- 3199 Okunma
- 13 Yorum
- 1 Beğeni
AFFET BABA!
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
2003 yılı Aralık ayının son günleriydi… Herkeste ayrı bir heyecan bir alış veriş telaşı bir koşuşturmacadır yaşanırken, ülkenin birçok yerinde de yoğun bir kar yağışı başlamıştı. Aslında bu karlı hava, yeni yıl ruhuna ayrı bir hava katıyordu bazıları için. Aslan’ın hediyelik mağazasının müşteri trafiği de yeni yılın yaklaşması sebebiyle oldukça artmış ve kafasını kaşıyamaz bir hale gelmişti neredeyse.
Satışların güzel oluşu keyif vericiydi, ancak birçok konuda söz sahibi tek kişi olması nedeniyle herkesten çok koşturuyor ve herkesten çok yorulan da o oluyor akşam eve gittiğinde, başını yastığıyla buluşturmaktan gayri bir düşünce kalmıyordu aklında. Yine böyle yoğun bir koşturmaca günündeyken çaldı cep telefonu. Yumuşak bir ses tonuyla konuşan kişi;
-Aslan Bey siz misiniz? Diye sordu.
-Evet benim!
-Ali Yılmaz neyiniz olur?
Genç adam bir an durakladı. Babasını soruyordu telefondaki ses.
-Ali Bey babam olur da siz kimsiniz?
Eskişehir SSK hastanesinin bir hemşiresi olduğunu söyledi kadın. Babasının bir kaza geçirdiğini, bir haftadır hastanelerinde yatmakta olduğunu ve kendisine ancak ulaşabildiklerini söylüyordu.
-“Nasıl olabilir? Babam Bursa da benim” dedi, “ Eskişehir’de ne işi varmış ki? İlk şaşkınlığını attıktan sonra da ikinci soruyu yöneltti. “Bir haftadır mı orada? Babam olduğundan emin misiniz?”
Hemşire derin bir iç geçirdikten sonra, tane tane konuşmasını sürdürdü.
-“Beyefendi, burada Ali Yılmaz isminde yoğun bakımda yatan bir hastamız var “dedi, “Hüviyetinden yola çıkarak yapılan aramayla size ulaştık. Şüphedeyseniz eğer siz önce bir babanızın nerede olduğunu araştırın o zaman! “ dedi ve hastanenin telefon ve adresini, bahse konu hastanın kaldığı odanın numarasını söyleyip telefonu kapattı.
10 yıl önce annesinin vefat etmesinden sonra sık sık iş seyahati için gittiği Bursa’ya yerleşmişti babası. Çünkü seviyordu bu şehri ve kendine birçok da dost edinmişti. Genç adam telefonda yapılan bu konuşma üzerine, hemen babasının cep telefonunu tuşladı. Otomatik kayıt, kapsama alanı dışında olduğunu söylüyordu. Bu kez evinin telefonunu çevirdi, bir süre çalmasına rağmen ondan da bir yanıt alamayınca, garip bir sıkıntı gelip yüreğine çöreklendi.
Kaydettiği numaradan hemen hastaneyi geri aradı. Orada yatan adam gerçekten babası olabilirdi. Santral ilgili bölüme bağladığında “Hastanız kendine ancak geldi ve sizin numaranızı söyleyebildi” dediler. Üstelik durumu da çok ciddiymiş. Aslan bunu duyar duymaz, dükkânı yardımcılarına emanet ederek, hemen kendini otobüs terminaline attı. Zira bu kafayla ve bu kötü hava şartlarında kendi aracıyla yola çıkmayı göze alamamıştı. İzmir de durum o kadar kötü değildi ancak civar illerde yolların kardan kapanmış olduğunu birçok otobüs seferinin de bu yüzden iptal edildiğini öğrenmesi çok canını sıkmıştı. Gideceği bir otobüs ayarlayamayınca, çaresiz trenle gitmeye karar verdi.
Kara tren rayların üzerinde kayarak yola koyulalı epeyce olmuştu. Genç adam bir yandan kompartıman camından, lapa lapa yağan karın, beyaz bir örtü gibi etrafı kaplayışını hayranlıkla izliyorken, aklında da türlü düşünceler geçiyordu. Bir ara her bir kar tanesinin, birbirlerine çarpmadan yeryüzüne indiği aklına gelince gülümsedi. “Ama bazen de bu doğal güzellik, insanlık için nasıl da bir eziyet haline gelebiliyor” diye iç geçirdi.
