kaymağa: kızakla, patenle, kayakla, leğen’e binip kayardılar...
Onlarca çocuk cıvıl cıvıl seslerinden önce aşağıya yetişirdi kızaklarıyla.
Kızağı yok.
Kızağın arkasına sürücünün ayağına yapışıp baştan aşağı, ayağı üstünde domuşuk, hep ikinci gelen çocuklar... O ara, at kızağı çıksında, ne verdiyse Allah, asılan asılana çocuklar... Zirveye erdin mi dönmesi kolay; iki ayak, iki iz oluğuna ayağın geçirip buzlanmış zeminden "Fırjjjjjjjjjjj!" inen çocuklar!
Bir hırka katındaydık, site site (titremek) elimizi, kolsuz hırkanın koltuk altından içeri takardık. Üşüdüğümüzden fırtık burundan dudağımızı dar bir PİST’le bağlıyordu.
"Kayabilsek fırtığın üstünde kayacak değin çocuktuk " çocuklar!...
Ardahan bülbül’ü adını biz vermekte; oda almakta beis görmüyordu.
Allahtan Ardahan’a vergili " Kargalar"...
Yokuşta her kış buz çeken öküzleri ayamdan tarassut ettiler. Gördükleri: cıvıl cıvıl çocuk sesleri, kızakla kayakla yarışan çocuklar, gençler... sevinçte ve oyundaydı.
Kargalar, çocukları, bir kız çocuğun patenle kaydığını görüyordu.
Anlamak namına hiç birşey, hiç bir zaman anlamadılar. Çünkü, oyundu bu oyun.
Oyunda amaç yine oyunun kendisidir.
Küçük kızaklar altına balya demiri çektirirdi çocuklar, kızak uçsun. Ki göz göremez kadar gözün önünden geçsin gitsin!
İki kalasa üstten kayış bağlayan ayağını buraya taktı mı ayağını kırsa da yine kayacak imkanı yoktu! İlla ki, zirveden aşağı uçacak, köprüye gelecekti!
Zirveden aldığı fileyi aşağıda sahibine veren genç kurulur da kurulurdu.
" Daha... beş, altı çocuk ardarda zincir gibi dizilip ayaklarına yazdan kalan pilaçları geçirip kaya, kaya inecekler... devrilen mi... uçan mı... ağız üstü kapanan mı?.. Ne ararsan?"
Kargaların yukarıdan bakıp göremedikleri. Kavak ağaçları "Hayat" duvar çeperinden yükselip uluya çıkmıştılar.
Kavaklar, beyaz- baş yaşlı adam taklidi yapan " Dodo dodo gezdiren çocuk kisbetinde." söğütlerde de hâl kalmamış, kış kışlığını, kuş kuşluğunu yapacak illam! Söğütler beyaz karlarla gofret gibi kat kat.
Amma! Güzel kar, beyaz tek renk, monokromatik bir laviden daha güzel, hele bu sulu boyayla ve de mavi ile çalışılmışsa.
Manzara bu idi. Kül döken kadın, buzda yürüyecek kocasının düşüpte bacağını kırmasın diye külden çizgi çizdi. Resmi yol yaptıki herif düşüp kalçasını malçasını kırmasın. Hatt-ı zatinde kırsa da aklı başına gelse diye bir defa, sadece, bir defa düşünmüştü.
Manzara: Kış gününde, yokuştan aşağı inen yolu kar, buz karıktı.
Çocuk, insan eğlentileriyle hayat bulan, hayat veren kışın ve onun sıcağıydı deyip bahsi sıcağın Mal Meydanında limonata satan, içen Ardahanlılara çevirelim.
Ayrıca...
NE DER SEFİL ŞENLİK? Görüp bakalım,
" SİN SEHERDE SEYRE ÇIKIF SITKI GÜZAR KIRMIZI
MÜBAHİ GONCA BEZASLAN ÇİM LALİZER KIRMIZI
YAKUTU AHMER MİSALLİ LEYSE BUSER KIRMIZI
NARINCI GÜLGEZİ ELVAN HER NAKŞİ MÜNAKAŞŞA
TAZE TER EBRÜŞÜM GİBİ TERTER ESER KIRMIZI"
Şeref Taşlıova’nın bir konferansta sorduğu "Şenliğin" bu dizeleri "Eğer kim çözerse? Helal olsun demiştir!"
Yukarıda BÜYÜK ZÜLALİ şunu demeğe getiriyor, en çok ışık, Empresyonistlerin kabul ettikleri üzere TURUNCU renktedir. Claude Monet’in dominant rengiydi, gözdesiydi.
" Karanlık bir yer de deneyin!" diğer renklerden çok turuncu ışıklıdır. Mübarek sanki bir elektirik, gece güneşi adeta. ZÜLALİ BÖYLE BÜYÜK, BÖYLE BİLİMPERVER!
"Deryanın dibine dalınca dalgıç
Karanlıkta yanar sanarsın turunç"
Mal Meydanı öğlen saati sıcaklayan kasketini geri kaldıran, terleyen hararetleyen, parası olan, olmayan herkes içiyordu. Kasketinin tereği kırık, başı açık, hasır foterli çocuk, kanayaklı her kim, limonatayı kana kana içiyordu.
Kim ise " Babasının hayrına " mavi limonata arabasını açık büfe yapmış herkese içirtiyordu. Damacananın büyüklüğüne, iki adam kolları sarsa anca erişirdi. Millet kana içti. Kana kana ben de içtim. Cam sarı, narıncı renkten, birden bire beyaza döndü. Geriye kalan kasanın rengi mavişti, açık mavi desem benzemiyordu. Tam olarak turkuaz gibiydi, az sarı, çok beyaz ile karılmış bir Akdeniz mavisiydi...
Akdeniz Nire !..
Ardahan Nire !..
Baban rahmet amıca içirtdin, susuzluğumuzu geçirtdin, baban ruhuna değsin.
Birlerce herif, kadın, çocuk, erkişi, kanayaklı, ecük, cücük.
" Baban rahmet amıca! Limonata ne tatlıydı. Allah rahmet etsin!
" Sizin de geçmişinize rahmet yeğenim! Birşey değil!"
YALÇINER YILMAZ
24/04/ 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.