- 732 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Neden Buradayım! (Hastane Öyküleri)
Uzun uzun izliyorum etrafımı. Göksel hikayesini anlatıyor durmadan. O kadar uzun ve ayrıntılı anlatıyor ki.. Belki de yirminci kez anlatmasına rağmen eski eşinin elinden alıp sobaya attığı çekirdek tanelerinin beş adet olduğunu bile kaçırmıyor. Sonra arkasına yaslanıp sanki az önce anlattıkları benim başımdan geçmiş gibi “yazık…yazık” diyor. Koca bir nefes çekiyor içine ve annesine dönüp;
-Ben uyuduktan sonra Gökhan ararsa, ben hastayım de, bak o çıkar gelir.
-Biliyorum biliyorum.
Annesi bıkmış bir edayla söylüyor bunları. Sonra bana dönüp;
-Senin neyin var?
-Bilmiyorum.
-Nasıl yani? Neden burada olduğunu bilmiyor musun?
-Hayır. Sadece hayal görüyormuşum ve kriz geçiriyorum. Sinirlenince.. Herkes gibi.
-Doktor ne dedi?
-Hıhı dedi. Zaten başka bir şey bilmiyor.
Zeynep Hanım kocaman bir kahkaha koyveriyor. Göksel de gülüyor. Hatta bir ara boğuluyor sanıyorum. Zeynep Hanım yine soruyor;
-Ali Bey mi doktorun?
-Evet.
-O öyledir ya. Hep hıhı der.
Yüzündeki tatlı, bir anneye yakışır cinsten gülümseme yerini endişeye bırakıyor. Çünkü Göksel Lal ismi yankılanıyor koridorda.. İlaç saati geldi. Benim hala bir ilacım yok ama Göksel Şok tedavisi görüyor. Anlattıklarına göre bir makineye giriyorsun ve kafandan kötülükleri silip iyilikleri bırakıyorlar. Ben de istiyorum ondan ama Zeynep Hanım “iyi değil” diyor. Çünkü hata ile her şey de silinebilirmiş. Her seferinde “Göksel beni de unutur” diye ağlayarak bekliyor onu. Çoğu zaman canım yanıyor onu izlerken. Benim Ebrar’a düşkünlüğüm gibi o da Göksel’e düşkün.
Göksel yerinden doğrulup koridora kadar çıkıyor ve beş dakika sonra geri geliyor. Yatağında yatıyor ve gözlerini kapatıp;
-Beni çağırmamışlar. Yanlış anlamışız.
Onlarla çekirdeğimi paylaşıyorum. Ben Göksel, Zeynep Hanım ve orada yatan hasta teyze. Gözleri masmavi ama ruhu gri olan teyze. Ben ona Grite diyorum. Gri ve Teyze’nin birleşimi.. Onun bir sorunu yok aslında. Çocukları ondan kurtulmak için buraya bırakmışlar. Neredeyse hiç konuşmuyor. Bazen birkaç cümle.. Göksel dilinin yarım olabileceğini söylüyor.
“izninizle” deyip yerimden kalkıyorum.
-Nereye?
-Odama.
-Ne yapacaksın orada.
-Ebrar gelebilir. Beni bulamazsa kırılır.
Yüzüme acımayla bakıyorlar. Ben onlara daha çok acıyorum. Canları sıkıldığında kuşkusuz sır kalabilecek bir şey söyleyebilecek birileri yok. Benim var. Söylediğim hiçbir şeyi başkasıyla paylaşmayacak biri.
Odadan çıkıyorum ve kendi odama doğru yöneliyorum. Tecrit Odası. Odamın adı bu. Biraz küçük ve penceresiz. İşte bunun için de kendime acıyorum. Onların bir gökyüzü, benimse 18.526 küçük delikli punta kaplama bir tavanım var. Ve bıçak olmadığı için yiyemediğim portakalım.
Yatağıma uzanıyorum ve yaklaşık üç saat hareketsiz tavanı izliyorum. Hiçbir şey düşünmüyorum. Ebrar’ı bekliyorum. Ona anlatacak o kadar çok hikaye birikti ki.. Mesela Göksel’in hikayesi.. On yedi yaşında zorla evlendirilmiş. Kocası kendinden on iki yaş büyük bir adammış. Düşünmesi bile iğrenç. Göksel doğduğunda adam orta okul ikinci sınıftaymış. Evlilikleri üç yıl sürmüş ve felaketle sonuçlanmış. Göksel adamın eziyetlerine dayanamayarak adamın kafasını sobaya sokarak öldürmüş. Sonra da buraya gelmiş. Hapse düşmemiş, çünkü daha önce de şikayette bulunmuş. Şimdi de nişanlı.. nişanlısı hapiste. Ve öğrenirse firar eder diye söylemiyorlar. Zeynep Hanım hasta ondan hastanedelermiş gibi davranıyorlar. Göksel, Gökhan’ı çok seviyor. Onunla ilgili konuşurken gözleri gülüyor. Sıcak bir gülümseme.. Odayı bile ısıtıyor bazen..
Sonra Sabri amca var. O da benim gibi hayaller görüyormuş. Ama benim hayallerimde mutluluk ve Ebrar varken, onda tanımadığı insanlar varmış. Onu kontrol ediyorlarmış. En komiği de günde birkaç kez yataktan baş aşağı atlamasını söylüyorlarmış. O da yapıyormuş. Kafası yara bu yüzden. Aslında acı verici bir durum ama ben gülüyorum. O da gülüyor. Diğer hastalar bize acırken biz gülüyoruz. Kim daha iyi o zaman..? Biz..