***
Trenden iner inmez, bir taksiye atladığı gibi SSK Hastanesinde aldı soluğu. Hastanız burada diye gösterilen odanın kapısı açıldığında, birkaç kişinin yattığı koğuş misali bir odada buldu kıymetli babasını. Gördüğü manzara karşısında donup kalmıştı. Çünkü Ali Bey tam kapının karşısında duran bir yatakta üzerinde hala kanlı giysileri ve sakalları uzamış bir şekilde, kimsesiz garibanlar gibi gözleri kapalı öylece yatıyordu.
Elini yumruk yapıp ağzına tıkadı. Bağırıp diğer hastaları rahatsız etmemek için dişlerini sıkıyordu. Daha fazla orada duramayıp kendini dışarı attı ve karşısına çıkan ilk hemşire de onun bu öfkeli halinden nasibini aldı. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu, ellerini havada sallarken ses tonunun hâkimiyetini kaybetmişti adeta.
-Nasıl bir hastane burası ya! Bir haftadır burada yatmakta olan bir yaralı var ve kanlı giysileri hala üzerinde durmakta! diye bağırdı. " Nasıl bir saçmalıktır bu! Biri bana açıklasın!”
Bütün vücudu üzüntüden ve sinirden tir tir titriyordu genç adamın. Hemşire, hemen masanın arkasından çıkıp yanına geldi.
-Beyefendi, dedi. Hastanede olduğunuzu unuttunuz galiba. Böyle bağıramazsınız. Lütfen ama!
-Size Lütfen ama! Ben nerede olduğumu gayet iyi biliyorum da siz bir hastaya nasıl bakılması gerektiğini bilmiyorsunuz herhalde?
Hemşire, işaret parmağını dudağına dayayıp sus işareti yaptıktan sonra, Aslan’ın kireç gibi beyazlaşmış yüzünü görünce yanına gelip yavaşça kolundan tuttu.
-“Lütfen sakin olur musunuz Beyefendi? Bakın renginiz de bembeyaz olmuş, gelin bir tansiyonunuza bakalım!”
-“İstemez” dedi, Aslan “Gerek yok tansiyonuma falan bakılmasına!”
O da bir hastanede böyle bağırmaması gerektiğinin farkındaydı, ama gördüğü manzara çıldırtmıştı genç adamı. Hemşire onun dik dik bakışları karşısında elini kolundan çekti ve babasının durumu hakkında ona izahat vermeye çalıştı.
Bir hafta önce, Eskişehir Bozüyük de buzlanma ile kayganlaşan yoldan çıkan bir yolcu otobüsü Porsuk çayına düşmüştü. Babası da işte bu otobüs içinde ağır yaralanan 17 yolcusundan biri olarak Eskişehir SSK Hastanesine getirilmişti. Kaburga kemiklerinde ve kaval kemiklerinde ciddi kırıklar varmış. Bilinci kapalı olduğu için kendine gelene kadar kime haber vereceklerini bilememişler. Tabi hasta yakını olarak yanında kimse olmadığı için de böyle ilgisiz kalmış.
Hemşire konuştukça kahroluyordu genç adam. Nasıl olmuştu da böyle ciddi bir haberi duymamış, okumamıştı. Yeni gelen yıl yüzünden işlere öyle kaptırmıştı ki kendini, babacığını ihmal etmişti. Hemşire üzgün bir ifadeyle konuşmasını bitirirken, hastanenin oldukça dolu olması sebebiyle her hastayla gerektiği gibi ilgilenemediklerini de izah ettikten sonra Aslan’ın eline, alıp getirmesi için gereken ihtiyaçların bir listesini tutuşturdu.
- “Pijama ve birkaç adet iç çamaşırı da alıp gelirseniz hemen babanızın üzerini değiştirilmesini sağlarım.”
Genç adam biraz sakinlemişti. Zaten artık olan olmuştu, bağırıp çağırmakla neyi değişecekti ki? Elinde liste, alış veriş yapmak üzere koşturarak hastaneden çıkıp gitti.
***
Ali Bey bir saat sonra yatağında, bu kez üzerinde oğlunun getirdiği yakaları lacivert biyeli mavi pijamaları, eli yüzü temizlenmiş bir şekilde yatmaktaydı. Oğlunun gelip onu bulmuş olmasından da çok mutlu olmuş, hatta ağrılarını bile unutmuştu. Aslan, bir sandalye çekip yanına oturmadan onun serum iğnesi takılı kolunu hafifçe kaldırıp elini öptü.
