HERKES GİBİYİM
Bu gün, şehrin sokaklarında dolaştım, parkın gelecek misafirlerini bekleyen biri bankına oturdum. Bilmiyorum o banka oturan kaçıncı kişiydim. Benden daha önce kaç yorgun insanın dinlediğini herhalde o bank benden daha iyi bilirdi. Ama bunu o kadar önemsedim mi, elbette hayır.
Bir müddet dinlendim ve içimdeki dürtüye bir cevap vermem gerektiğine karar verdim. Evet, bana öyle şeyler söylüyordu ki, birisine kulak tıkasam diğerini duymazdan gelemiyordum. Kimsenin mahrem düşlerine dokunmadan, herkesin gönül dünyasına şöyle bir selam vereyim dedim. Ha bu arada kendimden başkasına varamadım, bunu da ilave edeyim. İnsan kendisinden başkası olamaz elbet. Ama kısa bir süreliğine ötekileşebilir. Ben de öyle yapmaya karar verdim.
Etrafımda o kadar çok insan vardı ki, hangisi olacağıma bir türlü karar veremedim. Öyle ki, her göz dünyaya başka bakıyordu. Her omuzun üstünde farklı bir baş, her başta farklı bakan gözler, benim bu hevesimin de tekerinin önüne taş koydu.
Gerçekten, her omuzun üstünde bir baş vardı ve bu her baş bir dünya kadardı. Kendi dünyamı bile tam olarak keşfedemeyen ben, bir başkasının dünyasında ne bulacaktım, varın siz düşünün.
Her göz, kendi dünyasına açılan bir pencereydi. Oradan görülen dünya ise sadece o pencereden bakanlar içindi. Yığınla kafa ve bu kafalar kadar dünya, dünyalar arasında kendisini görebileceği bir başka dünya arıyorlardı. Aslında bu arama insanın kendisine hasretinin bir eseriydi. Ve dünyada ne kadar çok kendisini arayan varmış? Ve dünyada ne kadar çok kendisini kaybeden divane varmış? Şaşırdım. Ve ben bu divaneler dünyasında, şizofren düşler görmeye çalışan şaşkın... Yoksa sadece ben miydim kendi deliliği içinde akıl arayan ve ya sadece ben miydim bu resmi gören bilmiyordum.
Yemyeşil çimler, aralarına serpiştirilmiş rengarenk güller, çiçekler ve ne zamandan beridir olduğu yerde, bir taraftan altından gelip geçen insanların hallerine şahitlik eden ve egzoz dumanları yetmiyormuş gibi bir de insanların kirletilmiş ayaklarıyla kaldırdıkları tozları üstlerine sürmüş çınar ağaçları... işte bu manzara içine gülüşünün ne kadar yakıştığının farkında olmayan körler sürüsü içinde ben... İşte bu benim! Mutluluğu yaşarken farkında olmayan ve onu başka yerlerde arayan şaşkın... Benim olmayan hayatlara değer yüklemeye çalışan...
Neyse diyorum boş ver bunları. Nasıl olsa kim beni onları gördüğüm gibi görmüyordu. Güz mevsimi malum, yapraklar da iyice sararmaya başlamış. Dalında sallanan çınar yaprağı, altından geçen her dünyanın farklı mizacına şahitlik ettiği için, kafası karışmış olmalı ki rengini bile karıştırmış, sarı desem değil, yeşil desem o da değil...
İçimdeki şizofren dürtü yeniden isyana geçiyor. Haydi diyor, haydi yine kirlettin bembeyaz sayaları. Kalem içini kusarken kağıda, sen de kendini yazıyorsun, çınar yaprağının bilmem kaçıncı kuşaktan akrabası olan kağıda...
Biraz ilerideki havuzun fıskiyeleri yine raks ediyor ve bağırasım geliyor "Boşuna uğraşma fıskiye, içimdeki gürültüyü bastıramazsın ve hayattan kam aldığını sanan insanların şen şakrak çağıldayışını..."
Boş ver diyorum tekrar, bak sana binlerce dünya binmişler dünyanın sırtına gidiyorlar. Kalk ve sen de karış aralarına. Bu günde nefes alabiliyorsun ya, haline şükret, bak sen bile görmek istediğin gibi görüyorsun hayatı, yani sen de herkes gibisin... Kabul ediyorum, ben de herkes gibiyim...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.