“Haw” Hakkında yahut Mikasa için Bir Şeyler Söylemek
Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü, bu yıl roman dalında Kemal Varol‘un Haw adlı kitabına verildi. Yarın TÜYAP kitap fuarında yapılacak olan törenle ödül sahibine ulaşacak.
Ben de Mikasa’yı çok sevmiş, hakkında bir şeyler söylemek istemiştim. Yürekten tebriklerimle!
[ /italik ]“Haw” Hakkında yahut Mikasa için Bir Şeyler Söylemek
Sevdiğim tüm kitapları günlerce kalbimde açmış taze bir bahar çiçeği gibi saklar, koklar dururum. Okuma süresince kitabın içinde yaşar, kahramanlarıyla dost olurum. Öyle kitaplardandı Haw. Bu yüzden bir süre konuğum oldu Mikasa. Köpeklerden korktuğum hâlde çok sevdim onu. Bir köpeğin bize seslenişi; Haw. Onun sayesinde ilk kez, bir köpeği anlayabilmek için gözlerinin içine baktım.
İçimde güzel bir tat bırakacağından emin olarak aldım Kemal Varol’un son romanını elime.
Neticede şiirlerindeki çarpıcı güzelliğe ve derinliğe hayran olduğum bir şairin tezgâhında dokunmuştu. Kitabın ilk sayfasından itibaren yanılmadığımı anladım. Çünkü Varol’un şairliği kadar güçlü, özenli, içtenlikli bir yazı dili var.
Kitabın kahramanı Mikasa’nın hüzünlü hikâyesini iki ayrı ağızdan, perspektif değiştirerek iki anlatıcıdan öğreniriz. Olayları yaşayan, içeriden bir bakışla anlatan dede Mikasa ve olan bitene dışarıdan bakan, rivayetlerden öğrenen, romanın sonuna kadar kendisi hakkında hiçbir bilgi edinemediğimiz, sadece sesini işittiğimiz bir de torun. Mikasa geçmişin, torun ise barınaktaki günlerin yani romanın şimdiki zamanının aktarıcısıdır. Kitabın görünen zemininde sakat kalmış bir mayın arama köpeğinin hayat hikâyesi yer alsa da geri planda akan, 90’lı yıllara ait olaylar ve süregelen bir savaş öyküsüdür. Bu katmanlı öyküleme okuru hem üzerinde konuşmaktan çekinilen konular hakkında düşünmeye çağırır hem de şiirsel bir aşkın içine. Mikasa’nın Makam Dağı’nın eteklerinde Arkanya’da açılmış, geçmişin tozuna dumanına bulanmış yarası, olayları dinleyen roman kahramanları kadar kitabı eline alan okuyucuları da kalbinden vuracaktır elbette.
Varol, görünen o ki, bıçak sırtı, “netameli” bir konuyu tarafları incitmeden, acıyı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererek ifade etmenin çaresini Mikasa üzerinden anlatmakla bulmuştur. Bu konuda da oldukça başarılıdır. Dünyada ve edebiyatımızda pek çok eserin belli bölümlerinde bir anlatım tekniği olarak hayvanların, eşyanın konuşturulduğunu görsek de Haw romanının ana kahramanının bir köpek olduğu, ana çatıyı fabl bir öykünün oluşturduğu düşünülürse yazarın bu konuda gerçekten zoru başardığı anlaşılacaktır. Her şeyden önce çok iyi bir gözlemci olmayı gerektiren bu anlatım, okuyucuyu köpeklerin kendi aralarında bu cinsten konuşmalar yaptığına inandıracak kadar sahicidir de… Kurgunun içinde insanlar ve köpekler birbirlerine çok yakınlaşıp benzeşirler. Mesela Köpek Cengiz Mikasa’nın dilinden anlar. Mikasa efkârlanıp sigara içer, spor toto için tahmin bile yürütür. Ancak bu tür fantastik ögeler romanın gerçekçi dokusuna zarar vermez ve hiç de iğreti durmaz. Oldukça zengin bir kişi kadrosunun içinde askerlerin yaşam öyküleri gibi köpek kahramanların öyküleri ve kişilikleri de detaylarıyla işlenmiştir. Mikasa’nın çocukluğundan itibaren tanıdığı, Alevli Kalpler Çetesi’nin üyesi olan köpekler; sevgilisi Melsa, asker köpekler ve hayvan barınağındakiler… Her birinin kendine ait bir sesi, dili ve söyleyişi vardır.