-“Affet beni babacığım ne olur; işlere dalıp seni ihmal ettiğim için inan çok üzgünüm.”
Ali Bey oğlunun kendisine ne kadar düşkün ve hayırlı bir evlat olduğunu, bugüne kadar bir gün dahi saygıda kusur etmemiş olduğunu gayet iyi biliyordu. Çok çalışıp yorulduğunu da… Üzüntüden çökmüş avurtlarına bakarken bu karda kışta yola çıkmakla esas kendisinin hatalı olduğunu söyleyerek, onu biraz olsun rahatlatmak istedi. Uşak’da yaşayan torunlarını çok özlemiş olduğunu, yılbaşını onlarla kutlamak isteyince, aldığı hediyeler bavulunda, sürpriz yapmak hevesiyle kötü havayı hesaba katmayıp düşüncesizlik yaptığını tekrarlayıp duruyordu. Hasretliğini çektiği biri kız diğeri erkek olan torunu da Aslan’ın ayrıldığı eşindendi.
Öyle halsizdi ki eli oğlunun avuçlarında konuşması biter bitmez yeniden derinlere dalıp gitti. Bir süre sonra tekrar gözlerini açtığında, Aslan’ı hala yanı başındaki sandalye de oturur görünce sevinçle gülümsedi. O, uyurken Aslan başucundaki komodin üzerine içi su dolu bir kap bırakmıştı. Hemen ayaklanıp;
-“Müsaadenizle Ali Beycim dedi, şimdi sıra sakalların ardındaki o nur yüzü ortaya çıkartmakta!”
Yerinden pek kıpırdatmamaya ve bir yerini ağrıtmamaya gayret ederek babasını bir güzel kendi elleriyle tıraş etti. Ali Bey öyle mutluydu ve öyle duygulanmıştı ki, yanaklarından inci gibi yaşlar dökülürken;
-“ Canım oğlum benim, dedi.... Seni bir daha göremeyeceğim, burada kendi başıma ölüp gideceğim diye çok korkmuştum.”
Aslan’ın da gözleri dolu doluydu, ama onu daha fazla üzmemek için kendini tutuyordu. Tıraşı bitirip Ali Beyin yüzünü havluyla kuruladıktan sonra eğilip iki yanağına birer öpücük kondurdu. Biliyordu ki bir hasta için en iyi ilaç moraldi. Sevgi, ilgi kadar onların morale de ihtiyacı vardı.
-“Şükürler olsun seni bize bağışladı yaratan babam!” dedi. “Çarçabuk iyileşeceksin ve buradan birlikte yürüyerek çıkıp gideceğiz, sen hiç merak etme!
***
YORUMLAR
Tren penceresinden gökyüzüne bakan gözlerin, takıp ettiği her bir kar tanesinin, yere düşmeden kendisine sorduğu soruların çıplak gözlerini yakması, ve hiçbir soruya cevap veremeyecek durumunu akıl-duygu kavgasıyla yatıştırmaya kalması…
İnsanın damarlarında dolaşan kanın asıl sahipleri, hem ana hem de baba ! Ve her ikisine duyulan sevgi, damarlarımızdaki kanın, vücudumuzu istila etmesi gibidir.
Bir babanın göz yaşları, bir ananın göz yaşlarından farksızdır. Onların değerini yaşarken onlara hissettirmek, onların dünyasına sunulabilecek en güzel hediye değil mi?
Bütün babalar, bütün analar gönlümüzün en değerli efendileridir.
Güzel yazınız için teşekkürler
Saygılar,sevgiler
Billur T. Phelps
Anne babamız, dünyaya geliş sebebimiz. Ne olursa olsun minnettarlığımız hiç bitemez. Hiç bir bahane ile onlar ihmal edilmemeli.Ama oluyor bazen işte. O zaman da son pişmanlık fayda etmiyor.
Ziyaretinize ve güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
Sevgiler,
Billur T. Phelps
Çok teşekkür ederim Emine'cim.
İçten, gönülden sevgilerimle,
:)
Billur T. Phelps
Anne babamızın, sevdiklerimiz söz konusu olduğu hikayeler
hele ki içinde hüzün barındırıyorsa gözyaşları tutamaz kendini.
Ben bile yazarken ağladım desem :(
KalbiHazan
Gerçekten çok güzel, çok duygulandırıcı bir hikaye.
