- 1013 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Çünkü Babalar Terk Etmez!
Valizimi elime almış gidiyorum. Henüz daha çok başındayım yolumun. Belki de daha ilk kilometrede.. biraz kırgın, matem dolu.. terk etmenin yanık et kokulu mide bulandırıcılığı.. üstelik bundan daha beteri olan ölü beden kokulu bir kente gidiyor olmak.. üstelik kimseye haber vermeden; tek başıma!
Önce tamamen normal gidiyor her şey. O beni uğurluyor, sapasağlam dönmem için. Bense geri dönecekmiş gibi gidiyorum. Valizimde kırık bir hıçkırık sesi.. Tam bu kadar kolay mıydı diye düşünürken;
-Geri geleceksin değil mi?
Hani bazen uykuda yüksek bir binadan düşersin de o acıyla gerçeğe uyanırsın ya; öyle işte. Sarsılıyorum. Biraz duruyorum ve yutkunuyorum. Daha doğrusu yutkunmaya çabalıyorum. O anı yaşamayan bilmez. İçinde bir şeyler kırılır ve sadece bu sesler bir kahkahaya benzer.
-Doğruyu mu söyleyeyim?
-Dönmeyeceksin değil mi?
-Dönmeyeceğim.
Aniden duruyor ve arkasını dönüyor. O anki hislerinin bir kısmını içimden yaşıyorum. Yüzüne bakacak takat arıyorum bir yerlerde. Ve buluyorum.
-Bu benim sağlığım için.
-Siktir lan!
-Hahahaa.. Cidden böyle.
Gerçekten gülmediğimi o da ben de biliyorum. Aslında başka bir an olsa ve bunu yapsam biraz kısa ve keskin bakar ve “bunu elektrik şokuyla da yapabilirsin” der. Ama bu kez demiyor. Arkasını dönüyor tekrar. Yürüyor biraz. Sonra duruyor. Gitmek istiyor, gidemiyor. Kalırsa ağlayabilir. Güçlü görünmek istiyor. Güçlü görünüyor.
Güç nedir diye düşünüyorum o an. Güç insanın içinde bulunduğu hali karşıya yansıtmaması mı? Ya da o durumdan kolayca kurtulabilmek mi? Yani içinde fırtınalar koparken iki yüzlü olmak mı? Yoksa kendine acımayacak kadar vicdansız olmak mı? Bir süre bu düşüncelere boğulurken, aradığım cevaptan çok farklı anlamlar taşıyan bir cevap veriyor bana;
-Nasıl hissediyorum biliyor musun? Ninem ölmeden önceki gün gibi.
Yani kaybediyor ve bunun bilincinde. Kaybetmek istemiyor. Kaybetmeye mahkum ama. Umut da var. Umut hep var. Umut olmalı yoksa insan yaşamaz. Umutlar bize verilmiş hediyelerdir. Gerçekten öyle mi yoksa bu da bilinçaltı savunma mekanizmasının peydahladığı bir velet mi? Çocuklara neden velet derler ki!?
Bir kumsalda hayal ediyorum kendimi. Kumsalın en ucunda.. Kimsenin ulaşamayacağı bir yerde.. Ses dalgalarının yayılmadığı bir boşlukta.. Boşluk.. Boş işte..
Sıyrılırken tam bütün bunlardan, ona ettiğim haksızlık geliyor aklıma. Daha doğrusu vicdansızlığım. Bir yanda en değerli varlıklarımdan biri, diğer yanda yıllardır göremediğim bir ilgi.. Hangisi daha değerli diyorum kendime. Hangisi? Bir yanım gitme kal diyor, diğeri bir aile sıcaklığı istiyor. Göremediğim ama hep merak ettiğim, o tüm küresel ısınmayı yalanlayacak kadar büyük sıcaklık.. Baba sevgisi.. Diğer yanda babasız bırakmak bir çocuğu.. Annesinin ve babasının ben olmadığım bir çocuk.. Çocuğum..
O an bir uçurum hayal ediyorum. Sonra Sezen Aksu’nun Belalım şarkısını.. Ben bu çocuğum Belalısıysam eğer ve gidiyorsam.. Şimdi kime uyuyacak ve rüyasını kime anlatacak? Sonra saçmalamaya başlıyoruz birden. Çünkü konuşarak susmanın en kolay yolu bu..
