- 862 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
LASTİK
Hoca kapıda belirdiğinde sınıfta gürültü devam ediyordu. Açık olan pencerelerden gelen rüzgâr, kapıdan çıkarak okulun orta boşluğuna doğru giderken, hocanın saçları dalgalanıyor. Rüzgârla birlikte gelen çiçek kokuları burnumuza çarpıyordu. Hoca iki elini havaya kaldırmış susun işaretiyle içeri girdi. Yüzü her zamanki gibi gülüyordu. Zaten hocayı hiç asık suratlı görmemiştik. Eskimiş masanın, eskimiş sandalyesine dikkatle oturdu. Sandalyeden yine o bildik gıcırtı sesi geldi. Hocanın birkaç defa sandalyeden düşeceğim korkusu yaşadığını biliyorduk. Sağ elinde bir şey vardı. Parmakları arasında dolaştırıyordu. Dikkatle bakınca ince ve kalın olmayan orta kalınlıkta bir lastik vardı. Lastik etrafı beyaz iplikle örülenlerdi. Yani lastiğin dışı örgüyle kaplanmıştı. Hoca gözlerindeki sevecen bakışla,
- Çocuklar bugün nasılsınız?
Dedi. Sınıftan uğultu halinde “iyiyiz, sağ olun hocam” sesleri yükselirken, yüzündeki gülümseme hınzırca gülüşe dönüşmüştü. Kafasını sallayarak,
- Maşallah! İyisiniz, iyisiniz…
Dedi ve ayağa kalktı. Sıralar arasında dolaşmaya başladı. Dolaşırken gözlerimizin içine bakıyor. Dikkatlerimizi üzerine topluyordu. Kapı tarafından uğultular gelmeye başladı. Sanki holde karışıklıklar vardı. Hoca dikkatimizin dağıldığını anlayınca hızlıca kapıya yöneldi. Kapıyı açtı. Hole doğru bağırdı.
- Girin sınıfınıza keratalar. Niye gürültü yapıyorsunuz?
Diye gür sesiyle bağırdı. Hocanın bu kadar sert, katı, gür sesli olduğunu bilmiyorduk. Bağırırken sevecen yüzü kararmış. Boğazı şişmişti. Sonra hızla sanki çarparak kapıyı kapattı. Kapı açıldığında pencerede gelen rüzgâr tekrar sınıftan hızla geçerek kapıdan hole uçuvermişti. Hoca kapıyı kapattıktan sonra rüzgârdan rahatsız olduğunu belirtircesine,
- Pencereleri kapatın çocuklar!
Dedi. Sonra tam karşımıza gelerek yüzü bize dönük sıraların önünde durdu. Sanki bir şey söyleyecekmiş gibiydi. Sınıf olarak hocanın değişik çıkışlarına alışkındık. Onun her değişik çıkışının bize birçok şey kattığını da biliyorduk. Ama bugünkü hali hem sevindirmiş hem şaşırtmıştı. Demek ki hocamız bütün sevecenliğine rağmen, istediği anda en sert hoca olabilirdi. Üstelik şiddette uygulayabilirdi. Şaşkınlık içinde birbirimize bakıyorduk. Hoca sağ elinin parmakları arasındaki lastiği eline aldı. Bize doğru lastiği gösterirken gözlerimizdeki şaşkınlığı okumuş olacaktı ki,
- Ne o arkadaşlar şaşkın bakışlardasınız. Yoksa biraz evvel gürültü yapanlara bağırışım mı sizi etkiledi? Bakın arkadaşlar, ben kolay kolay sinirlenmem. Ancak böyle başıboş saygısız bir şekilde herkes derste iken gürültü yapanlara da asla izin vermem. Benim için, özgürlük kadar, saygı da önemlidir. Kimse özgürce hareket ederken, başkalarına saygısızlık edemez. Ben özgürlüğe tarafım ama saygısızlığa asla. Sevgi önemlidir ama zorla hissedilmez. Ama saygı öyle değildir. İçinden saygı duymak gelmese de, saygı duymasını öğrenirsin. Biz öğretmenler olarak kimsenin kalbine sevgimizi zorla koyamayız. Fakat gerekirse zorla saygı duymasını öğretiriz.
Bu sefer gerçekten şaşırmıştık. Şeker gibi adam, gerekirse zorla saygı duymasını öğretiriz diyor. Yani baskı yapacak. Gerekirse şiddet uygulayacak. Şaşkınlığımız bir kat daha arttı. Sınıfta çıt çıkmıyordu. Çünkü hocanın tavrı beklemediğimiz bir şeydi. Hoca şaşkınlığımızın arttığını görünce,
- Arkadaşlar ne o? Şaşkınlığınız gittikçe artıyor. Yoksa benden ummuyor muydunuz? Unutmayın ben de bir öğretmenim. Sizinle sınıf olarak çok güzel iletişimimiz var. Onun için söylediklerimi üzerinize alınmayın. (gülümseyerek) Neyse boş verin bunları. Bugün size önemli bazı şeyler öğreteceğim. Onun için olanları unutun. Tamam mı?