Çok da güzel kaleme alınmış,
hoş bir akıcılıkla sunulmuş okuyucuya.
hem konusu güzeldi,
hem de anlarımı.
Çok beğendim.
Güne seçilmeli diye geçirirken içimden,
gittim baktım, zaten layık olduğu yere taşınmış yetkililerce.
Güzeldi.
Billur T. Phelps
Zaman ayırıp okumanıza ve değerli yorumunuza
çok teşekkür ederim.
Sevgiler,
Aslan bey onca tafrasına rağmen komik, hatta acınası...Daha öykünün başında elindeki kocaman çuvaldızla insanları kovalamakta...Oysa, bir iğne hem de en ince olanını batırsa kendine utancından başını kaldıramayacak, düştüğü hatta haklı olduğunu düşündüğü savrulmalardan nedamet duyacaktı.
Neyse ki hayatın anlattıklarını anlayacak merhametteymiş ki onu affedip, peşinde babasını kovalamaya razı olduk.
Kaleminize de yüreğinize de sağlık efendim...
Billur T. Phelps
Gönlümüz elbette hiç kimsenin hiç bir nedenle aile büyüklerini geri plana atmaması. Sonradan keşkelere sarılmanın bir anlamı yok çünkü.
Ama hiç bir şey göründüğü gibi değil yani kimse kimsenin yaşadığını tam olarak bilemez ki!
Ziyaretinize çok teşekkürler,
Oysa, bir bayram sabahı penceredeki bekleyiştir onlar..
Yorgun ayaklarıyla, sizi büyüten o eve dönerken, elindeki fileye değil, hala ve yalnız hala size dair derin düşüncelerde olandır onlar..
Yoğunluğunuzu ileri sürerek, geri arama sözüyle kapattığınız telefonun ucundaki hoşgörü.. aramayı unuttuğunuzda, yürekteki bir hazin suskunluktur onlar..
Sonra bir gün, emr-i Hak vaki olur ve onlar giderler ..
Bütün gecikmiş pişmanlıklarınıza ve ayıramadığınız vakitlere geçit vermeyen bir kapının arkasındadırlar artık.. Ezberinize işlenmiş bir beste, nota nota çözülüp dağılır, çocukluk şarkınız susar..
Bütün keşkeler bir özlemin içine toplanıp başlarını yere eğerler.. Siz, artık kimsenin Aslan oğlu ya da kızı değilsinizdir.. Ve gözleriniz gayr-i ihtiyari, oyuncaklarıyla neşe içinde oynayan evladınıza takılır..
---------------------
Hikayenizin endişe, telaş ve hüzünle başlayan satırları neyse ki mutsuz sonla bitmedi. Ama o ihtimal bir yerlerde hep var değil mi?
Gerçekçi duyguları birebir hissettiren sürükleyici cümlelerinizi okumak keyifti... Çok güzeldi.
Yakışan kurdelenizi de ayrıca kutlarım..
Kaleminize, yüreğinize sağlık..
Billur T. Phelps
Anne babalarımız, aile büyüklerimiz bizlerin kıymetlileri. Ama bazen yaşarken tam hakkını veremiyoruz sanırım ve gerektiği gösteremiyoruz sevgimizi.
Onların yokluğunu yakın bir zamanda tadan biri olarak çok fazla keşkelerim olmasa da, zaman zaman aklıma gelen hatıralarda içinde pişmanlık hissi verenler de olmuyor değil.
Ziyaretinize ve güzel yorumunuza çok teşekkür ederim.
Sevgiler,
Bu yaşanmış gerçek bir hikayedir.
Değer bulup okuyan, yorumlarıyla, katkıda bulunan ve kırmızı kurdeleyle sayfamı süsleyen, seçici kurula çok teşekkürler.
Billur T. Phelps tarafından 11/8/2014 12:13:42 AM zamanında düzenlenmiştir.
Billur T. Phelps
Öyle kafes içinde falan oturmaz kerata. Özellikle de ben bilgisayarda iken ya gelir üzerine oturur ya da bir aşağı bir yukarı hoplayarak tuşların üzerine iner.