Aniden Ebrar kapıdan giriyor. “Baba” diyerek zıplıyor boynuma. Sarılıyorum. Yine leylak ile annesinin kokusunun arası bir koku yayıyor etrafa. Kafasını öne eğerek;
-Bugün söylediğin gibi on yaşında geldim.
-Çok iyi bu. Anneni gördün mü?
-Hayır. En son annesi bağırıyordu.
-Neden?
-Dersaneye geç kalmıştı.
Kahkahama engel olamadım. Ebrar da kahkaha atıyordu. Saçlarını annesi gibi geriye atarak söylendi;
-Annem büyümeyecek baba..
-Yaşlanmayacağız biz.
Sıcak gülümsemesi ile yerinden kalktı ve bilgisayarı kucağına aldı.
-Bugün ne yazıyoruz babalık?
-Öykü yazmıyoruz bak uzun zamandır. Yazalım mı bir tane?
-Hey unuttun mu, ben kaleminim! Başla bakalım konuşmaya..
Ben söylüyorum o yazıyor. Hiç durmuyor parmakları. Fakat yazdıklarını hep kaydetmeyi unuttuğu için ben yeniden yazmak zorunda kalıyorum. Bunu bilerek yaptığını söylüyor. Böyle yaparsa ben kendimi daha iyi geliştirebilirmişim. Bilmiş yaratık!
“Sabah ılık rüzgar saçlarını süpürüyordu. Saçlarının dökülmesine değil rüzgarda uçmasına üzülüyordu en çok. Doktor iyileşeceğini söylese de o öleceğini biliyordu. Ama bunu kimse öğrenmemeliydi. Hiç kimse… Canları sıkılırdı.. ”
-Olmuyor baba!
-Formumda değilim ki..
Koyu bir kahkaha atıyor;
-Formunu yesinler. Mektup yazalım mı?
-İstemiyorum.
-Peki.
Suratına bakıp gülümsüyorum. O biraz surat asıyor. “Gel” diyorum “oyun oynayalım. Sana sorular saracağım ve her doğru yanıtın için buradakilerin bir öyküsünü anlatacağım sana.” Biraz taşkın hareketleriyle kucağıma atlayıveriyor.
-Başla bakalım.
-Yedi ülke var. Birincisi Türkiye. Sonra sağdan sola doğru komşularının isimleri yazılmış. İlk ülke hangisidir?
-Ah baba. Soru sormayı öğrenmelisin. Türkiye.
-Apperrii (Aferin). O zaman hikaye no bir.
Göksel’i anlatıyorum ona. Hayatını.. Gözleri doluyor. Bu kadar duygusal olması ve tanımadığı insanlara bile canının yanması mutlu ediyor beni. Sarılıyorum ve ikinci soru;
-Cris’in annesi bakkala kadar gitmiştir ve bakkalda kuzenini görmüştür. Annesinin kuzeninin kızı da amcası Adam’la konuşuyor. Cris’in dedesinin sadece bir erkek kardeşi olduğuna göre annesinin kuzeninin kızının amcasına Cris ne diye seslenmektedir.?
Ebrar gözlerime kısa bir bakış attıktan sonra;
-Cris ingiliz mi?
-Evet.
-İngilizler dedelerine bile ismiyle seslenir baba. Cris Amca Adam’a Adam diye seslenir.
Kızımın zekası beni çok etkiliyor. Sarılıyorum ve Sabri amca’yı da anlatıyorum ona. Bu kez hiç şaşırmıyor ve etkilenmiyor. Uzun uzun gözlerime bakıyor. Bir şeyler ters gidiyor diye geçirirken içimden Ebrar aniden doğruluyor ve kapıya yöneliyor.
-Gidiyor musun?
-Sana bir soru soracağım Baba, bilirsen kalacağım, bilemezsen gideceğim.
-Evet?
-Neden burdasın?
-…..
M. Hanifi Kesik
YORUMLAR
Yazasım yok bu gece...Okuyasım, yorum yazasım var. Geç de olsa kompütürün karşısındayım ve önümde Defter...Ve ben, tek atımlık fişeği olan, isabet ederse gönüllere taht kuran, etmezse çöpe gideceğini bildiğim zor sanatın, öykülerin aşığıyım
Son yayınlanmış, henüz okumadığım öyküleri didikliyorum. Önceliği, çok doğaldır ki bende "sınıfı geçmiş" yazarlara veriyorum, sıralama hakkını dimağıma verip.
Öykülerde ya olay ya da durum anlatılır der ya literatür, ben de uyumsuzluk etmiyorum bu kavram tanımına...Olay, nispeten kolaydır anlatmak, zorlandıkça tüm yaşamı serebilme avantajı verir insana.
Ya durum!? En zorudur sevdirmek, sevdiremezsen ise çöpe gitmek en kolaydır.
Hanifi, bir misnomer olma olasığı hayli olası ama bu değil konumuz, bir durum cambazı, bir durum sihirbazı, sonunu getirdiğim öyküsü tıpkı bir öncesi, bir daha öncesi gibi yine olağanüstü ve ilham verici.
Bu adam durum öykülerinin feyz alınacak erosu, Allahına kadar ustası ve ben bu ustaya şapka çıkartıyor, sıkı hem de samimiyetle beslenmiş haleti ruhuyemle koca bir takdir yolluyorum.
Feyz alınasıydı tıpkı önce yayınladığınız öyküler gibi, takdir edilesiydi...
Sağlıcakla..