- 946 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
VAROLUŞTA İKİNCİ AŞAMA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Öyle hızlı bir düşüş ki bu… Uzun süredir düşüyorum bu düşüşü. Başımı yastığa bırakır bırakmaz, içimde karşı konulmaz bir vertigo kıvranışı, bedenimi dünyada tutamıyorum. Önce ağır ağır başlıyor bu amansız yerçekimi hastalığı, hemen arkasından hızla alaşağı ediyor beni. Kaygılanıyorum.
Dipsiz bir kuyuda, anlamsızca dünyanın merkezine doğru çekiliyorum. Karanlık bir girdaptayım. Gözümün görebildiği tek şey bir helezon… İç içe geçen yaşamlar sarmalını dıştan içe doğru tüketiyorum. Hayat her bittiğinde yeniden şekilleniyor ve böylece süreğenliğiyle başımı döndüre döndüre dipsiz kuyunun tenha trafiğinde sonsuza eviriyor zihnimi git gide.
Ayaklarım, başımın üstünde kalmıştır bu hengâmede. Ayaklarımı olması gereken yere indirmek için çırpınıyorum. Baş aşağı durmak bu sonsuz yolculuğu benim açımdan daha da acımasız hale getiriyor. Bir doğrulsam, belki her şey daha olağan gelecek bana. Daha sıradan bir histeri duyacağım. Daha yavaşlayacak sarmaldaki yolculuğum, daha az çekinik görüneceğim, daha olgun karşılayacağım başıma gelenleri… Bir doğrulsam…
Kimse bana yardım edemese de, yardımın geleceği ümidiyle düşmek de güzel olabilirdi. Senden yardım istiyorum, evet. Bu sonsuz düşüşü engelleyemeyeceksen bile, hiç olmazsa ölümümü kolaylaştırırdın belki. “Şimdi seni dinleyecek zaman değil” diyorsun. “Düşünmem gereken yeni fikirler var, çürütmem gereken teoriler, hipotezler, yadsımam gereken gerçekler… Ellerimle kendi uçurumumu inşa etmeliyim henüz. Ve daha bir yığın şey… Artık çekil önümden ey dilenci! “ Sesindeki alaysı tını nasıl da kamaştırıyor dişlerimi. Ölememenin verdiği ıstırabıma kalkan oluyor kahkahaların…
Ayaklarım başımın üstünde olmasalardı hala, belki yine de aldırmazdım dediklerine. Dişlerini dudaklarına geçirmiş hınzır gülümsemelerin kahretmezdi beni. Düşüyor oluşumun talihsizliği bu kadar işlemezdi içime. Zamanın deveranı hiç de işlemiyor benim kolumdaki saatte. Dediklerim bir hayal mahsulüdür belki de, bilirim bir vicdan yumağına dönüşür akşamları senin de yüreğin. Sen Tanrı merhametini en iyi bilensin. Yaradılış, kabullenişle başlar, bunu da bilirim. Ve fakat var olduğumu bildiğim andan beridir yalnızlığım.
Varlığımı kabullenemeyişim, şımarıklıktan başkası değildi aslında. Bu amansız düşüşün hikâyesi işte bu kadar saçma bir bahaneyle başladı. Var olduğumu anladığım andı, Dünyaya bir çocuk getiriyordu bedenim. Avuçlarım acıdan kızarmıştı. Ve bir bebek, kanlı yanaklarının ortasından bembeyaz gülümsüyordu bana. Dünya tüm alaylı bakışlarıyla bakıyordu o bebeğin gözlerinden, şaşkınlık ve hayranlıkla karşılaştığı manzaraya bakan, kan ter içinde kalmış bu fani kadına. Ölümsüzlüğün işte şimdi yakama yapıştığını anladım. Gerçekten var olduğumu ve varlığımın gerçekliğini kavramak, hayata yeni başlayan bir insanın varoluşunu izlemekle başlıyordu. İşte ayağımın ilk kaydığı an… İlk vertigo nöbetim. İlk sayıklamam. İlk ayılmam gerçek hayata. İlk sonsuzluğum… İlk düşüşüm…
Düştüm… Çünkü ikinci aşamaya geçemedim henüz. Ben varlığımı bildiğim andan beri öteliyorum ikinci aşamayı. Vereceğim hesabın ağırlığı korkutuyor. Çünkü farkındalık sorumluluk getirir. Neden var olduğumu, niye yaratıldığımı sormaya korkuyorum şimdi. İkinci aşama, “neden” sorusunda gizlidir. Ve biliyorum ki aslında yapmam gerekeni yapmadığım için çekiyorum bu cezayı. Beni bu sonsuz düşüşten kurtaracak tek şeyi yapmamak için neden bu kadar hırpalıyorum ki kendimi. Hep şu yaradılışımızda içimize yerleştirilmiş, onu kullanabilmek için büyük mücadelelere katlanmaktan kendimizi alamayacağımız “irade” yüzünden değil mi? Ruhumun özgürlüğü beni bu kuyuya tutsak eden tek şey oysa! İrademi ele geçiren bir “ben” büyütüyorken içimde, daha çok yaşarım bu âlemde. Ölüm kurtuluş olacaktır çünkü. Benim gibiler için, kötü de olsa bir son olmalı bu hayatta.
Şimdi başım ayaklarımdan aşağıda, karanlık bir sarmalın kılavuzluğunda, bitip tükenmeyen bir kuyunun sonsuz siyahına doğru hızla düşüyorum. Belki artık ikinci aşamaya geçmemin zamanı gelmiştir. Ve senden ümidimi kesmenin…