-İki gündür sol akciğer sıkışması yaşıyorum. Bir çeroki atasözü der ki; ne diyecektim lan ben! İşte bu sözün gerçek sahibi Alosis Alzaymır. O gün bu gündür unutma hastalığının adı Alzaymır. Bence hep su eksikliğinden oluyor. Sonuçta suyun hafızası var. Anlayacağın rahatsızım biraz.
-Özür dilerim.
-Niye?
-Ben ne diyorum ya! Anlayacağın beynimi Nuh’un gemisinde unuttum ve çoban köpeği üretimi esnasında nörotransmitlerim öldü. O gün bu gündür eşek arsının nasıl ortaya çıktığını merak ediyorum.
-Kafan gitmiş iyice senin..
-İyi değilim ama iyi gibi görünmeye çalışıyorum.
-Şu an istemsiz olarak, gayrı ihtiyari güldüm. Başkaları senin iyi görebilir ama ben senin içini bilirim.
Artık iyice saçmalıyoruz. Hatta arada gülüyoruz bile ama konu ister istemez toplanıyor. Susamadığımızı anlıyoruz. Ve ben içimden ona ilk defa kendimi tamamen açmam gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bunu hak ediyor ve kararım kesinleşiyor;
-Gözümü kapatır ve ben olmadığıma inandırırsam kendimi ve bir kuş olduğuma inandırırsam mesela pekala uçarımda. Çünkü insanlar, sevebildiklerini ve nefret edebildiklerini söylüyorlar. Bu kuş ya da uçurtma olmaktan daha zor. Mesela ben, evde unutulmuş bir saat olabilirim, zamanı yanlış gösteren. Ya da tamirciden çıkmayan eski model bir araba da.. Hatta ben bir manzara fotoğrafını bozan bir tozlu kamera camı bile olabilirim. Yani ben beni, ben olmadığıma ikna edebilirsem.. Galiba benim psikolojim iyice bozuldu. Çünkü çınarlı kubbeli mavi bir liman olma niyetindeyim bu aralar. Kimsenin ayak basmaya bile yeltenmeyeceği. Sadece dilimi bilmeyen insanlar istiyorum. Acımı kimsenin anlayamayacağı.. Yanık et kokusunun ve ölü beden kokan coğrafyaların hiçbir zaman dille tasvir edilememesi.. Garip..
-Yanık et kokusu lanet gibi birşey bence.. sen bunu şimdi mi yazdın babacığım..?
-Evet evlat. Kurumuş bir gövde düşünüyorum şimdi de. Milyonlarca insanın sadece kafasında bere ve kaşında faça olduğu için yanından geçerken bakmadığı. İnsanlar ne garip. Kimi seversen ve kimi hayatına bir abi kardeş dost sevgili olarak alırsan al, yapabildikleri en iyi şey ağzına sıçmak. Bu yüzden söylüyorum duy: yalnızlık kaderim değil tercihim olsun.
Biraz duruyor. Bir hıçkırık kokusu yayılıyor etrafa. Biraz daha bekleyince, bir yağmur başlıyor, sadece yanaklarına yağan..
-Ağlamak güzeldir.
-Ağlayabilene babacığım,ağlayabilene..
-Biliyor musun bana baba dememelisin.
-Neden sana baba dememeliyim?
Buna ise verecek tek cevabım kalıyor. Biraz durgunlaşıyorum. Biraz kırgın.. Soluk.. ve söylüyorum..
-Çünkü babalar terk etmez.
M. Hanifi Kesik / 26.05.2014 / 02.38
YORUMLAR
Sebepsiz gidişler, yani kaçışlar, en çok kimi madur eder? El cevap: Çocukları... Ayrılışın kıyısındaki karı kocalar, çoğu kez birbirlerine katlanmayı çocuk hatırına sürdürmüyor mu? Gerçi, bu da değişikliğe uğradı; çocuk için ömrümü zehredemem, diyerek ayrılığı tercih edenlerin sayısı iyice arttı. Olan, tabii ki, çocuklara oluyor...Terk etmeyenler genelde anneler oluyor, babalar değil. Keyifli bir okuma oldu. Teşekkürler...
kemnur tarafından 11/5/2014 3:33:38 AM zamanında düzenlenmiştir.