Tamam değildi ama tamam dercesine başımızı salladık. Ufak tefek cılızca tamam sesleri de çıkaran oldu. Hoca ilk girişteki sempatikliği, güler yüzlülüğüne döndü ve;
- Arkadaşlar bu ne?
- Lastik hocam.
Diye hep birlikte sesimizi yükselttik.
- Yanlışınız var. Bu lastik değil.
- Lastik işte hocam… Bizi niye kandırmaya çalışıyorsunuz?
Diye sınıftan birkaç ses yükseldi.
- Sizi kandırmıyorum. Bu lastik değil. Elimdeki, sizin tarihiniz, sizin hayatınız.
Doğrusu meraklanmıştık. Hayretle hocanın yüzüne bakıyorduk. Sınıftan “nasıl olur hocam” sesleri yükseliyordu. Hoca hiçbir şey demedi. Önde oturan Ömer’i yanına çağırdı. Ömer hocanın yanına gidince cebinden siyah bir kalem çıkardı. Ömer’in eline verdi. Sonra bize döndü. Elindeki lastiği uzatabildiği kadar iki eliyle uzatarak…
- Arkadaşlar bu uzamış lastik ne biliyor musunuz?
Dedi. Sınıftan hayır sesleri yükselince,
- Arkadaşlar bu sizin hayatınız. Uzamış lastik sizin hayatınız. (Sonra Ömer’e) Ömer, şimdi elimdeki lastiğe bir santim aralıklarla çizikler at. Ama çizikleri lastiğin çevresinde döndürerek tamamla. Yani çizikler lastiğe geçirilmiş siyah halkalar gibi olsun.
Dedi. Ömer elindeki siyah mürekkepli kalemle hocanın tarif ettiği gibi, bir santim aralıklı çizikler attı. Ömer işini bitirince Hoca uzattığı lastiği bırakarak eski haline getirdi. İki eliyle yere paralel tuttu ve bize lastiği göstererek,
- Arkadaşlar şimdi elimdeki bu lastik ne biliyor musunuz?
Dedi. Yine sınıfımızdan hayır sesleri yükseldi.
- Arkadaşlar şu an elimde üzeri halkalar halinde çizilmiş lastik sizin tarihiniz. Şimdi sorularıma cevap verin. Uzattığım lastiğin rengi neydi?
- (Hep birlikte) Beyazdı, (dedik)
- Peki, şimdiki rengi ne?
- Gri hocam, (diye seslendik)
- İşte çocuklar, sizin hayatınız beyaz, tarihiniz gridir. Peki, gri beyaz mıdır?
- Hayır hocam. (Sesleri sınıftan yükseldi)
- Peki, o zaman tarih hayatınız mıdır?
Şaşırdık. Tarihimiz hayatımız değil miydi? Kafamız karışmış birbirimize bakıyorduk.
- Şaşırdınız değil mi çocuklar? Evet! Sustuğunuza göre şaşırdınız. Tarih gridir. Beyaz değildir. Sizin hayatınız beyazdı. Yani; her şeyi ile ortadaydı. Ama tarih gridir. Grilik beyazları örtmüştür. Yani hayatı örtmüştür. Peki çocuklar. Ben arkadaşınız Ömer’e siyah kalem verdim. Lastik Gri oldu. Kırmızı kalem verseydim ne olacaktı?
- Pembe hocam
- Mavi kalem verseydim.
- Açık mavi hocam
- Yeşil kalem verseydim.
- Açık yeşil hocam…
- Yani çocuklar. Biz çizikleri hangi renkle çizmişsek, beyaz olan hayat onunla renkleniyor değil mi?
- Evet hocam
- Peki çocuklar. Kalem rengini seçmek insana özgüdür değil mi? Yani insan istediği rengi seçebilir mi?
- Evet hocam.
- Şimdi size şöyle desem ne dersiniz? Her insan kendi rengiyle, yani kendi düşüncesiyle hayata dair kendi çiziklerini atarak kendi tarihini oluşturur. Böyle bir cümle yanlış olur mu?
- Hayır hocam.
- İşte çocuklar. Tarihler görecelidir. Yani; hayattan not alıp, hayata çizik atanlara göre renklenir. Dolayısıyla tarih, hayat gibi beyaz, yalın değildir. Her tarih, yazanların rengiyle boyanmış, lekelenmiş bir objedir. Hayatın kendisini yansıtmaz. Yani tarih okuyarak, okuduğunuz zamanın yaşamını anlayamazsınız.
- Peki, hocam, o zaman tarihi niçin okuyoruz? Mademki okuduğumuz tarihle, tarihi notları alınan hayatı anlayamayacağız. Neden bize tarih okutuyorlar?
