HALIDAKİ ŞARAP LEKESİ
Nasıl da heyecanlı başladım yazmaya. Ne çok zaman geçmiş diyesim geliyor da diyemiyorum işte. En çok 3-5 ay küsmüşüm sayfalara. Küstüren şeyler için de yığınla bahanelerim var. Yok vakit yokmuş da, yok uykum varmış da... İşe başladım da para mı beni yoldan çıkardı acaba?
Yok canım! Olmaz bana öyle şeyler...
3-5 ay dedim de, sanki yıllar geçmiş gibi şimdilerde. Oldurduğum şeyler hele bir de olduramadıklarım bir araya gelince kocaman ömür tüketmiş gibiyim. Aslında herkesin sağlığı sıhhati yerinde. Beni sorsan hala iştahsız hala kilo verme derdindeyim. Babam desen aynı tas aynı hamam. Hayallerim der de poposunu yerden kaldırmaz. Annem -ki en büyük derdi benim bekarlığım olan insan- bana koca aramakla meşgul.
Eğlence var mı eğlence? Yok be anacığım... Hastane koridorlarında, sırf daha hızlı koşayım diye aldığım spor ayakkabılarımla, bir o yana bir bu yana savruluyorum işte.
Ölümlere şahit oluyorum bir de... Gece hüzün naralarıyla yatıyorum eve gelişlerde. Kayıplardan sonra nasıl ağlak, nasıl da korkak oluyor insan. Sokakta görüp omzuma çarptı diye avaz avaz bağırasının geldiği adamlar en büyük destekçin oluveriyor, önüne her gelene sımsıkı sarılmak istiyorsun.
Ah bu beni boğan duygular!
Derken bardağıma kırmızı şarap dolduruyorum, yakışıklı bir İspanyol erkeği şarkı söylüyor bana...(mesela yani)
Sonra halının üstüne birkaç damla kırmızı şarap damlatıyorum. Annem odaya gelip ’daha halıyı yeni yıkatmıştım, bıktım senden!’ gibilerinden çığlıklar atmaya başlıyor. Sağ kulaktan girip soldan çıkıyor tabi söylenenler. Annem söylenirken ben de hayal kuruyorum cam kenarında.
Keşke diyorum...
Keşke ben hep yalnız olsam. Dedikodu zımbırtıları, tüm sadakatsizlikler, yapmacık herşey benden uzak olsa. Ben hep ’ben’ olarak kalsam keşke...
Kasım geldi... Ondan bu depresif cümleler, bilirim ben. Şu Aralık ayı da bir geçsin de küçük bir hayalim gerçek olacak işte o zaman. Hem ben Gustave Flaubert’in ’Kasım’ını okuyunca bu ayın uğursuz olduğunu daha iyi anladım.
Uğursuzsun kasım, kaka kasım!
Neyse...
Öptüm..