- 659 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Kartal Tıb'ba Yuva Yapmış!
Karşımda oturuyor. Vücudundaki hiçbir kası kontrol edemiyor. Krizden az önce çıktı. Uzun uzun konuşuyoruz. Gözlerime direk olarak bakamıyor. Ara sıra bakıp kaçırıyor gözlerini. Sonra anlatmaya başlıyor tekrar;
“Ohooo yav.. Yirmi sekiz ülkeye gittim. Çincem var, Arapçam var, Almancam var, İngilizcem de vardı ama bu hastalık eritti beni. On sekiz yaşımda çıktım yurt dışına.”
Burda sözünü kesiyorum;
-Hadi ya, ailen bir şey demedi mi?
-Hayır, diyemezlerdi ki. Ben ilk okul beşten sonra okumadım. Onlara baktım. Aha bak şimdi gelip de ziyaret etmiyorlar.
-Neden?
-Onları bırakıp gittiğim için.. Hak ettim. İşte sonra her tarafı gezdim. Çinde tam yirmi sene kaldım.
Sözünü yarıda kesip kapıdan çıkıyor. Giderken “bekle geliyorum” diyor. Gülüyorum. O aslında iyi bir insan. Kalbi ve yüreği kocaman. Birkaç dakika sonra geliyor ve çantasından iki tane pasaport çıkarıyor. Aklıma babaannem geliyor. O pasaporta “paşaport” der. Yine gülümsüyorum. Sonra tekrar başlıyor anlatmaya;
-Bunlar gittiğim ülkelerin vizeleri. Bak bunda yer kalmadı. Bunu da yeni aldım daha. Bir tek 2011-Ocak’ta Çin’e gidip geldim. Çinde annem babam var. Bir abi bir de kız kardeş.. Abim başkomiser, kız kardeşim polis memuru.. Annem profesör. Çok iyi insanlar.
Suratını sürekli öbür tarafa çevirip konuşuyor. Göz teması kurarken titriyor. Onun bu haline gözlerim yaşararak bakıyorum ve anlamasın diye durmadan esniyorum. Bir ara yine yerinden doğruluyor ve gidiyor. İki dakika sonra geri geliyor. Biraz hızlı yürüyor. Küçük ama seri adımlar atıyor. Odaya giriyor cümleyi hızla söylüyor;
-Sen zeki adamsın. Muz sever misin?
-Teşekkür ederim, olur.
-Al bakalım.
Elindeki iki muzdan birini bana veriyor ve diğerini kendi soyup yemeye başlıyor. Bir ara ağzında muz varken konuşuyor ve ağzını görüyorum ama iğrenmiyorum. Çünkü kalbi tertemiz.
-Sonra Kudüs’e gittim. Orada dekorasyon işi yaptım ama sevmedim orayı. İnsanlar çok pis. Çoğu eliyle yemek yiyor. Ben bu hastalığa yakalanmadan önce hayatta elimi kullanmazdım. Şimdi elimle bile ağzımı tutturamıyorum bazen.
Gülmeye başlıyorum. Hatta tutamıyorum kendimi kahkaha atıyorum. Biraz aptalca suratıma bakıyor. Ne olduğunu anlamıyor. Birkaç saniye bekledikten sonra o da kahkaha atmaya başlıyor. Yaklaşık on dakika gülüyoruz. Arada eliyle burnunu tutup “bak yine bulamadım” diyor, daha çok gülmeye başlıyoruz. Biraz sakinleşince eliyle omuzuma dokunur gibi yapıyor, sonra hemen geri çekiyor elini ve tekrar anlatmaya koyuluyor;
-Bakırköy hastanesine yatırdılar beni, iki sene önce. Yedi ay kaldım. Vallahi beş yıldızlı otel gibi orası. Yemekler şahane. Burda çok kötü yemekler. Beş gün önce geldim ve sanırım yedi kilo verdim. Çünkü yatağa daha kolay çıkıyorum artık. Bakırköy’de bana başkan derler. Onlara çince öğrettim. Ni hauv.. Nasılsın demek. Sen de öğrenmek istersen öğretirim.
-İste…
-Yarın derslere başlarız.
Gülümsedim. En sevimli ve evlat duygularımı barındıran bir surat takınmaya çalıştım. Onun acısını dindirebilir diye düşündüm o an. Sonra hemşire geldi ve “yatma vakti” dedi. Ben yatmayacağım için doktordan izin almıştım ama o almamıştı. “tamam, yatarız şimdi” dedi. Kalktı ve gitti. O gidince onu düşünmeye başladım. Gayet iyi bir insandı. Adı Remzi’ydi. Soy ismi Kartal.. Çok kral adamdı. Başkan lakabını hak ediyordu. İçimden “iyi geceler başkan dedim” bilgisayara doğru yöneldim. Biraz oyun oynamayı düşünüyordum.
