- 1039 Okunma
- 14 Yorum
- 2 Beğeni
Beşinci Senfoniyi Mırıldanan Postacı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kapı yumruklanmaya başladı. Eğer sürgü engellemiyor olsa, tek hamlede ardına kadar açılacak, hızla duvara vuracaktı. Ama sürgü her darbeyi göğüslüyor, kapı birkaç milim aralanacak bile olsa geri kapanıyordu.
“Aç kapıyı! Kapıyı aç!”
Kapıyı açabilirdim. Tüm yapmam gereken elimi uzatıp, sürgüyü geriye çekmekti. Lakin bunu yapmalı mıydım?
Zeminle kapının arasındaki aralıktan davetsiz misafirimin ayaklarını görüyordum: Bir çift siyah bot. Sonra bot sayısı dörde ulaştı. Gelen ayak seslerinden öbür tarafta hatırı sayılır bir kalabalığın biriktiğini anladım. Kapının yumruklanması devam ediyor, açmam için sert emirler veriliyor ve arka planda bir koşuşturmaca süregidiyordu. Ben ise kapıyı açmak konusunda isteksizdim.
Öncelikle tek başımaydım. Aramızdaki engel kalkıp da öbür taraftakiler bir kere buraya doluştuğunda onlara karşı çıkmam mümkün değildi. Ne yakın dövüş sanatlarında iyiydim, ne de insanları caydıracak bir fiziğim vardı.
Kapı altından benim onların botlarını gördüğüm gibi, onlar da aynı aralıktan benim ayakkabılarımı ve ayakkabılarıma kadar indirdiğim pantolonumu görebiliyorlardı. Olması gerekenden aşağı irtifada bulunma konusunda pantolonuma iç çamaşırım da eşlik ediyordu. Oturur pozisyonda olduğum için çıplak dizim tuvalet kağıdı rulosuna değmekteydi. Kapıyı kırmakla beni tehdit edenlerden biri yere eğilip baksa, klozetin beyaz seramiğini de görebilirdi.
Toparlanamıyordum. Başka zaman olsa kendimi kasar, ayağa kalkıp pantolonumu hakettiği yüksekliğe çıkarırdım. Ama buraya Saffron’dan çıkıp gelmiştim. Chicago civarının en iyi Hint lokantası olarak bilinen Saffron’nun garsonuna siparişimi verirken, belki dilim sürçtüğünden, belki de aklım başka yerde olduğu için “Acılı” demiştim. Garson da siparişimi eksiksiz yerine getirmiş, üçte birini kan ter içinde yiyebildiğim yemeği önüme sürmüştü. O üçte bir de, kapımı yumruklayanlara eşlik edercesine sindirim sistemimi zorlamış, kendimi bu tuvalete güç atmıştım.
Roket gibiydim. Altımdan ateşler çıkıyordu. Bu da yetmiyormuşçasına rahatladığım hissi bir türlü gelmiyordu. Hep biraz daha, biraz daha...
Belki hata bendeydi. Sorun Hint lokantasına gitmek ya da orada acılı yemek söylemek değildi. Evet, bunlar o kadar da iyi olmayan seçimlerdi ama asıl hata o yemeği yiyip, sonra havaalanına gitmekti. Niye gittim ki havaalanına? Bir yere uçmayacağım, kimseyi karşılamayacağım. Tüm yapacağım uçakların iniş ve kalkışlarını seyretmek... Koca bir öğleden sonra Crosswinds Cafe’nin geniş koltuklarına yayılıp uçakları seyretmeyi, pilotlara puan vermeyi, sırt çantamda taşıdığım bilgisayarımdan da inen ve kalkan uçakların kokipt görüntülerini almayı hayal etmiştim. Ama Saffron’un yemekleri sindirim sistemimde Fransız İhtilali başlatınca planlar değişmiş, ister istemez havaalanına gelince koşar adımlarla tuvalete gitmiştim. Bu bir hataydı. Buna ek bir hata da sırtımda dolu bir çanta olmasıydı. Herhangi biri için bunlar yanlış olarak kabul edilmeyebilirdi. Ama benim gibi Ortadoğulu bir görünüme sahipseniz, bir sırt çantasıyla koşarak havaalanı tuvaletine gitmemelisiniz; hele de 11 Eylül’ün yıldönümde. Bu çok büyük bir hataydı.
“Bu son ihtarımız: Kapıyı aç, yoksa kıracağız!”
O kadar şiddetli vuruyorlardı ki kapının o ana kadar dayanması bile şaşırtıcıydı. Başka seçeneğim olmadığını hissettim ve sürgüyü geri çektim.
YORUMLAR
İlgi çekici bir tema olmasının yanında en çok detaylara gösterilen özen ve anlatımdaki yalınlıklı ustalık dikkatimi çeken unsurlardandı.Merak uyandıran bir girişten sonra sürükleyicilik faktörü detaylar üzerinden yürütülmüş. Gerçeğe dönük yüzü de bambaşka bir güzellikti. Yani hiç kimse böylesi bir olayın vukuu bulamayacağını yada bulmuş olmayacağını tasavvur edemez...Anlatımın sadeliğine ve akıcılığına eşlik eden son derece gerçekçi yaklaşım ve konu seçimi öyküyü hak ettiği zirveye taşımış.Çok beğendim.Daha önce dediğim gibi öncelikle detaylar ...sağlıklı izlenimcilik, anın yazıyla görselleştirilmesi mükemmeldi.Teşekkürler paylaşım için.Nicelerini okumak ümidiyle.Selam saygılarımla.