Yaralandığı ve arka ayakları koptuğu için getirildiği hayvan barınağında Mikasa öyküsünü diğer köpeklere anlatırken öğreniriz. Daha çocukken acının içine düşmüş bir köpektir o. Başka bir adamın eli ona değdi, başka bir tastan süt içti diye anası tarafından terk edilir. Yalnızlığı ve çaresizliği öğrenir. Heves Amca’nın Muhterem Nur’a olan aşkından ilham ile kalbinde aşkı idealize etmiştir. Bu ideale yakışır bir sevgili ararken görüp sever Melsa’yı. Mikasa’yı tanıyana dek hiçbir erkeğe yüz vermemiştir Melsa. Mikasa’ya “zehir sarısı gözleri”yle bakar, “Güneylilerin bayramında seninim” diye söz verir, onun kalbini sınar. Yaşanmışlıktan çok, hayale ve hatıraya yaslanan; ahde vefa gösterilen, acısına tahammül edilen, değerini bizatihi sevenin kalbinden alan bir aşktır, bu. Güneylilerin partisinin kahraman köpeğine âşık Mikasa, vuslattan koparılıp atılır ayrılığa. Beklenmedik bir anda, tutsak gibi askere alınır, “öteki uç”a fırlatılır. Devletin zimmetli köpeği olur, hayatı artık kendisinin değildir. Bir sokak köpeği olduğu hâlde Jandarma Köpek Eğitim Merkezi’nde kendisinden Alman kurtlarıyla aynı yetenekleri sergilemesi beklenir. Başaramadığı içinse ezilir, horlanır, eziyet görür. Melsa bir sır gibi uzaklarda kalmıştır. Mikasa yaşadığı dünyanın kirliliğinden onun hatırasına sığınır, hayaliyle avunarak kederini taşır.
Romanda aşkının kahramanıdır Mikasa, savaşın değil. Hatta birileri tarafından sonunda hain ve suçlu bile kabul edilir. Esasen onun dünyasında savaşa yer yoktur. Güneylilerle Kuzeylilerin savaşının içine doğmuştur, taraflardan biri olmadığı hâlde -istemeden- savaşın ortasında kalır. Bu yüzden mahvolur hayatı. Ölümün ve acının karşısında haklı ile haksızın birbirine karıştığı bir savaştır yaşanan. Masumdur Mikasa, gece yarıları isimsiz duasız mezarlara gömülenler, bayraklara sarılıp ailelerine teslim edilenler, ölüm korkusunun kol gezdiği karakollarda şafak sayanlar, faili meçhuller kadar masum ve onlar kadar savaşın mağdurudur. Üstelik bu savaşın içinde birilerinin hayatı kana ve ıstıraba bulanırken birtakım adamlar sürekli kirli işler peşindedir. Savaşın hesaplarını yapanlar ile bedelini ödeyenler aynı değildir. Romandaki tüm ayrıntılar kahramanlar kadar savaşın izlerini taşır. Mikasa savaşa bakan üçüncü gözdür, yazar onunla savaşın sebebini, anlamını sorgulatır bize. Doğrudan gösterilmeyip ayrıntılarla sezdirilen, sinema, müzik ve edebiyata göndermelerle beslenen, metnin alt katmanındaki bu derinlik kederle doludur.