Beş dakika geçmişti ki tekrar geliyor;
-Sen uyumuyor musun?
-Yok ben geceleri uyuyamam.
-Aha, aynı ben.
Gülümsüyoruz. O bana evlat gibi bakıyor. Benim babam olması imkansız ama ona bunu hissettirmeyeceğim. Zaten sevgiye ihtiyacı vardı ve ben buradan gidene dek ona evlat olacaktım.
-Şu Bakırköydeki başlanlık kavgasını anlatsana..
- Haa, o mu? Bak bir adam geldi, aha şu kapıdan sığmaz. Boyu bir doksan beş. Yatırdılar bunu. O zaman da hastaların hepsi sabah sıraya geçip bana sorarlar; “başkan ben ne zaman çıkacam?” Onları mutlu etmek için yalan söylerdim. Yalan söylemek kötü bir şey değildir, doğru amaçlar için kullanılıyorsa.. Hepsine “yarın çıkacaksın” derdim. “Olleeyy yarın çıkıyorum” diye gider yemeklerini alırlardı. O ayı geldi ve “sen buranın ne başkanısın lan, kıçımın başkanı” dedi. “bana başkan derler” dedim. “Kimsin lan sen, ağa mısın burda” dedi ve boğazıma sarıldı. Baktım beni boğacak.. Tabi ben de çinde biraz dövüş sanatları çalıştım. Dört tane yumruk indirdim çenesine, “tamam tamam sen başkansın, ben amatörüm daha ya” diye ağlamaya başladı.
Kahkahalarla gülüyoruz yine. Hatta bir ara gözlerime bile uzun uzun bakıyor. Sonra usulca sokuluyor bana doğru ve soruyor;
-Sen şiir yazıyormuşsun doğru mu?
Gülümseyerek “doğru” diyorum. Biraz duruyor, daha fazla sallanmaya başlıyor. Bir ara tüm odayı sallayacak diye korkuyorum.
-Bana şiir okur musun?
-Tabi ki.
Bilgisayarı yanıma alıp bir şiir okuyorum. Gözleri nemleniyor. Gözlerini kaçırıyor uzun uzun. Ayağa kalkıp tekrar oturuyor. Her yanını bir titreme nöbeti alıyor.
-İyi misin Remzi Abi?
-Ben de sana bir şiir okuyabilir miyim?
-Elbette..
“Bir kartal tıb’ba yuva yaptı
Dördüncü katta yerim
Öyle afilli bakma çinli kız
Yüreğimde yaran derin”
-Oooo, abi çinli kız falan.
Remzi abi hızlı çıktı diyorum kendime. Bak sen.. Çin’de sevdiği varmış. Ah mesafeler.
Derken hemen yerinden kalkıyor. Utanıyor besbelli. Gözlerini kaçırarak çıkıyor dışarıya. “bekleme gelmeyeceğim bu kez” diyor ve kısa-seri adımlarla uzaklaşıyor. Bense gülümsüyorum. Nasıl da utandı.. Demek yüreğinde gerçekten seviyor. Çinli bir kız. Ne zordur kim bilir? Kapı açılıyor bunları düşünürken;
-Ya senin kalemin var mı?
-Ne için Remzi Abi?
-Resim çizeceğim..
-Ooo, var var, gel vereyim. Resim güzel şey..
Kalemi alıyor ve seri adımlarla sallana sallana odasına gidiyor. Ben de biraz oyalanmak için bilgisayarımın başına geçiyorum. Derken Remzi Abi beliriyor bir an kapıda. Biraz bakıyor bana. Sonra geri gidiyor. Gülüyorum gidince.
Ertesi sabah uyandığımda odamda resim ve kalemi buluyorum. Bir pencere resmi çizmiş. Odasına gidiyorum. Uyanıyor, gözleri yarım açık;
-Senin odanda pencere yok. Benim odamda iki tane var. Birini sana getirdim..
M. Hanifi Kesik
YORUMLAR
Ben sonunda ki sıcacık sevgi dolu paylaşımı çok beğendim.. Yapılan eylem öyle büyük bir sevgiyi barındırıyor ki.. Küçük bir çocuğun babasına veya annesine yapabileceği bir güzellik.. Sevginin gücü her türlü iletişimi sağlıyor işte hayatta.. İnsan denilen varlık bir sır küpü olmasına rağmen ulaşılmaz görünmesine rağmen.. Küçücük şeylerle erişilebilirlik taşıyor aslında.. Güzel hikayelerinizin devamını dilerim.. Saygılarımla...
Çok güzel. İnanılmaz keyif aldım. Tüm sahneleri ayrı ayrı yaşadım. Çok güldüm, hem de çok...
Sonra da hüzünlendim. Finalde içim ısındı, sıcacıktı...
Kaleminize sağlık