- Çocuklar, tarihi okutuyorlar ama okuttukları tarih ile hayatı okumasını öğretmiyorlar. Ne yazık ki, bu noktada en büyük çelişki yaşanıyor.
- Hocam. O zaman tarihi okumayalım.
- Yok, okuyun çocuklar. Söylenilenlerin tam tersine en çok tarih okuyun. Şimdi anlatacaklarımı daha dikkatle dinleyin.
Sonra gülerek yine bize bakmaya başladı. Elindeki lastiği yine uzatabildiği kadar uzattı.
- Çocuklar şimdi lastiğin rengi ne?
- Beyaz hocam.
- Gördünüz mü çocuklar? Lastiği aralayınca çizdiğimiz çizgilerin arasındaki birer santimler ortaya çıktı. Çizgilerin inceliği birer santimlik sahada kayboldu. Şimdi size bir soru… Tarihçiler ileride tarih oluşturmak için hayatın nelerini not alırlar? Yani nelerini çizerler? Önemli olayları değil mi? Yani hayat içinde meydana gelen olağanüstü olayları değil mi?
- Evet hocam
- Hâlbuki çocuklar biz hayatı genelde sıradan olaylarla yaşarız. Önemli olaylar bizim ana rengimiz değildir. Bizim ana rengimiz beyazdır. Olağanüstü olaylar ise renkli olanlardır. Kimi Siyah, kimi mavi, kimi yeşil, kimi kırmızıdır. Mesela; benim için özgürlük mücadelesinin rengi mavidir. Ama özgürlük mücadelesi verdiğim taraf için, yani bize baskı yapan, şiddet uygulayan için bizim mücadelemiz siyah veya kırmızıdır. Bunu anladınız mı çocuklar?
- Evet hocam
- Şimdi çocuklar. Hangi tarihi okursanız okuyun. Benim lastiği tekrar uzattığım gibi, siz de tarihi bilgilerin not alındığı konuları, hayatın gerçekleriyle, akılcı, bilimsel olarak uzatın. Unutmayın ki, çağ ne olursa olsun insanların hayatla ilgili temel dinamikleri değişmez. Yaşam insan, doğa, Tanrı ilişkilerinden ibarettir. Eğer siz bu gerçekler ile hayatı algılarsanız, alınan tarihi notları uzattığınız zaman hayatın kendisini göreceksiniz. Her tarihi olay; tarihi yazanın rengiyle örttüğü, asıl rengi beyaz olan bir hayat vardır. Sizler o rengi açın, altındaki hayatı okumaya çalışın. Böyle yaparsanız, okuduğunuz tarihten hayatı da okursunuz. Tarihi bilgilere takılmayın. Tarihi bilgileri oluşturan olayları, hayatı düşünün. Hayatın içine girin. Tarihi notlarla oyalanmayın. Sadece tarih okuyan hiçbir şey kazanamaz. Ama okuduğu tarihi açarak, tarihi notlarla gizlenen, yazanların rengiyle renklenen, beyaz hayatı anladığınız gün okumalarınızın faydası olacaktır. Şimdi bu anlattıklarımdan giderek size tarihi bir bilgi vereyim. Anadolu işgal edildiğinde, birçok bölgemizde efelerimiz düşmanla savaştı.
İçimizde soru sormaya meraklı Murat hemen söze karıştı. Zaten onun huyu hep böyleydi. Konuşmanın bitmesini bile beklemezdi. Hoca konuşmasının kesilmesine kızmadı. Dikkatle Murat’ın sorusunu dinlemeye başladı.
- Hocam size bir soru. Efeler Anadolu işgal edildiğinde mi dağlara çıktı. Yoksa işgal olmadan mı?
- Niye sordun Murat?
- Ona göre hayatı okumaya başlayacağım hocam.
Hoca kafasını salladı.
- Çocuklar sizde Murat’ın sorduğu soruya, verdiği cevaba katılıyor musunuz?
Hep birlikte evet dedik. Hoca;
- Anladığınız için teşekkür ediyorum çocuklar.
Dedi ve arkasına dönerek hızlıca tahtaya gitti. Tebeşiri alarak kara tahtanın ortasına kocaman bir şekilde LASTİK yazdı. Sonra bize dönerek…
- Çocuklar! Herkes kendine tarihi bir not alsın. Sadece o tarihi notun altındaki hayatı, an az on sayfa olacak şekilde anlatsın. Bu görev gelecek hafta yapacağım yazılı sınav yerine geçecek.
- Ne yani hocam yazılı olmayacak mıyız?
- Sınav başladı çocuklar.
Zil çalmamıştı ama hoca muzip bir şekilde bize bakarak kapıya yöneldi. Umursamadan çıkıp gitti. Birbirimize bakakaldık. Hâlbuki dersin bitmesine daha on dakika vardı.