Mikasa’nın tesadüfen askeriyeden kaçıp özgür kalması kurgunun kırılma noktasıdır. Uzun zaman içerisinde yaşadığı sistem, onu dışarıdaki hayattan uzaklaştırmış, korkak biri yapmıştır bir kere. Şehirde tek başına var olmayı beceremez. Her taraf asker doludur. Yakalanıp cezalandırılmaktan çok korkar. Açlık bezdirici bir etki yaratır üzerinde. Melsa’yı bulmak konusundaki umutlarını tamamen yitirir. Gözünün önünde bir adam öldürülür ama o, karnını doyurmanın derdindedir, adamın elindeki ekmeği yer hatta kanının tadına bakar. Romanın en dramatik vurgusu da buradadır kanaatimce. Çaresizliğini, çıkmazda olduğunu fark eden; umudunu tamamen yitiren, kaybedecek bir şeyi kalmayan birinin dönüşümüdür bu. Mikasa’nın askeriyeye dönüşüne sebep olan çaresizlik, içinde intikam duygusu doğurur. Kıskançlık ve öfke bu savaşın kötü adamlarına, Turkuvaz’a karşı bileyler onu. Ama ne yaparsa yapsın Melsa içindir, hatta namus için.
Ağırlıklı olarak bir erkekler kitabıdır Haw. Kalabalık kişi kadrosunun büyük bölümü erkektir. Mikasa’nın arkadaşları, askerler, partidekiler hatta ölenler hep erkek... Bu yüzden kitaba bir erkek bakış açısının hâkim olduğu, bunun özellikle askerlikten sonraki bölümünde kitabın dilini de etkilediği söylenebilir. Olaylar ve hatıralar arasında kadınlar ana ve yâr rolleriyle birer motiften ibaret kalır. Savaşın onlar üzerindeki tesirini açıkça göremeyiz. Kitaba yer yer mizahi unsurlar da katan, askerliğin kendine mahsus yaşama bakış biçimi, tuhaflığı; hayvan barınağına bile sirayet eden dili, küfürleri kadın okurların zaman zaman gözlerini ve kulaklarını kapamasını gerektirecek cinstendir. Kitabın kahramanlarının işlenişindeki derinlik, aşkın şiirsel yorumu, Mikasa’nın güzelliği bu kusuru herkesin gözünde örter mi, bilemem. Sanırım bu husus “edebiyat, gerçeği ne kadar esere taşıyıp yansıtmalı” tartışması içinde cevabını bulacaktır.
Öykünün neredeyse bize aktarılış vesilesi sayılabilecek cesur ve fedakâr dişi köpek Adıgüzel, kitabın sonunda, acısı dillendirilmiş tüm kahramanlar adına en güzel düşü kurar. Bireyin kendi hayatını dilediği gibi özgürce yaşayabilmesindeki huzuru, çoktan mutluluğu hak etmiş Mikasa’nın önüne bir gelecek vaadi olarak serer. Oysa Mikasa bu düşe ayak uyduramayacak kadar yorgundur.
Kitap bitti, Mikasa gitti. Sizi bilmem ama ben Mikasa’yı çok sevdim. Son satırı okuyup kitabın kapağını kapadıktan sonra onun gibi uzun uzun susmak istedim. Güneyli bir köpeğin öyküsü kalbimi acıyla doldurdu, Kuzeyli bir kadın olan ben Haw’ı bağrıma basıp sessizce ağladım.
Ayraç Dergisi- Ağustos 2014
YORUMLAR
"Haw."
Kısacası bir sokak köpeğinin askere alınıp,
eğitimli Alman kurtlarının yanında onların yeteneklerini sergilemesini beklenmesi.
Bu arada, güneyli ve kuzeyli iki tarafın birbirini uzaktan da olsa acıyla izlemesi. Yazıyı önce de okudum. Fakat şimdi içine girerek okuyorum.
Sayfadan çıkarken bil ki,
Aklımda kalan sadece köpeğin adı olmayacak.
Havlaması,
Acısı, acıları, acıtmaları, erkek ve kadınlar, erkek ve dişiler
Bayram mı?
Canı yanarken bağır bağır havlayan bir Haw
Güzel ve göremediğim bir Mikasa
Kuzey ve Güney
Dişler ve Düşler
"Haw....
tudefus
Selam ile!