Tebrik ederim İlhan Bey. Hep görmek istediğim yerde adınız.
Yukarıda yazılan güzel sözlerin hepsine katılıyorum. (Yeteneğinize yapılan övgüleri kastediyorum) Ama öykü hakkında aynı şeyi düşünmüyorum. Ben sıkı takipçiniz olarak öyküyü, seviyenizin çok ama çokkk altında buldum. Bir defa alıştığımız esrarengizlik yoktu. Düşünmek zorunda kalmadık. Yazar bize her şeyi gördürdü. Hani İlhan Kemal'in gidişata dair en az üç fikir yürütebildiğim finalleri :)
İlhan Kemal
Temelde bu öykü önyargılar üzerine kurulu. O yüzden sürpriz sonlar belki de öykünün içinde değil de, kendimizde yatıyor.
İlk önyargı öyküde zaten anlatılıyor. Ortadoğulu görünümün yarattığı önyargı anlatının temelinde yeralıyor.
Antılanlar ise benim başımdan geçenlere dayanıyor. Hint yemeği olmasa bile acılı bir omlet yüzünden havaalanında can havliyle tuvalete koşmuş, sonrasında da kendi kendime ''Ne yapıyorum ben? 11 Eylül'de, binaya girer girmez dolu bir sırt çantasıyla tuvalete koşuyorum'' demiştim. Bu da benim önyargımdı. İnsanların benden şüphelenmesini bekliyordum. Dışarı çıktığımda kimsenin dikkatini çekmediğimi farkettim. Ne kafayı çevirip bakan, ne de kaçamak bir bakış...
Üçüncü bir önyargı ise bu öyküyü okuyup ''Yok canım! Hayatta böyle şey olmaz'' demeyenlere ait. Böyle şeyler olmuyor. Havaalanının o bölgesinde polislerle ilgili tek anım şu şekilde: Crosswinds Cafe'nin kasa kuyruğunda kahve almak için bekliyorum. Birden yakın masada oturan bir bey ayağa kalktı ve yanındaki ünifromalı polisi işaret edip kuyruktakilere hitaben: ''Hey millet, bugün şerif Thorndike'ın doğumgünü. Ona bir mutlu yıllar söyleyebilir miyiz?'' dedi. Kuyruktaki sekiz on kişi hep bir ağızdan ''İyi ki doğdun şerif Thorndike!''ı söyledik. Şerifin yüzü çok tatlı bir pembe renge bürünmüştü.
Ama bütün bunlar ''seviyenin çok ama çokk altında'' olmaya özür değil. Okuyucu öyle diyorsa öyledir. En derin saygılarımla.
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Sıradan bir adam nasıl sıradışı bir hikayenin başkahramanı olabilir ? Ortaasya görünümlü olup kritik bir günde yanlış bir yemek seçimi ve geldiğimiz noktada kötü tesadüfler komedyası mı trajedisi mi yaşadığı tam olarak karar veremiyoruz.Gerilimi yaşarken aynı zamanda gülümsetiyor yazarın mizahi uslubü.Kapı açıldıktan sonra biz devir teslim alıyoruz hikayeyi ve bir film çekiyoruz hızlıca ve bu film pekala beyazperdede türevleri işlenmiş olsada mizahi yönüde ağır basan sağlam bir macera-gerilim filmine dönüşüyor hızla.Çok başarılı bir kurgu ve keyifli bir anlatımdı,tebrikler.Usta kaleme saygılar.
Oldu mu şimdi ya?
En heyecanlı yerinde kaldı hikaye.
Yani,
kapıya yıkarcasına yüklene insanların,
açıldığında karşılaştıkları manzarayı nasıl tasvir edeceğinizi çok merak ettim doğrusu.
Pantolon, kesinlikle aşağıda olsun lütfen.
Sifonu da çekmeye yeltenmeyiniz. Bırakın doğal manzara ve koku karşılasın onları.
Sünnetin getirdiği estetik görüntü eşliğinde.
Gerçekten çok güzel bir hikaye olmuş.
İlhan Kemal
Güzel yorum için teşekkür ederim. Saygılarımla.
"amerikan rüya"sının, "güvenliğin başladığı yerde özgürlük(rüya) biter" e kotarıldığı o günleri "september 11" filmi tadında, trajikomik bir sunumla, jack nicholson'ın kimseyi iplemez bakışlarıyla ve senfoni müzik eşliğinde sunulması, alternatif sinemadan bir kesit gibi kaldı akıllarda. çok başarılıydı, tebrik ederim.
Çok uzun olmayan ancak yüreğimde ve belleğimde yer eden çalışmaları çok seviyorum. Hele ki yazılarınızın bir çoğunda olduğu gibi bilgi-tanıtım içerikli ise..
Ülke dışına çıkmayanlar için ne büyük nimet..
Teşekkürler.
İlhan Kemal
Öykülerden keyif alıyorsanız ben amacıma ulaşıyorum demektir. Çok teşekkür ederim.
Harika! Evvelce daha iyi bir kurgu okudum mu, hatırlamıyorum.Finali iyi ki abartmamışsınız...Saygıyla
NOT: Bu vesileyle kulaklığımı da Beethoven'in 5.senfonisine açtık...
http://youtube.com/watch?v=6z4KK7RWjmk
kemnur tarafından 11/3/2014 12:01:50 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Sevgili Ludwig Amcayı bu hikaye ortamında anmak saygısızlık gibi gözükebilir ama kader bu: Kapıyı ne zaman çalacağı belli olmuyor. En derin saygılarımla.