Bir arkadaşımın yorumunun altına yazarken mesaj kutusunun yerini değiştirmiş ve baktım ki ben ona verdiğim cevabı buraya aktarmışım onun yüzünden. Ben yorumu gerekli yere taşıdım taşımasına da, burası boş kalmasın diye de Vegasın marifeti olduğunu izah edeyim istedim :)
Emine UYSAL (EMİNE45)
Edebiyat hocası olacak yakında kerata :)
Billur T. Phelps
Aynen arkadaşım. Bir çok hatayı da o yaptırıyor bana. Zırt -pırt tuşların üzerine basrak. Ama onun özgürce dolaşmasını seviyorum ben. Kendi istediğinde gidiyor kafesine zaten. Örneğin, acıktığında, uykusu geldiğinde. Yani o da biliyor yerini... E! daha ne olsun dimi :)
Merhaba Sevgili Billur, hepimizin ders alacağı bir öyküyü paylaştığınız için sizi öncelikle kutlarım.
Hangimiz dünya telaşesine kapılıp yapmamız gereken gerçek görevlerimizi unutmuyoruz ki, Aslan da işlerinin yoğunluğundan babasını arayamadı ama suçu zavallı hemşireye atmakta gecikmedi :(
Beğenerek okuduğum güzel bir yazı, bir kez hada tebrik ederim
sevgilerimle.
Billur T. Phelps
Bazen hayatın çarkları arasında sıkışıp kalıyor insanlar ve
ister istemez önceliklerinde de bir değişme oluyor.
Ama hiç bir şey anne babanın önüne geçmemeli değil mi?
Sevgiler,
"Dostum, Dostum...Güzel dostum..."
Ben hiç ama hiç beğenmedim bu yazıyı...
Hem üşürken hem hastayken salya sümük en çok da morale ihtiyacım varken helede. Az üzülürken biraz da büzüşürken bir öykünün cümle kenarlarında...ne bileyim işte düşünmek yoruyor, kar zamanı yollara çıkmak gibi...zordur bir babayı yatakta tıraş etmek, oğul oğul vermiş yürekte minnet ve keşke her evlat ahtevefa olsa.Yaşam canlı canlı akarken yanımızda.Değerini ölmeden önce bilmeli her nesnenin...
Ben hiç ama hiç sevmedim bu yazıyı... Sevmiyorum işte tüm hastaneleri...
Ama her şeye bir kenara seni okumak ne güzel dostum...
Teşekkürler ey güzel cümleler...
Her daim İYİ Kİ VARSIN....
Billur T. Phelps
Geçmiş olsun! Şu sıralar tam hastalık havası..
Evet büyüklerimizin yaşarken kıymeti bilinmeli...
Hep söyler dururuz da yeri gelir sözünde duramayız
sonrada o keşkeler bırakmaz yakamızı.
Teşekkürler ve sevgiler,
Billur T. Phelps
Çok teşekkür ederim.
Hayatta evlatları varken Allah hiç bir ana babayı madur
durumda bırakmasın.
Sevgiler,
su gibi akıp giden içine çeken ibret verici bir hikaye özlemişim yazılarını kutluyorum saygı sevgilerimle...çok çok güzeldi.
Billur T. Phelps
Sevgili Gülayşe,
Ben den de sana çokc sevgiler. Özlendiğimi bilmek de ayrıca çok güzel.
Sağ ol, var ol..
Sevgili Billur, işten yarım saatliğine başımı kaldırayım dediğim şu dakikada öyküne rastlamam ne iyi oldu. Edebiyat bu ya. Keyif vermeli, mutlu etmeli. Hüzünlendiriyor mu evet, ağlatıyor mu evet, güldürüyor mu, düşündürüyor mu evet. Ama bunların hepsi bir bütün haline gelip keyifli bir okumaya dönüşüyor. Şu an olduğu gibi.
Bu arada kar taneciklerinin birbirlerine değmediği bilimsel bir gerçek :) Düşünsene, maazallah eğer birbirlerine değselerdi, tepemize minicik taneler değil, tonluk kütleler halinde dökülürlerdi. Zaten doğanın dengesi bu kadar muazzam olmasaydı dünya karmaşadan yaşanmaz bir hal alırdı. Biz insanlar bu dengeye çomak soktuk gerçi. O da başka bir mesele...
Seni gördüğüme, okuduğuma sevindim sevgili Billur.
Kutluyorum. Sevgilerimle.
Billur T. Phelps
Güzel bir hatırlatma yaptın ve o küçük fireyi çekip aldım yazıdan :)
Gerçekten eğer kar taneleri birbirine yapışarak inseydi yer yüzüne halimiz nice olurdu değil mi ? Yaratan bilir işini :)
Güzel yorumun için ayrıca çok teşekkür ediyorum. İyi yazarlardan, güzel yorumlar daha bir körüklüyor
yazanın hevesini.
İçten sevgiler,